Necati Özkan ve Seçim Zamanı

15 Ekim 2015 Perşembe

Ankara Katliamı ve "Kontrollü gerilim stratejisi"



Ankara Katliamı'nın gerçekleştirildiği gün, 10 Ekim Cumartesi akşamı NTV'de Oğuz Hakseverin yönettiği "Yakın Plan - Özel" programında, saldırının düşündürdüğü soruları dile getirdik.

Gerçekten neden oldu bu saldırı? Neden 10 Ekim? Neden bir Barış mitingi? Neden Ankara?

Güvenlik zaafiyeti var mıydı? İhmal mi, görevi savsaklama mı, kasıt mı? 

Onca kan, onca göz yaşının akmasının ardında "Kontrollü Gerilim Stratejisi" mi var?

Peki ya "Wag the Dog" tipi bir kampanya yapıldığı iddiaları?

14 Ekim 2015 Çarşamba

Katliam kurbanlarına tazminat


10 Ekim’de Ankara’da yaşadığımız ve tarihimize kapkara bir gün olarak geçecek olan “Kanlı Cumartesi”nin mağdurları şu an kendi başlarına olayın acısını yaşıyorlar. Acıları sonsuz ve bu acıların dinmesi kolay olmayacak. Çünkü son derece masum, barışçıl bir talep ile Ankara’ya gidip, Tren garında buluşmuşlardı ve istedikleri tek şey bu ülkede 7 Haziran’dan bu yana akan kanın durdurulması için kamuoyu oluşturmaktı.

Olay henüz taptaze ve herkes kendi acısıyla baş başa. Ama bu insanlar, bu ülkede devlet devlet olarak yapması gereken görevleri tam olarak yapmadığı/yapamadığı için hayatlarını kaybettiler, uzuvlarından oldular, kalıcı veya geçici olarak yaralandılar.

Dile kolay, 100’den fazla can kaybından ve 500’den fazla yaralıdan bahsediyoruz... Ateş düştüğü yeri yakıyor...

Hayatlarını kaybedenlerden aile reisi durumunda olanlar, bundan sonra ailelerine bakamayacak. Hayatlarını kaybeden öğrenciler, okullarını bitirip ailelerinin bütçesine katkı sağlayamayacak. Yaralı kurtulanların bir kısmının hayatı, bir daha eskisi gibi olamayacak. Bir kısmı belki kendine bile bakamayacak...

İşte tam bu noktada bir devletin gerçek bir devlet olup olmadığı konusunda önemli sınavlardan biri gündeme gelecek, gelmelidir: Kurbanlara ve ailelerine devletin yardım elinin uzatılması. 

Devlet, kendi yetersizliğinin sorumluluğunu yerine getirip, “terör mağdurlarına tazminat” kapsamında gereğini yerine getirecek mi? 

ABD ÖRNEĞİ

Örneğin ABD’nin 11 Eylül saldırısında “Yaralanan ve hayatını kaybeden her sivil için 250 bin ile 50 milyon dolar arasında tazminat ödenmiş 2.551 ölü ve 215 ağır yaralıya toplam 8.7 milyar dolar ödeme yapılmıştı.” 


Muhtemelen şu anda hiçbir kurbanın yada yakınının öncelikli meselesi bu değil. Ama olacak. Onlar düşünmese bile devletin düşünmesi gerekecek.  

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş dün akşam saatlerinde bu konuda bir bakanlar kurulu kararından bahsetti ve "Ölenlerin yakınlarına maaş bağlanması, kamuda istihdam sağlanması, çocuklarına burs gibi yasanın emrettiği hususlarda ilgili adımlar atılmıştır" dedi. 

Umarız bu işlemler, yasal birer zorunluluk olmaktan öte, devletin, başlarına gelenlerdeki sorumluluğu dolayısıyla mağdurlardan özür dilediğini hissettirecek  bir yaklaşımla ve objektif maddi ölçütler içerisinde gerçekleştirilir.

