Necati Özkan ve Seçim Zamanı

29 Nisan 2015 Çarşamba

Kampanyalar, liderler, bildirgeler, sloganlar...

7 Haziran Genel Seçimlerine 38 gün kala, NTV'de değerlendirmeler yaptık. Liderlerin önemi, bildirgelerin anlamı ve seçmen davranışlarına etkisini konuştuk. Ayrıca, 8-9 Mayıs 2015'te Istanbul Wyndham Grand Otel'de yapacağımız Avrupa Siyasi Danışmanlar Derneği 20. Yıl konferansını duyurduk. Buyrun...




İngiltere’de “müesses siyasi nizam” çatırdıyor: 2.5 partili yapıdan 5.5 partili yapıya

İngiltere’de 7 Mayıs Perşembe günü genel seçimler yapılacak. Bütün araştırmalar gösteriyor ki, ülkenin siyasi tarihinde bugüne kadar görülmemiş sayıda çok partili bir parlamento tablosuna doğru gidiliyor. Yüz yılı aşkın bir süredir, İngiltere’de var olan müesses siyasi düzen “2.5 partili” diye tanımlanabilecek bir düzendi. 1910 yılından 2010 yılına kadar, sistemin iki büyük partisi olan İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti neredeyse % 90’lık bir seçmen desteğini paylaşırlar; buçukluk parti durumundaki Liberal Demokrat Parti ise % 10’lar seviyesinde dolaşırdı. Liberal Demokratlar, genç liderleri Nick Clegg ile 2010’da tarihi başarı yakalamış ve  %23’lere ulaşmıştı.

İngiliz siyasi sisteminde ilk kez “müesses nizam” kökten değişme ihtimaliyle karşı karşıya. İlk kez sistem dışından gelmekte olan küçük siyasi partilere hükümet ortağı olma umudu doğuyor. Kamuoyu yoklamaları gösteriyor ki, İşçi Partisi ve Muhafazakar Parti nefes nefese bir yarış sürdürüyorlar. Yarışın geçmişten farkı şu ki, iki büyük partinin toplam oy oranı %70’e erişemiyor.

Örneğin, BBC’ye göre, bu hafta itibariyle durum şöyle: Muhafazakar Parti %34, İşçi Partisi % 33,  UKIP % 13, Liberal Demokrat Parti  % 9, Yeşil Parti % 5.

Pek çok araştırma şirketine göre İşçi Partisi lideri Ed Miliban bir kaç ay önceki tartışmasız üstünlüğünü kaybetti ve Başbakan David Cameron’un 1-2 puan gerisine düştü. Araştırmaların gösterdiği en güçlü olasılık, her iki partinin de parlamentoda 270’er sandalyeye erişip pata durumunda olmaları. 

Liberal Demokratların Muhafazakar Parti ile ile yaptıkları koalisyondan ağır zarara uğradıkları o kadar kesin ki, 2010’da elde ettikleri %23’lük oy oranının yarısına erişemekten bile hayli uzakta görülüyorlar. 

Eğer David Cameron’un Muhafazakar Parti’si gelecek Perşembe yarışı önde bitirirebilirse, sağ siyasi yelpazede hükümet kurabilmek için en azından üçüncü bir ortağa daha ihtiyaç duyacak. İngiliz siyasetinin bu hali; hem David Cameron’un etkili bir liderlik yapamadığının ve hem de Ed Miliban ve kardeşinin ana muhalefette yıldızlaşamadıklarının kanıtı. 

7 Mayıs 2015 tarihinden itibaren İngiltere siyasetinde iki güç kendilerini daha çok konuşturmaya başlayacaklarmış gibi görünüyor. Bunlardan ilki, Muhafazakar Parti’nin eski seçmenlerinin oylarıyla yükselmekte olan UKIP. Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılan her 4 İngiliz seçmenden birinin oyunu alarak muazzam bir zaferle çıkan UKIP (United Kingdom Independent Party), Avrupa demokrasilerinde görülen yeni tip aşırı sağ partilerden biri. Siyasi gücünü göçmen ve AB karşıtlığı politikalardan alıyor.  

