Necati Özkan ve Seçim Zamanı

5 Şubat 2015 Perşembe

ABD’nin yeni başkanı bir kadın olabilir


Amerikan Başkanı Barack Obama, ikinci dönemindeki ikinci yılını geride bıraktı. Amerika’nın bir sonraki başkanını belirleyecek olan seçimler 8 Kasım 2016 günü yapılacak. Henüz Amerikan medyasında çok yer almasa da, bu yılın ortalarına doğru partilerin içindeki aday adaylarının yarışı kızışmış olacak.

Amerikan Başkanlık seçimlerinde, adaylar ve adayların kimlikleri diğer demokrasilerden daha fazla bir etkiye sahip değil. Ama bu ülkede başkanlık yarışı yaklaşık iki yıl sürdüğü için adaylar toplumun, medyanın ve dünyanın gündeminde daha çok yer işgal ediyorlar.

Adına “Primary” denen ön seçim süreci bir yılı aşan bir zamana yayılıyor. Bu süreçte, partililer kendi partileri içinde yarışan adayları ve onların projelerini yakından tanırken, seçmenlerin geri kalanı da, devam eden yarışı takip ederek, başkanlık makamı için yarışacak olan müstakbel ismin yeteneklerini ve liderlik becerilerini algılamış oluyor.

Şu günlerde Amerikan siyasi sisteminin iki egemen partisi içinde yarışacak isimler ile ilgili tahminler ve yorumlar başlamış durumda. Geçen hafta ülkenin batı kıyısına yaptığımız ziyarette gördük ki, kimlerin aday adayı olacağı konusu yeni bir “iş alanı”na dönüşmüş durumda. Örneğin senelerdir siyasi partilere ve adaylara kampanya danışmanlığı ve teknolojik altyapı hizmetleri sunan Washington merkezli bir şirket, “Predictit.com” isimli online bir bahis sitesi açmış. Siteye girip kimlerin hangi partide yarışacağı üzerine bahse girip, para kazanabiliyor veya kaybediyorsunuz.

Her ne kadar bir bahis sitesi gibi görünse de, site aslında muazzam bir online öngörü sitesi. Sitenin sağladığı veri, siyasi partiler için bir hazine aslında. Resmi olarak yarışa henüz başlamamış adaylardan diğerlerine göre yüksek beklenti yaratanların şansı muhakkak ki daha yüksek olacak.

Demokratların favori aday adayı Clinton, 2nci Clinton olmaya doğru mu gidiyor?

Yeni bir “Bush – Clinton Savaşı”na doğru

Sitede bahis oynayanlar, bu yazının kaleme alındığı dün itibariyle Demokrat Parti tarafında Hillary  Clinton’a %79, Elizabeth Warren’a %14, Martin O’Malley’e  %13, Joe Biden’a %10, Jerry Brown’a % 6 şans tanıyorlar.

Cuhuriyetçi Parti tarafında ise Jeb Bush’a %43, Scott Walker’a %40, Rand Paul’e % 29, Marco Rubio’ya %25 şans tanınıyor.

Özetle bahisçiler Hillary Clinton’un Demokrat Parti, Jeb Bush’un ise Cumhuriyetçi Parti içinde ipi göğüsleyeceklerini öngörüyorlar. Eğer bu öngörü gerçekleşirse, bu yılın sonlarından başlayıp, gelecek yılın 8 Kasım’ına kadar Amerika ve dünya yeni bir Bush – Clinton savaşına sahne olacak demektir.

Çeyrek yüz yıllık kutuplaşma

Baba George Bush’un ABD başkanı seçilmesiyle başlayan Bush ve Clinton aileleri arasındaki mücadele, Amerikan siyasi tarihinde görülen en derin kutuplaşmanın hem nedeni hem de sonucu gibidir.