Bırakın Ankara Katliamını, ülkemizde yaşanan herhangi bir terör olayı çerçevesinde konuşmak mağdur yakınlarının duyguları açısından oldukça hassas olmayı gerektiriyor. 

Ancak, başka devletlerin terör mağdurlarına tazminat meselesine nasıl yaklaştığını görmek ve o devletlerin sergilediği sorumluluk düzeyi ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ninkini kıyaslamak son derece öğretici olabilir. 

İNGİLTERE ÖRNEĞİ

7 Temmuz 2005 günü Londra’daki bombalı saldırılarda ölen 52 kişiden biri de bir Türk’tü. Bu nedenle, İngiltere Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği’ne bir yazı gönderdi. 

İngiliz mevzuatına göre, “Bombalama olaylarında hayatını kaybedenlerin birinci derece yakınları, bombalama olaylarında fiziki olarak ciddi şekilde yaralananlar ve bombalama olaylarından psikolojik olarak etkilenenler olmak üzere üç kategoriden birinde yer alanların CICA’ya (Suça Bağlı Yaralanmaları Tazmin Kurumu - Criminal Injuries Compensation Authority) tazminat başvurusunda bulunabilecekleri”ni bildirdi.

Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’nın sitesinde bu yazının resmi bir özeti bulunuyor. Bu yazıyı okumayı ve iki devlet arasındaki farkın bir nicelik farkı mı yoksa, nitelik farkı mı olduğuna karar vermeyi okura bırakıyorum.

7 Temmuz tarihinde Londra'da meydana gelen bombalama olaylarının mağdurlarına Suça Bağlı Yaralanmaları Tazmin Kurumu (Criminal Injuries Compensation Authority - CICA) tarafından tazminat ödenebileceğine dair, İngiltere Dışişleri Bakanlığınca Londra Büyükelçiliğimize iletilen yazıda,
  • Bombalama olaylarında hayatını kaybedenlerin birinci derece yakınları,
  • Bombalama olaylarında fiziki olarak ciddi şekilde yaralananlar ve
  • Bombalama olaylarından psikolojik olarak etkilenenler olmak üzere üç kategoriden birinde yer alanların CICA'ya tazminat başvurusunda bulunabilecekleri belirtilmektedir.

Bombalama olaylarında birinci derece yakınlarını kaybedenlere (anne-baba, eş, çocuk, birlikte yaşanan partner) temel ödeme olarak başsağlığı ödemesi (Breavement payment) yapıldığı belirtilen yazıda, bir kişi tarafından başvuruda bulunulması halinde başsağlığı ödemesinin 11,000 Sterlin, birden fazla kişinin başvurması  halinde ise her birine 5,500 Sterlin ödeme yapılacağı kaydedilmektedir.

Bombalama olaylarında hayatını kaybeden şahsa mali olarak bağımlı olan kişilerin mali kayıpları için tazminat başvurusunda bulunabilecekleri belirtilen yazıda, örnek olarak hayatını kaybeden kişinin çocuğunun tazminat başvurusunda bulunması halinde çocuğa 18 yaşına kadar yılda 2,000 Sterlin tazminat ödenebileceği ifade edilmektedir.

Yazıda, bombalama olayında hayatını kaybeden kişinin cenaze giderlerinin CICA tarafından tazmin edilebileceği ifade edilmektedir.

Bombalama olaylarında fiziki olarak ciddi şekilde yaralanan kişilere ilişkin olarak bahsekonu yazıda, bu kişilere durumlarına bağlı olarak 1,000 Sterlin ila 250,000 Sterlin arası ödeme yapılabileceği belirtilmektedir. Buna ilave olarak, bu kategoride yer alan kişilerin, en az 28 hafta işlerine bu sebeple devam edememeleri halinde, gelir kayıpları, tıbbi harcamaları ve bakım giderleri için CICA'dan tazminat alabilecekleri ifade edilmektedir.