İkinci güç ise SNP (Scottish National Party). SNP’nin pozisyonu bir parça bizdeki HDP’in pozisyonuna benziyor. Tüm İngiltere’den oy almaktan çok, İskoçya’da oldukça etkin. İskoç seçmenler arasında en yüksek oy oranına sahip parti konumunda. SNP, bu seçimlerde İngiliz İşçi Partisi’nde umduğunu bulamayan İskoç kökenli seçmenlerinden de oy alıyor. SNP, İskoçların yaşadığı kuzeyden alacağı oylarla sürpriz yapmaya en yakın duran parti gibi. SNP, geçen Eylül’deki referandum kampanyasında istediğini elde edememiş olsa da, bağımsızlık yanlısı pozisyonunu terketmiş durumda değil.

Özetle İngiliz siyasetinin yükselen iki partisinin ikisi de milliyetçi partiler. Biri İngiliz milliyetçisi, diğeri İskoç. 

David Cameron: “Devam edelim” “Birlikte başarabiliriz”

Başbakan David Cameron’un kampanyasını, 2012 Başkanlık seçimlerinde Obama’nın kampanyasını yapan Jim Messina yönetiyor. Messina, sadece bir stratejist olarak değil aynı zamanda seçmen segmentasyonu ve bigdata alanlarında öne çıkan bir uzman olarak biliniyor. Messina, Obama kampanyasında olduğu gibi Cameron kampanyasında da küçük küçük oy gruplarını ikna ederek büyük sonuca ulaşmaya doğru yol alıyor. Kampanyada öne çıkan iki slogan var: “Yola devam” ve “Birlikte başarabiliriz”. Bir diğer slogan ise “Güçlü bir liderlik, net bir ekonomik plan, daha parlak daha güvenli bir gelecek” şeklinde.

Ed Miliband : “İngiltere’yi birlikte değiştirelim” 

İşçi Partisi lideri Ed Miliban’ın kampanyasını ise Obama’nın bir diğer danışmanı olan David Axelrod yönetiyor. Axelrod siyasi strateji alanında öne çıkan danışmanlardan biri. Emekçi kesimler ve çalışan aileler İşçi Partisi kampanyasının ana hedef kitlesini oluşturuyor. Her ne kadar “İngiltere’nin başarısı çalışanların başarısıyla mümkün” şeklindeki sloganıyla İşçi Partisi emekçi sınıfları hedefleyen geleneksel siyasi pozisyonuna göre vaatler kullansa da, göçmen politikaları konusunda sağcı ve aşırı sağcı partilerin başarısından etkilenmiş gözüküyor. İşçi Partisi, göçmenler konusunda Avrupalı sosyal demokrat partilerden daha sağ bir çizgiye kayıyor. Anlaşılan o ki, “sağcılaştıkça kazanacağını zannnetmek” gibi bir eğilim sadece bizde yok.  

UKIP : "İngiltere’ye inanın" 

UKIP “İngiltere’ye inanın!” şeklindeki ana sloganıyla ülkenin en alt kesimini oluşturan seçmenlere sesleniyor ve “sizi AB değil, kurtarsa kurtarsa İngiltere’nin kendi özüne dönmesi kurtarır” mesajı veriyor. "Siyaset çöktü" ve "Muhafazakarlara güvenme" şeklindeki yan sloganlarıyla ise, “müesses nizamın” elit siyasetçilerine ve özellikle de ana rakibi konumundaki merkez sağ siyasete karşı pozisyonunu netleştiriyor.

7 Mayıs günü yarışı önde sırasıyla en önde tamamlayacak gibi gözüken bu üç partinin kaçar sandalye kazanacakları İngiltere’nin ve belki de AB’nin yakın geleceğini belirleyecek. 