1989 yılında George Bush’un dönemiyle başlayan Cumhuriyetçilerle – Demokratlar arasındaki kutuplaşma, 1990’ların sonunda kendi kuşaklarının en ileri görüşlü liderleri olan Bill Clinton ile Newt Gingrich arasında düşmanlık düzeyine ulaşmıştı. Bill Clinton’un iki dönem süren başkanlık dönemi, Cumhuriyetçilerin sadece Amerika’da değil, tüm dünyada hegemonya kurma planları yapmalarına neden olmuştu.

Jeb Bush, son 30 yılda ABD başkanı olan 3. Bush mu olacak?

Oğul Bush’un 2000 yılında kardeşi Jebb Bush’un vali olduğu Florida Eyaleti’nin oylarıyla tartışmalı şekilde başkan seçilmesiyle Cumhuriyetçilerin fikri liderliği Gingrich gibi sağ entelektüellerden, Senator Rick Santorum gibi ideologlara ve Karl Rove gibi Makyavelistlere geçmişti. Artık Amerika’da hem Demokratlara  ve hem de dünyaya karşı her türlü savaş aracını kullanmaya and içmiş bir yönetim vardı. Gerçekten de “Yeni muhafazakarlar” (Neoconlar), iki dönem süren W. Bush dönemi boyunca içerde ve dışardaki muhalifleriyle savaşmak için ellerinden gelenleri artlarına koymadılar.

2008 yılında Barack Obama’nın seçimleri kazanmasıyla ülkeyi yeniden birleştireceği umut edilmişti. Ama, Cumhuriyetçiler ve Çay Partisi bu dönemde Obama yönetimini iş yapamaz hale getirmeye odaklandı. Ne Obama’nın pasifist yöntemleri, ne de Hillary Clinton’un Dışişlerinde uyguladığı açıklık politikaları durumu düzeltmeye yetti.

Anlaşılan o ki, Hillary Clinton ile Jeb Bush 2016 Başkanlık yarışında kendi partilerinin adayı olmayı başarırlarsa, 26 yıldır ülkenin siyasi hayatında egemen olmayı başaran bu iki ailenin çekişmesinde yeni bir evreye geçilecek.

Peki kim kazanmaya daha yakın?

Sitedeki bahisçiler “Beyaz Saray yarışını hangi parti kazanır” sorusuna % 64 Demokrat Parti, % 53 Cumhuriyetçi Parti diye cevap veriyorlar.

Ama aynı aynı kişiler, “2016 Başkanlık yarışını kim kazanır?” sorusuna % 57 Hilary Clinton,  %40 Jeb Bush diye cevap veriyor. Mevcut Başkan Yardımcısı Joe Biden’a şans tanıyanların oranı ise sadece %10.

Durum özetle buysa, Hillary Clinton’un 2016 başkanlık yarışının en favori ismi olduğunu şimdiden ilan etmemiz mümkün. Önemli olan, Bayan Clinton’ın gençleri, umutsuzları, kaybedenleri ve Latin Amerikalılardan Asyalılara kadar göçmen kökenli seçmenleri motive edecek bir kampanyayı başarıp başaramayacağı. Eğer başarabilirse dünyanın en güçlü demokrasisinde, 30 yıl içinde Bush soyadlı ikinci başkandan sonra, bu kez Clinton soyadlı ikinci başkan iktidara gelecek.

5 Şubat 2015, Radikal

3 Şubat 2015 Salı

Ukrayna'dan Yükselen Çığlık

Kısa bir süre önce, Kiev’de bir dizi eğitim vermeye davet edilmiştim. Yaşları 25 - 40 arası olan 110 civarında profesyonel iletişimci grubu ve üniversitelerin gazetecilik fakültelerinde okuyan 500’ün üzerinde öğrenci grubu için iki ayrı tip eğitimlerdi.

Geleceğe ilişkin umudun ve cesaretin neredeyse yok edildiği Kiev’de 3 gün boyunca konumlandırma, kampanya yönetimi, iletişim stratejisi ve uygulama içeren eğitimler verdim. Çok ilgili, iletişimin stratejik ve taktik olanaklarını öğrenmeye odaklanmış iyi eğitimli ve meraklı insanlarla muhatap oldum. Başka ülkelerde karşılaştığımdan daha faal ve daha meraklı gruplardı. 