Bombalama olaylarına bağlı travma geçirdikleri doktor veya daha ciddi vakalarda psikiyatrist tarafından tespit edilen kişilere ilişkin olarak ise bu kategorideki kişilere durumlarına bağlı olarak 1,000 Sterlin ila 27,000 Sterlin arası ödeme yapılabileceği belirtilmekte, ayrıca bu kişilerin en az 28 hafta işlerine bu sebeple devam edememeleri halinde gelir kayıpları, tıbbi harcamaları ve bakım giderleri için tazminat alabilecekleri ifade edilmektedir. 


Radikal, 14 Ekim 2015

12 Ekim 2015 Pazartesi

Katliam kurbanlarına devlet töreni


TV ekranlarından, “Kanlı Cumartesi” sonrası cenazelerini alan perişan durumdaki ailelerin, sevdiklerini ebedi yolculuğa uğurladıklarına ilişkin görüntüler seyrediyoruz. Birbirinden habersiz onlarca aile, yurdun dört bir köşesinde acıyla sevdiğini kara toprağa veriyor.

Bir tarafta bu acılı görüntüleri izliyorum. Diğer tarafta devlet yetkililerinin ve siyasilerin tutumlarına bakıyorum. Bir yurttaş olarak umudumu yitiriyorum. Canım acıyor.

HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu acıları bir nebze paylaşmaya çalışıyor, cenazelere katılıyorlar ama ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan, ne bakanlar cenazelere sahip çıkıyor. 

Dahası, Türkiye tarihinin en alçak saldırısının olduğu noktaya, devleti temsilen tek bir görevli bile gidip acıları paylaşmaya, devletin mağdurların yanında olduğunu göstermeye yanaşmıyor. Devleti temsilen hiç bir üst düzey görevli ortada yok. Hatta ve hatta, Diyanet İşleri Başkanı bile…

PEKİ YA DEVLET TÖRENİ?

Bu ülke vatandaşlarının asıl perişanlığı budur. Sen bu ülkenin yurttaşı olarak, bu devlete her türlü vergini ver, en değerli yaşlarında askerlik görevini ifa et, senden oy istediklerinde git onları destekle ama barışçıl bir toplantıda bile can ve mal güvenliğini koruyamasınlar...

Devletin, Ankara Katliamı ile açılan yaraları bir nebze olsun sarabilmesi için sorumluları bulup cezalandırmanın yanı sıra yapması gereken birkaç görev var. Bunlar, hayatını kaybeden masum vatandaşlarını “Terör şehidi” kabul etmek, onların hatırasına bir “Devlet Töreni” düzenlemek ve tazminattır.

Tazminat konusunu yarına ayrıntılı şekilde yazacağım. Ama, hemen bugün bu ülkeyi yönetenlerin yapmaları gereken en acil görev kısa sürede bir devlet törenine karar vermektir. Cumhurbaşkanı ve başbakan bunu düşünemiyorsa, muhalefet partileri düşünmeli ve önermelidir.

Ülke tarihinin gördüğü en büyük terör olayının kurbanlarına karşı yapılacak bu tür bir tören, sadece acıları azaltmakla kalmaz, ülkenin birliğine de hizmet eder.

BAŞKA ÜLKELER TERÖR MAĞDURLARI İÇİN NE YAPIYOR?

Avrupa’nın en büyük terör olaylarından biri olan 11 Mart 2004 Madrid bombalı saldırılarında 200’e yakın kişi ölmüştü. Ulusal yas ilan edildi ve iki hafta sonra 24 Mart 2004’te ölenler için bir devlet töreni düzenlendi. Fransa Cumhurbaşkanı, Alman ve İngiltere başbakanları, ABD Dışişleri bakanı ve pek çok kral, devlet başkanı ve başbakanın yanı sıra dönemin Başbakan Yardımcısı Abdüllatif Şener ve Devlet Bakanı Beşir Atalay da oradaydı.  ( http://www.zaman.com.tr/dunya_ispanyada-teror-kurbanlari-icin-devlet-toreni-basladi_29675.html )


Benzeri bir devlet töreni 7 Temmuz 2005 günü  bir dizi bombalı saldırıda ölen 52 kişi için de Londra’da düzenlendi.