Radikal, 29 Nisan 2015

23 Nisan 2015 Perşembe

Partilerin Aday Listeleri ve Kampanyalar

7 Haziran seçimlerine 6 hafta kala partilerin aday listeleri ve bu listelerin biz seçmenlerin kararına etkisi. 8 Nisan günü Haber Türk kanalında katıldığım programdan bazı kesitler... Buyrun: 



21 Nisan 2015 Salı

17 Nisan 2015 Cuma

II. Clinton’mı, III. Bush mu?

Kısa süre önce, Amerikan Siyasi Danışmanlar Derneği’nin (AAPC) düzenlediği yıllık konferans ve Pollie Ödül Töreni için ABD’nin New Orleans kentindeydim. 20 yıla yakın bir zamandır dünya çapında verilen Pollie Ödülleri, siyasi iletişim alanının Oscar’ı olarak kabul ediliyor. Dünyanın dört bir tarafından binlerce kampanyanın yarıştığı Pollie Ödül töreninde kazandığımız bir altın, iki gümüş ve üç bronz olmak üzere 6 ödül ile New Orleans’tan mutlu dönmekle kalmadık, başta 2016 ABD başkanlık yarışı olmak üzere, Amerikan siyasetinin önemli konularında Amerikalı meslekdaşları dinleme ve derinlemesine sohbet etme imkanı da bulduk.

Konferansta online ve offline data yönetiminden saha organizasyonuna, stratejiden mesaja kadar çok farklı alanlarda uzmanlaşmış Amerikalı meslektaşlar tecrübelerini katılımcılarla paylaştı.

Amerika dışından bu büyük konferansa katılan stratejistler için muhtemelen en dikkate değer konu  2016 ABD başkanlık seçimleriydi. Lionel Sosa ve Robert Shrum gibi efsaneleşmiş ve bugün artık emekli konumdaki siyasi danışmanlardan “It’s the economy, Stupid” sloganı ile Bill Clinton’a muazzam bir başkanlık zaferi kazandıran James Carwill’e kadar duayenlerden 2016 tahminlerini de dinledim.

Henüz ABD’nin müesses siyasi yapısındaki iki partiden kaçar aday adayının yarışa karar vereceği bilinmiyor. Ama Bush ve Clinton soyadlı iki aday adayının kendi partilerinin içinde yarışı göğüsleyecekleri tahmin ediliyor. Muhtemelen önümüzdeki 2 ay içinde tüm tabloyu görebileceğiz.

Konferans devam ederken kahve aralarında bir de bahis başlatıldı: 30 Nisan’dan önce Jebb Bush mu adaylığını açıklayacak, Hillary Clinton mu? İki gün önce, “Hillary diyenler” kazandı. Clinton, üç gün önce resmen Demokrat Parti aday adayı oldu.

Hillary Clinton: “Kendim için değil, sizin için adayım!”

Hillary Clinton 2008 Başkanlık yarışında Obamaya karşı kaybetmişti. O tarihte kaybetme nedeni olarak, kampanyasının ilerleyen aşamalarında “Kendim için değil, sizin için bu yarışa girdim” havası estirmesi gösterilmişti.

Aslında bu kez de Hillary aynı şeyi söylüyor. Ama bir farkla. Bu kez snob bir dille ve yukarıdan bakan bir ifadeyle konuşmuyor. Tam tersine seçmenin sesi, sözcüsü ve temsilcisi olacağını söylemeye çalışıyor.

Aşağıdaki 2 dakika 18 saniyelik videodan da göreceğiniz gibi, kampanyasının ilk ve en önemli filminde farklı yaş, etnisite ve cinsel tercihleri olan orta sınıf Amerikan seçmenine mikrofon uzatıyor. Bahçesinde çalışan orta yaşlı bir ev kadını, çocuğu ana okuluna başlamak üzere olan bir anne, kardeşiyle işe başlamak üzere olan Hispanik bir emekçi, yeni bebek bekleyen siyahi bir çift, iş arayan yeni mezun Asyalı genç kız ve evlenme kararı vermiş, elele yürüyen gay bir çift…

Filmin ilk 1.5 dakikasında görünmeyen Hillary Clinton Amerikalıların her Allah’ın günü bir şampiyona ihtiyacının olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Ben işte o şampiyon olmak istiyorum.”

Kampanyanın nasıl devam edeceği yine Hillary Clinton’un sözlerinde gizli sanki: “Aileler güçlü olursa, Amerika güçlü olur. “

Hillary böylece geleneksel - erkeksi kampanya yöntemlerinden uzaklaşıyor ve lansmanda nutuk atarak start vermek yerine, orta sınıf seçmenin yüzünü ve sesini kampanyasının ana aksı haline getiriyor.