Bunca ilgi ve odaklanmanın nedeni elbette ki Ukrayna’da devam eden iç savaştı. Kırım’ın dünyanın gözü önünde Rusya tarafından ilhak edilmesi; ardından Doğu Ukrayna’da başlayan iç savaş, Ukraynalıları iletişim konusunda daha fazla odaklanmaya yönlendirmişti. Çünkü ülkelerindeki asıl savaşın Rusya ve Rusya yanlılarınca “sahada değil zihinlerde” yapıldığını düşünüyorlardı. 

Eğitimlere katılanların önemli bir bölümü, ben Kiev’den döndükten sonra mail ve sosyal medya araçlarıyla benimle iletişim kurmaya devam ettiler. Hemen her gün Ukrayna’da olan bitenlerle ilgili bir mail veya mesaj alıyorum.

Bugün sizlerle bunlardan birini, Psikolog Elena Grigoryev’in gönderdiği maili paylaşacağım. Dr. Grigorvey, Karadeniz’in karşı kıyısındaki komşumuzda son bir yıl içinde 16.000’den fazla insanın hayatını kaybettiğini söylüyor ve Ukrayna’daki iç savaşa duyarsız kalmanın dünya için yaratacağı tehlikelere dikkat çekiyor:

“Savaş, diğer birçok Ukraynalı gibi beni de hazırlıksız yakaladı. Makyevelli’nin aforizmasını şimdi anlıyorum: “Savaştan kaçılamaz. Savaş ancak ertelenir. O da düşmanınızın yararına.” Tabii ki ben de başta “sağduyu muhakkak galip gelir” diye düşünüyordum.

Sonra savaş başladığında bir türlü inanmak istemediğim dehşetin içine sürüklendim. İnsanlarımız için endişelendim... Askerlerimiz için endişelendim... Geceleri uykuya dalmadan önce halkımız için dua ettim... Aylarca sabah uyandığımda ilk düşüncem cephedeki askerlerimizin durumu oldu...

Profesyonel bir psikolog olarak savaşın insan ruhunda nasıl travmalara yol açtığını iyi biliyorum. Bu yüzden Ukrayna’nın doğu bölgesindeki askerlerimize yardım etmeye karar verdim.

Şunu belirtmeliyim ki Doğu Ukrayna’da geçirdiğim zamanlarda kendimi çoğu kez gerçeklikten soyutlanmış hissediyorum. Özellikle Rus propaganda makinasının yaydığı saçmalıkları görünce insan kendini öyle hissediyor. Kafka tarzı bir gerçeklik var orada.

Mesela Rus propaganda makinası bize “Nazi” diyor. Ama öte yandan aynı makinanın sözcüleri bir “Rus dünyasından” bahsediyor ve millet olarak varlığımızı inkâr ediyorlar. Şimdi düşünün; yarın öbür gün gelseler ve size deseler ki “Türkiye yoktur; burası “Rus dünyasının” bir parçasıdır. Buna karşı çıkanlar Nazi’dir ve yok edilmelidirler.” Bu argüman, saldırgan bir politikayı haklı göstermeye çalışan sudan bir bahane değil mi?

Rusya, dünyayı ikna etmek ve askeri hedeflerine ulaşmak için “vyshivatniki” denen özel provakatör timler görevlendirdi. Kremlin bu özel timlere insanlık adına utanç duyulacak işler yaptırıyor. Bu paramiliter ekipler, kendilerini Ukraynalı gibi göstererek Doğu Ukrayna’da provokasyonlar yapıyor. Dünyanın en uysal milletlerinden olan Ukraynalıları cani gibi göstermek için sayısız cinayetler işliyorlar. Bu propaganda yöntemi dünyada değil ama, belki Rusya vatandaşları arasında işe yarar.