Terör saldırılarında ölenlerin “Devlet töreni” ile anılması ve devlet adına özür dilenmesi pek ala mümkün. Devletler uzak geçmişlerinde yaptıkları için olduğu kadar, gayet yakın dönemlerdeki suç ve ihmalleri için de özür diliyor ve terör mağdurlarını devlet töreniyle anıyor. Örneğin 23 Şubat 2012’de Almanya bir Neonazi örgütünün 2000 – 2007 yılları arasında öldürdüğü 8’i Türk 10 kişi için başkent Berlin’de devlet töreni düzenledi. 

Başbakan Angela Merkel konuşmasında kurbanların ailelerinden özür diledi. Dünyanın en güçlü ülkelerinden birinin başbakanı, yönettiği devletin doğrudan neden olmadığı ama, can güvenliğinden sorumlu olduğu yurttaşlarından, üstelik te göçmen yurttaşlarından özür diliyordu.

Bir devletin, ölen yurttaşlarını “devlet töreni” ile anması veya sonsuz yolculuklarına uğurlaması için ille bir terör olayının gerçekleşmesi de gerekmiyor. Bu yılın Nisan ayında, Almanya’nın Köln kentinde, bir ay önce Fransa'da meydana gelen uçak kazasında hayatını kaybeden 150 yolcu ve mürettebat anısına da bütün protokolün katıldığı bir devlet töreni gerçekleştirildi. 

Tabii devlet töreni düzenlemenin de bir yolu yordamı var. Devletin, vatandaşlarına eşit bir şekilde sahip çıktığı, insanların acılarını gerçekten paylaşmaya hazır olduğunu göstermesi gerekir. Terör mağdurları için yapılan devlet törenlerinin siyasi şov ve istismara, devletin kendi kendini aklama ve yüceltmesine dönüşmesi de kabul edilemez. Örneğin İngiltere’de 2005’teki terör saldırılarından sonra düzenlenen devlet töreni bu açıdan bir hayli eleştiri almış. (http://www.bbc.co.uk/turkish/pressreview/story/2005/11/051102_pressreview.shtml)

Amerika Birleşik Devletleri’nde 11 Eylül saldırılarından sonra kurbanları anmak adına düzenlenen devlet töreninin büyüklüğü, o törene katılan dünya liderleri, sanatçılar vb. hepsi hafızamızda. Yine Boston’daki saldırıdan sonra düzenlenen devlet törenlerinin görüntüleri de aklımızda.

Yine Başbakan Ahmet Davutoğlu'nun ülkemizi temsilen bizzat katıldığı Paris’te yaşanan Charlie Hebdo saldırı sonrası Fransa’nın düzenlediği ve onlarca ülke devlet ve hükümet başkanının katıldığı devlet töreninin fotoğrafları hepimizin zihninde tap taze.

DEVLET DEVLETLİĞİNİ GÖSTERSİN

Bu devleti yöneten siyasi liderlere sesleniyorum: Acaba buna benzer bir saldırı kendi partinizin düzenlediği bir mitingde meydana gelseydi ne yapardınız? Veya size yakın sivil toplum kuruluşlarının düzenlediği bir mitingde bunca can kaybı yaşansaydı, yine cenazelerin sessizce ve ortada devlet yokmuş görüntüsü içinde  gömülmesine  razı olur muydunuz? 

Yoksa, Diyanet İşleri Başkanı dahil tüm devlet zevatı acıların paylaşılmasına katkıda bulunur muydu?