Clinton’un yenilenen ve bir ok eklenerek kalkınmacılığı ve ileriye gitmeyi sembolleştiren yeni logosunun açılımlarını şu siteden izlenebilir.  https://www.hillaryclinton.com

Amerikan seçmenine yeniden sunulan 30 yıllık menu

New Orleans’taki konferansta Bill Clinton’un eski kampanya direktörü James Carwill’in 2016 ABD başkanlık yarışı için söyledikleri özellikle önemliydi. Carwill adlarını açıkça anmasa da yarışta öne çıkacağı tahmin edilen Demokrat Hillary Clinton ile Cumhuriyetçi Jebb Bush’u yetersiz bulduğunu ima etti ve ekledi: “Dünyanın en güçlü demokrasisiyiz. Kurallarımız ve sistemimiz herkes için adil fırsat yaratıyor. Buna rağmen son 30 yıldır iki ailenin nefes nefese yarışını izlemekten başka bir şey yapmıyoruz. Merak ediyorum; bu ülkedeki herkesi heyecanlandıracak yeni ve renkli bir aday neden çıkaramıyoruz?”

Gerçekten de ABD sadece dünyanın en büyük ekonomisi olması nedeniyle değil, aynı zamanda güçlü demokratik teamülleri ve kurumları nedeniyle de pek çok ülkeden farklı.

Kurulduğu günden bu yana başkanlık rejimi ile yönetiliyor. İyi tasarlanmış güçler ayrılığı nedeniyle de hiç bir başkanın kişisel arzuları sisteme egemen olamıyor. Sistem doğru kurulmuş denge ve denetleme mekanizmaları sayesinde başkanlık rejiminden dikta rejimine kayma gibi maceralara fırsat tanımıyor.

Amerikan sisteminin en önemli sigortalarından biri de seçim süreçleri. Bu ülkede dünyanın hiç bir demokrasisinde görülmeyecek kadar uzun ve renkli seçim kampanyaları yapılıyor. Özellikle başkanlık kampanyaları böyle. İki yıla yakın zamana yayılan başkanlık yarışları seçmene karar vermek için yeterince malzeme sağlamakla kalmıyor, Amerikan demokratik sistemi lehine dünya çapında tanıtım yapılmasına da fırsat yaratıyor.

Tüm bunlara rağmen, 320 milyonluk bu koca ülkenin seçmenleri 1989 yılından beri ya Clinton yada Bush soyadlı bir adayı seçmek durumunda kaldı. Obama bu gidişatın tek istisnası oldu.

Eğer tüm gidişatı değiştirecek ve seçmeni heyacanlandıracak yeni bir isim çıkmazsa, bu iki ailenin yarışı Amerika’yı ve dünyayı etkilemeye biraz daha devam edecek gibi görünüyor.

Radikal, 16 Nisan 2015


9 Nisan 2015 Perşembe

Aday listelerinin anlamı


Her seçim, seçmenler için birbirinden farklı menüler arasında bir tercih yapma imkanı demektir. Seçmen olarak bizler, siyasi partilerin sundukları vaatler kadar, o vaatleri yerine getirmeye aday gösterilen kadrolara da bakarak karar vermeye çalışırız.

7 Haziran’a tam iki ay kala siyasi partilerin belirleyip YSK’ya teslim ettiği aday listeleri bize ne anlatıyor? Partilerin aday listelerini gördükten sonra kaçımız kararımızı değiştirebilecek noktaya geldik? Listelerin özel bir anlamı var mı?

Davutoğlu “ben de söz sahibiyim” dedi.

AKP aday listeleri için son birkaç aydır en çok konuşulan konu, listeleri kimin hazırlayacağıydı. Pek çok yorumcu Ahmet Davutoğlu’nun yerinin bile sağlam olmadığını, Davutoğlu’nun birkaç isim dışında belirleyici olamayacağını hatta tüm listenin Erdoğan tarafından hazırlanacağını iddia ediyordu. Açıklanan liste bu iddiaların geçersizliğini gösterdi.