Öte yandan Ukrayna’da yaşananlar konusunda Avrupa çok ilgisiz. Sadece Avrupa halkının değil, entellektüel sınıfların ve siyasetçilerin bile ilgi ve bilgi düzeyleri hayal kırıklığı uyandıracak kadar düşük. Az sayıda politikacı ve parmakla sayılacak sayıda gazeteci Ukrayna'daki iç savaştan kaynaklanan risklerin dünya için ne anlama geldiğini kavrayabiliyor.

Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün ihlaline karşı duyarsızlık, yarın başka ülkelerin topraklarının bölünmesini de tetiklemez mi? Ukrayna’nın kuruluşunu sağlayan uluslararası anlaşmaların ihlaline karşı duyarsızlık, başka ülkelerin kuruluşunu sağlayan anlaşmaları da prensip olarak ortadan kaldırmaz mı?

Peki ya “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması” ne olacak? Bütün bu olanlardan sonra bugün örneğin Iran halkına, “dünya barışını korumak için nükleer programınızı durdurun” denebilir mi? Bir ülkenin vatandaşları kendi ülkelerini koruyamayacaksa, başka kimden korumasını bekleyebilir ki?

Rus hükümetinin neden bu kadar agresif bir yol kullandığını çok düşündüm. İşgalci bir ülke olarak Rusya’nın, dün ne yaptıysa bugünün modern dünyasında yine aynısını yapmaya devam ettiğini anladım. Yakutistan , Buryatin, Başkurdistan, Dağıstan ... gibi onlarca farklı etnik, kültürel ve dini kökene sahip halkın yaşadığı tüm bu ülkeler hala Moskova’nın işgali altında. Moskova, bu ülkelerin kaynaklarını yiyip bitiriyor ve geriye sadece çöp bırakıyor.

Daha net anlaşılması için size yakın halklardan örnekler vereyim: Örneğin, Müslüman Türklerin yaşadığı Başkurdistan Cumhuriyeti… Başkurdistan, Dubai kadar zengin petrol yataklarına sahip bir ülke. Ama tüm bu zenginliğin Başkurtlara hiç bir faydası yok. Başkurdistan’da bırakın petrole dayalı refahı, doğru dürüst karayolu bile bulamazsınız. Üstelik ülke petrol endüstrisinin yarattığı muazzam çevre sorunları ile başbaşa bırakılmıştır. 

Unesco’ya göre ülkenin Yukarı Ural bölgesi, dünyadaki en kirli alan. Son yıllarda bunlar yetmiyormuş gibi, Başkurdistan’ın diğer önemli zenginliği olan ormanlar, Moskova tarafından talan edilmeye başladı. Ülkenin akciğerlerine insafsızca kıyılıyor ve zenginlikler çalınıyor. Zenginliklerin sahibi Başkurtlar ve diğer halklar ise kendi ülkelerinde dibine kadar yoksulluğu yaşıyorlar.

Türk kökenli bir diğer halkın yaşadığı Dağıstan'da da durum aynı. Bu ülkenin petrol zenginlikleri de Moskova tarafından çalınıyor. Yada Türk kökenli diğer iki halkın yaşadığı Moğolistan sınırındaki Buryatya ve Yakutistan Cumhuriyetleri… Aslında  federal cumhuriyetlerin hiç birinde durum farklı değil.

Ekonomik zenginlik aracı olmanın ötesinde, çeşitli ülkelere karşı stratejik bir şantaj silahı olarak da kullanılan meşhur “Rus doğalgazı” ise Kuzey Buz Denizi’nin kenarındaki Yamal-Nenets Özerk Bölgesi halklarına aittir.

Buna benzer acı tecrübeleri yüzlerce yıldır yaşamış olan biz Ukraynalılar, yeniden Rus işgalinin ve soygununun bir parçası olmak istemiyoruz. Bu nedenle ülkemizi savunuyoruz. Savunmaya devam edeceğiz. Lütfen çığlığımızın Türkiye’de duyulmasına yardım edin. Yardımlarınız için şimdiden teşekkürler”

14 Ocak 2014, Radikal