Kararınız, yurttaş cenazelerini dahi ayırıp ayırmadığınız konusunda sizleri daha iyi anlamamıza yardım edecek.


Radikal, 13 Ekim 2015

Ya gerçekten “Güvenlik zaafiyeti” yoksa?

Ülkemizin tarihindeki en kanlı saldırıyı Ankara’da yaşadık. 500’den fazla insanımızın kanı döküldü. Muhtemelen 120’den fazla insanımız canından oldu.

İnternette yayınlanan olay anı videoları, olaydan sonra yaşanan kaos görüntüleri ve de tanıkların anlattıklarını izleyen herhangi bir insanoğlu insanın canının yanmaması, gözlerinden yaşların sel gibi akmaması mümkün değil. Alana saçılmış cesetlerinin perişanlığı, yaralıların can hıraş bağırışları, kurban yakınlarının ve “Barış” mitingine katılanların kederli feryatları…

Onlarca insanımız artık aramızda olamayacak. Yüzlerce insanımız, Cumartesi günkü saldırının izlerini hayat boyu taşıyacak. Hayatta kalan yaralıların pek çoğu muhtemelen bundan sonra normal bir hayat yaşayamayacak…

Seçimlere 20 gün kala, ülkemizin ve insanımızın üzerine tam bir karabasan gibi çöken bu saldırıyı nesiller boyu unutamayacağız. Bu saldırının yarattığı travmanın şimdiden kestiremeyeceğimiz kalıcı sonuçları olacak.

Son 48 saattir şu sorulara cevap arıyoruz: Bu kanlı saldırının görünürdeki sorumluları kimler? Saldırının ardındaki örgütler ve mihraklar kimler? Saldırı kimlerin işine yarıyor? Neden Ankara’da yapıldı? Neden Cumartesi günü seçildi? Neden bu denli tahrip gücü yüksek bir bomba, deyim yerindeyse yüzlerce cana mal olan misket bombası kullanıldı?

Muhtemelen bu soruların cevabı ya çok geç çıkacak, veya belki de hiç çıkmayacak.

Belki de asıl odaklanmamız gereken konu, “Güvenlik Zaafiyeti” konusudur. Bu mitingin yapılacağı yer, yapılacağı zaman ve düzenleyen sivil toplum kuruluşları günler öncesinden bilindiği halde, neden yeterli “güvenlik tedbiri” alınmadı?

Zira TV kanallarına, gazetelere ve internet sitelerine yansıyan onlarca farklı tanık ortada dikkate değer bir güvenlik tedbirinin olmadığını iddia ediyorlar.

Bu denli yüksek risklerle dolu bir mitingde etkin güvenlik tedbirleri alınmadığı doğruysa, sorumlu koltukları işgal eden her türden kamu görevlisinin derhal istifa etmesi gerekmez mi? İstifa etmiyorlarsa, hızla idari soruşturma yapılıp, sorumluların ortaya çıkarılması gerekmez mi?

Pek çok analist, meydana çıkan vahşet tablosuna, kurbanların ve tanıkların ifadelerine bakarak ortada ciddi bir güvenlik zaafiyeti var diye yorumluyorlar. Doğrusu ben de ihmal ve görevi savsaklama ihtimallerini güçlü görüyorum. Hem de bu seçeneğini tercih ediyorum. Çünkü aksi durumda hepimiz adına çok daha tehlikeli bir ihtimal var demektir.

Neden? Çünkü, olayın hemen ertesinde, Cumartesi günü öğleden sonra ekranlara çıkan İçişleri Bakanı ve Başbakan, ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarda, üstüne basa basa ortada bir “Güvenlik zaafiyeti yok" dediler.

İçişleri bakanı ve başbakan herhalde ne söylediklerini bilerek konuştular. Herhalde ellerinde sağlam veriler var ki, güvenlik zaafiyeti yok diyebiliyorlar.