Anlaşılan o ki, Erdoğan kendisine yakın 25- 30 ismin listeye girmesini garantilemiş. Listenin kalanı için, isimler üzerinde değil ama prensipler üzerinde varılan bir uzlaşmayla teşkilatı ve Davutoğlu’nu serbest bırakmış. Listeye baktığımızda Ahmet Davutoğlu’nun AKP Genel Başkanı ve Başbakan olduğu tarihten bu yana ilk kez iradesini hissettirdiğini söyleyebiliriz. Ama bu; Davutoğlu’nun özgür tercihini yansıtmaktan uzak, yalnızca kendini ezdirmemeyi başarabilmiş bir irade!

Erdoğan ile Davutoğlu arasında seçim öncesi yeni bir gerginliği önlemeye dönük bir uzlaşı arayışının sonucu ortaya çıkan AKP listesinin ise son derece vasat bir liste olduğu söylenebilir. AKP listesi ne stratejik seçmen kararı yaratabilecek, ne de seçmen kaybettirecek bir liste. Güneydoğu’nun bazı seçim çevrelerindeki birkaç ismi hariç tutarsak, AKP listesine renksiz, tatsız tuzsuz bir liste dahi diyebiliriz.

AKP’nin aday listesi için, “Son 13 yılda ülkeyi yöneten AKP kadrolarından daha donanımlı bir liste çıkmıştır. Bu listedeki isimler Türkiye’yi daha iyi yaşanacak bir ülke yapabilir” demek mümkün olmadığı gibi, partinin temel iddiası olan “Yeni Türkiye”yi kurabilecek bir kadrodan da söz edemeyiz.

Son sözü sağduyu söyleyecek

Bu seçimde, Türkiye’yi önümüzdeki 4 yıl boyunca yönetecek heyeti belirlemekten daha çok, Türkiye’deki rejime ilişkin bir karar verilecek. Türkiye ya tek adam rejimine kayacak veya parlamenter demokratik sistemde kalma iradesi gösterecek.7 Haziran’da partilerin alacakları oy kadar, bu oylarla yaratacakları etkinin boyutu da Türkiye’nin rejimini belirleyecek.

Bu nedenle kararsız seçmenlerin, bu seçimde oy vermeyi düşündükleri partilere, Meclis kompozisyonunda ve siyasal hayatta yaratacakları etki düzeyleri arasındaki fark açısından da bakarak karar verme eğilimine girdikleri görülüyor. Türkiye’nin bugün içinde bulunduğu koşullar karşısında bunun son derece sağduyulu bir seçmen yaklaşımı olduğuna hiç şüphe yok.  

 Radikal, 9 Nisan 2015


CHP Listeleri : Önseçimde oy kullanan üyeler, tabandaki bölünme riskini dikkate aldı


Seçimlere giderken bir partinin ana seçmen tabanındaki bölünme riskinden daha tehlikeli hiçbir durum yoktur. 7 Haziran öncesi, CHP içindeki iki kesimde bölünme riski vardı ve bu CHP’yi aşağı çekebilirdi. Ulusalcı seçmen kitlesi ve Alevi seçmen kitlesi bu kez farklı tercihler sergileyebilirdi. Emine Ülker Tarhan’ın kurduğu Anadolu Partisi ve Doğu Perinçek’in adını değiştirdiği Vatan Partisi, CHP içindeki ulusalcı damara gözünü diken iki oluşumdu. 7 Haziran’da bu oluşumların etkisinin sınırlı olacağı anlaşılıyor.

CHP’nin çekirdek kitlesi içindeki asıl risk Alevi seçmenlerdeydi. CHP’yi onlarca yıl ana muhalefet pozisyonuna taşıyan bu kesime HDP gözünü dikmişti. Ön seçimlerde oy kullanan parti üyeleri bu önemli tehlikenin farkına vardılar. Parti tabanı, Alevi seçmenlerin artık çantada keklik sayılamayacağını gördü. Sağ ve muhafazakar seçmen kitleleri arasında destek arama macerasına girmektense, kendi elindeki çekirdek seçmene sahip çıkmaya karar verdi. 29 Mart’ta yapılan ön seçimler, Alevi seçmen kitlesinin HDP’ye kaymasını büyük oranda durduracak bir sonuç yarattı. Özellikle büyük şehirlerde Alevi adaylar seçilebilecek yerlerden listelere girmeyi başardılar.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun denge odaklı bir yaklaşımla belirlediği kontenjan isimlerinin bir iktidar listesi olduğunu söylemek ise gerçeği abartmak olur. Örneğin “olası bir CHP koalisyon ortaklığında kalkınma ile ilgili çeşitli bakanlıklara bu listeden rahat rahat güçlü isim alternatifleri bulunabilir” diyemeyiz.

CHP listesindeki yegane renk, Roman aday Özcan Purçu ile Ermeni aday Selina Özuzun Doğan’dan ibaret. Umut Oran ve Erdal Aksünger gibi partinin çalışkan ve yolsuzluk savaşçısı isimlerinin listelere alınmaması ise manidar yorumlara elverişli bir görünüm sergiliyor.

Radikal, 9 Nisan 2015

MHP listeleri: Sessiz ama iddialı



MHP listesi muhtemelen bu seçimlerdeki en az tartışma yaratacak liste. Saadet Partisi ve Büyük Birlik Partisi’nden gelen ittifak çağrılarına karşılık Devlet Bahçeli’nin partinin içinde bir ittifak çözümüne gittiği anlaşılıyor.

Bahçeli, geçmişte kendisine rakip olmuş iki iddialı ismi seçilebilir yerlerden aday göstererek hem cesaret sergilemiş hem de kendinden sonrası için hazırlık yapmış oldu. Bahçeli, toplumsal tabanı ve siyasi bir etkisi olmayan Ekmeleddin İhsanoğlu’nu listesine alarak, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde ittifak adayı ile ilgili olarak asıl karar vericinin kendisi olduğunu da ilan etmiş oldu.

MHP’nin listesine bakarak, koalisyon dahil iktidara tam teşekküllü bir hazırlık içinde olduğu da iddia edilemez.

Radikal, 9 Nisan 2015

HDP listesi : United Colors of Turkey


Aylardır konuşulan “HDP seçimlere parti olarak girme riskini gerçekten göze alacak mı? Yoksa son anda vazgeçip yine bağımsız adaylara mı yönelecek?” tartışmaları artık geride kaldı. HDP aday listesi, gerek kadın sayısı bakımından, gerekse çeşitli etnik ve siyasi kökenlerden gelen isimlerden oluşması bakımından bu seçimlerin en cesur ve renkli listesi.

HDP aday belirlerken sadece kendi seçmen tabanını koruma iradesi sergilemekle kalmadı, rekabet ettiği diğer siyasi partilerin çekirdek seçmen kitleleri ile de ilgilendiğini gösterdi. Leyla Zana ve Abdullah Öcalan’ın yeğeni başta olmak üzere Kürt siyasi hareketinin anlamlı isimleri listelerde yerlerini korurlarken, muhafazakar siyasetin, özgürlükçü sol ve sosyalist sol siyasetin çeşitli isimleri de listelerde kendilerine yer buldu. Alevi, Ezidi ve Ermeni temsilciler ile LGBT adaylar da HDP listelerinin diğer önemli renklerini oluşturdular.

Her ne kadar en renkli ve en cesur listeyi oluşturmuş olursa olsun HDP, dünyadaki hiç bir gerçek demokraside görülmeyen % 10’luk adaletsiz barajı aşabilmek için her zamankinden daha çok çalışmak zorunda. Bu seçimlerde HDP’nin alacağı oy, sadece kendi partisi için değil, ülkenin bugünü ve yakın geleceği için de stratejik önemde.

Radikal, 9 Nisan 2015

6 Nisan 2015 Pazartesi

Seçmen "Rejim için Sandık Başına" gidecek!