Peki ortada bir “Güvenlik zaafiyeti” yoksa, bunca ölü ve yaralıyı nasıl açıklayacağız? Ne yani, bu kanlı sonuç bilgi dahilinde mi ortaya çıktı?

Soruları sormaya devam edelim: Gerçekten Ankara’da bir saldırının olacağı önceden biliniyor muydu? Suriye sınırından 2 canlı bombanın içeri girdiği istihbaratı Ankara’ya ulaşmış mıydı? Eğer öyleyse neden etkin tedbir yoluna gidilmedi?

Eğer gerçekten ortada bir “Güvenlik zaafiyeti” yoksa, olan biten “kontrollü gerilim stratejisi”nin yeni bir aşaması mıydı?

Ölü ve yaralı sayısının alıştıra alıştıra açıklanması da bu stratejinin bir parçası mı? Ankara katliamında kaybettiğimiz vatandaşlarımızın gerçek sayısı ne?

Yoksa, devlet bir kez daha “Rutinin dışına” mı çıkarılıyor?

Tarihimizin en acı terör olayından sonra bu tür soruları sormaya devam edeceğiz. Bu sorulara açıklama beklemek, kaybettiğimiz onca cana, yüzlerce terör kurbanına karşı bir görevdir.

Cevaplarını takip etmekten vazgeçmeyeceğiz.

Radikal, 12 Ekim 2015

3 Ekim 2015 Cumartesi

Amerikan seçmeni bir "sosyalisti" başkan seçer mi?


75 yaşındaki "Demokratik sosyalist"

HILLARY OLMAZSA, SOSYALİST “BERNİE” VERELİM

Amerikan başkanlık seçimlerinde 8 yıllık Demokrat dönem sona eriyor mu? Obama’nın Bush sonrası devraldığı dibe vurmuş ekonomiyi iyileştirmesi, istihdamı artırması, enerjide ABD’yi dışa bağımlılığı sonlandıracak noktalara yöneltmesi gibi olumlu etkiler 2016’da yeni bir Demokrat adayın kazanmasına yardım edebilir mi? ObamaCare denen sağlık reformu, ülke nüfusundaki kalıcı demografik değişiklikler ve Obama’nın inşasına yardım ettiği dataya dayalı, dijital seçim kampanyası makinası, demokratların Beyaz Sarayı bir dönem daha elde tutmalarına yardım edecek mi?

Amerika’da kimle konuşursanız bu sorulara farklı yanıtlar alabiliyorsunuz.

Ama, Joe Biden gibi ABD başkan yardımcısı bir ismin henüz adaylılığını ilan etmemiş olmasının neden olduğu eksik rekabetten midir bilinmez, 2016 ABD başkanlık seçimlerinde Demokratik Parti içindeki ön seçim kampanyaları, Cumhuriyetçi kanada nazaran daha az heyecan yaratıyor. Cumhuriyetçi Parti içinde yarışan aday adayları, hem sayıca hem de medyatik ilgi açısından Demokratlardan 2- 3 kat daha önde görünüyor.

Demokratik Parti tarafında şu anda dikkate değer altı aday yarışıyor : Eski dışişleri bakanı Hillary Clinton, senatör Bernard Sanders, eski Rhode Island Valisi Lincoln Chafee, eski senatör Jim Webb, Harward Hukuk Profesörü Larry Lessing ve eski Maryland senatörü Martin O’Malley. Bu altı aday içinden açık ara favori olan isim tabi ki Hillary Clinton.

Hillary Clinton’un kampanyası, muhtemelen şu anda en profesyonelce yönetilen kampanya durumunda. Stratejisi, dijital ve örgütsel altyapısı, ekip ve gönüllü gücü ile Hillary’nin kampanyası, sanki partindeki ön seçimi kazanmış gibi ilerliyor. Bir diğer ifadeyle Demokratik Parti iç kamuoyundan ziyade 2016 seçimine odaklanmış gibi yol alıyor. Gerek stratejik planlamada, gerekse medya kullanımında bu etkiyi net olarak farkediyorsunuz.