7 Haziran’da asıl olarak sistem değişikliğinin oylanacağı; ekonomi, sosyal politikalar gibi faktörlerin tali planda kalacağı değerlendirmelerine katılıyor musunuz? 
Bu seçimler muhtemelen bizim 1946 seçimlerinden bu yana gördüğümüz, göreceğimiz en kritik seçimlerden biri olacak. Çünkü bugüne kadar genellikle "hangi heyetin ülkeyi yöneteceğine ilişkin" bir karar veriyordu seçmenler. Ama bu kez "hangi sistemin ya da rejimin bundan sonra bu ülkeyi yöneteceğine ilişkin" bir karar verecekler. 
Ekonomi çok önemli bir etkendir. Etkisi azalmayacaktır ama, bu seçimde seçmenlerin ağırlıklı bölümü gündelik çıkarları için değil, rejim için sandık başına gidecekler!
Özellikle AKP’nin karşısında konumlanan seçmenlerin hemen tamamı "rejim için sandık başına" gidecek. Ekonomi ve diğer konular ikinci planda olacak gibi görünüyor.
DÜŞMAN CEPHESİNE ALEVİLER DE DÂHİL EDİLDİ
Saldırılarla ilgili AKP cephesinden gelen ‘radikal Aleviler’ vurgusunu nasıl okuyorsunuz? Bu vurgu aynı zamanda AKP’nin Alevilerden oy alma beklentisinin/ hedefinin olmadığını mı gösteriyor? 
Eğer savaş stratejisi izliyorsanız ve korkuyu kullanıyorsanız mutlaka düşmana ihtiyacınız var. AKP’nin bütün seçim kampanyalarına baktığımız zaman hemen her seçimde bir düşman yarattığını ve kampanyasını onun üzerine yoğunlaştırdığını görürsünüz. 
Örneğin yerel seçimlerde paraleller düşmandı, ya da 2007’de cumhurbaşkanının eşinin başörtülü olmasına izin vermeyen laikçiler ya da Kemalistler düşmandı vs. Bu sefer de görünen o ki “paralel yapı” ile ilgili savaşta gelinen nokta kimseyi ikna etmiyor... Ya da kısa vadede sonuç alınabilecek bir şey gözükmüyor. Dolayısıyla düşman parantezini genişletmiş oluyor. Bu düşmanlardan biri de toplumsal barışın ve rejimin sigortası olan Aleviler olacak gibi gözüküyor. 
AKP, Alevi çalıştayları, açılımları yaptı biliyorsunuz. Bence elde ettikleri sonucun ihmal edilebilir bir sonuç olduğunu gördüler. O nedenle muhtemelen, Alevilerden gelecek oydan vazgeçip, var olan çekirdek seçmenleri ve onun etrafındaki diğer seçmenlerdeki erimeyi durdurabilecek bir konsolidasyon stratejisi uyguluyorlar. 
6 Nisan 2015 - Evrensel Gazetesi'nden Serpil İlgün ile röportajdan...

"Önce kavga bitsin, çoçuğumun kulağını ondan sonra çekerim!"

Etyen Mahçupyan, ‘Halk darbeye karşı yolsuzluğu tercih ediyor’ dedi. Yolsuzluğa rağmen son seçimlerde AKP’nin önemli bir kayba uğramamasını başkaca hükümet yanlısı yazar ve yorumcular da böyle analiz ediyor. Ne dersiniz?
Evet, yolsuzluğa rağmen neden AKP’ye oy vermeye devam ediyorlar? 
Çocuğunuzun mahallede karıştığı bir kavgayı düşünelim. Çocuğunuza kabahatli olduğunu bildiğiniz halde ceza vermezsiniz. Tersine o kavgada çocuğunuzu korursunuz. Olaylar yatışana kadar çocuğunuzu saklarsınız. Her şey sükûnete erdikten sonra çocuğunuzdan hesap sorarsınız. Seçmenin davranışı da böyle... 
Araştırmalara göre seçmen, AKP’nin lider kadrosunun çeşitli yolsuzluklara bulaştığını net olarak görüyor. Ama diyor ki, “Türkiye şu anda bir savaşta. Bu savaş bildiğimiz ve bilmediğimiz iç ve dış düşmanlara karşı yürüyen bir savaş...” 
Çünkü muazzam bir medya gücüyle seçmen beyni iğfal ediliyor. Seçmen beyninin iğfal edilmesinde AKP seçim kampanyası makinesi içinde görev üstlenen çeşitli entelektüeller ya da entelektüel görünümlü propagandistler var. Ve bu insanlar seçmene, hepimize Türkiye’nin bir tür saldırı veya savaş altında olduğunu anlatıyorlar. Bu yüzden de seçmen diyor ki, “Aman dur hele, şu iş bir bitsin, kulağını sonra çekerim. Ama şimdi çocuğumun safında yer alayım.” 
O nedenle kirli olduğunu bile bile oy vermeye devam ediyor. 
Ben gidersem darbe olur’, ‘ben gidersem çözüm süreci biter’, ‘ben gidersem başörtüsü özgürlüğü ortadan kalkar’ gibi söylemler de ‘savaş altındayız’ propagandasına dâhil mi? 
Gayet tabii. Bunda kaos ya da istikrarın bozulmasından sadece bir vatandaş olarak rahatsız olma durumu yok. Aynı zamanda kişisel olarak rahatsızlık da söz konusu...
Kişisel rahatsızlık derken?
Ekonomik olarak kendisine dokunacak bir şey var. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın dağıttığı yıllık sosyal yardım 13 milyar dolar civarında... 
Hane halkına yapılan yardımlar ile sosyal amaçlı transfer kalemlerindeki oranlar, geçen yılın ilk iki ayına göre iki kat arttığı söyleniyor…
Evet. Bu para Türkiye’deki en alttaki kesimlere dağıtılıyor. Yoksullara, özürlülere, yaşlılara, çaresizlere vs. 
Sadece ve sadece böyle bir yardımla hayatınızı idame ediyor olsanız, siz de istikrarın bozulmasından ve AKP’nin yerine başka bir iktidarın gelmesinden korkarsınız. Dolayısıyla sadece savaş politikası ya da genel olarak korku stratejisi insanları konsolide etmekle kalmıyor, aynı zamanda da insanlara “bu sistem bozulursa sen de bundan doğrudan rahatsız olursun” mesajları iletiliyor. 
Şunu da vurgulamak isterim; AKP Türkiye’deki diğer bütün siyasi partilerle kıyaslandığı zaman en organize, toplumun kılcal damarlarına kadar girebilmiş bir parti. Cemaatler, hatta Diyanet’e bağlı teşkilatlar vasıtasıyla yürütülen muazzam bir altyapı var ve bu altyapı, o muazzam mesaj bombardımanını seçmenin kulağına, bizim zannettiğimizden daha yüksek sıklıkta, bizim zannettiğimizden çok daha etkili bir şekilde bir şeyler fısıldıyor ve bunların hepsi çalışıyor. 
Ulusalcıların ‘bir torba kömüre, bir paket makarnaya oylarını sattılar’ gibi küçültücü söylemlerinin, yoksul nüfusu AKP’ye daha da ittiği yönünde değerlendirmeler yapılmıştı. Yoksullar üzerindeki AKP etkisi nasıl kırılır peki? Nasıl bir dil geliştirilmeli? 
Sosyal yardıma muhtaç insanların bu oranda varlığı özel olarak AKP’nin ama genel olarak sağ partilerin uyguladığı politikaların bir sonucudur. O politikaların sonucu vatandaşlar bu duruma düşürülür. Ama bunu bilmezler. 
Bunu bilmiyor olmaları onların kusuru değil. “Oyunu kömüre, makarnaya sattı” şeklindeki argümanlar sadece küçültücü değildir, aynı zamanda görevini hakkıyla yapmayan siyasi partilerin kendilerini rahatlatma yoludur. Seçmenin rakibinize oy vermesine kızacağınıza, niye ondan oy almayı beceremediniz ona bakmanız lazım. 
Seçmen elbette ki bir siyasi partiden / heyetten ekonomik fayda bekler. Onun nasıl sağlandığıyla ilgilenmez. 
Buradaki söylemlerin değişmesi ve özellikle soldaki siyasi partilerin hem örgütlenmeye, hem mesajlarını dağıtmaya, hem de insanları ikna etmeye en alttaki seçmen kümelerinden başlaması şart. 
6 Nisan 2015 - Evrensel Gazetesi'nden Serpil İlgün ile röportajdan...