Demokratların cici kızı Hillary, en iyi kampanya makinasına sahip

Hillary, sadece Amerikan siyasetinin süper starı değil, aynı zamanda Demokratik Parti’nin sevgili kızı. 20 yıllık siyaset tecrübesi var. Hillary Clinton “Her Amerikalı’nın bir şampiyona ihtiyacı vardır. Ben o şampiyon olmak istiyorum” diyor.

Hillary’nın parti içindeki açık ara liderliği yaygın bir kanı. Araştırmalar da bu kanıyı doğruluyor. Özellikle çalışan kadın seçmenler ve Latin Amerika kökenli çevreler onun yanında. Ülkedeki kadınların yanısıra, entellektül çevreler de “kadın başkan fikrini” destekliyorlar.

HILLARY KAZAYA UĞRARSA

Hillary ön seçimi kazanıp partisinin resmi adayı olabilirse, bilinen, sevilen, desteklenen bir siyasetçi olmanın tüm avantajlarını kullanacak. Buna rağmen 2016 yarışından zaferle çıkabilmesi için siyahlar, gençler ve üniversiteli seçmenlerden oluşan Obama İttifakı’nın desteğine ihtiyaç duyacak.

Peki ya bir yol kazası olursa? Yeni bir skandal ortaya çıkarsa? Veya Hillary 2008’de yaptığı stratejik hataları tekrarlarsa… Ya da büyük veri ve seçmen analitiğine dayalı dijital kampanyaya yoğunlaşmak yerine analog kampanyaya kanallarına yönelirse…Demokratik Parti içinde yarışı kim göğüsleyebilir? Hele ki Joe Biden, John Kerry ve Al Gore gibi diğer ünlü Demokrat isimlerden biri parti içindeki yarışta aday olmazlarsa neler olabilir?

“BERNİE” BERNARD SANDERS

Yarışan mevcut adaylar tek tek analiz edildiğinde ortaya tek alternatif isim çıkıyor: Bernard Sanders.

Sanders 75 yaşında. Polonya göçmeni Musevi bir ailenin oğlu. Hem bir akademisyen, hem bir insan hakları aktivisti, hem de tecrübeli bir siyasetçi. Uzun yıllar Şikago ve Harvard Üniversitelerinde siyaset ve insan hakları desrleri vermiş. Vermont eyaletinde siyaset yapmış, ardından Vermont Valisi ve 2012 yılında ABD bağımsız senatörü olmuş.

Ama “Bernie”yi diğer tüm adaylardan ayıran şey siyasi kimliği. 40 yıllık siyasi hayatı boyunca kendini “Demokratik sosyalist” olarak tanımlamış. Uzun yıllar "bağımsız" siyasetçi olarak seçim kazanmayı başarmış nadir Amerikalı siyasetçilerden biri.

Sanders, 2005 yılından beri Demokratik Parti içinde siyaset yapıyor. Partinin liberal, sol ve sosyalist kesimleri ile ülkenin kentli, iyi eğitimli en liberal seçmenleri “Bernie’yi destekliyor.

ABD gibi kapitalizmin ve muhafazakarlığın ana değer olduğu bir demokraside, sosyalist bir siyasetçinin şansı ne kadar olur, kestirmek zor. Ama, bütün araştırmalardan mevcut aday adayları arasında Hillary Clinton’a en yakın desteğin Bernie’nin yanında olduğu gözüküyor.

Cumhuriyetçi kanatta Küba asıllı Katolik Marco Rubio’nun, Demokrat kanatta ise Polonya asıllı Yahudi ve sosyalist Bernie’nin yarıştığı bir 2016 Başkanlık seçimi Amerika’yı daha şenlikli ve sevimli yapmaz mı?

Radikal, 3 Ekim 2015