Necati Özkan ve Seçim Zamanı

28 Şubat 2011 Pazartesi

Sosyal ağlarda kimi aşk yapıyor, kimi devrim!

Tunus’da 11 gün, Mısır’da 18 gün süren Yasemin Devrimleri nasıl mümkün oldu? Silahsız ve örgütsüz halk yığınları, nasıl oldu da o denli güçlü rejimlerin eli kanlı diktatörlerini devirebildi?

Obama nasıl başardıysa aynı şekilde. Obama hangi toplumsal katmanlarla ve hangi teknolojik imkanlarla Washington’daki beyaz ve Anglosakson rakiplerini bir bir devirdiyse bir benzeriyle… Yani gençlerle ve sosyal ağlarla başardılar.

Tek farkla ki, Obama’dan daha hızlı yaptılar, Obama’dan daha az parayla yaptılar. Örneğin Tunus’ta, sosyal ağlarda organize olan muhalefet, güvenlik güçlerinin zor kullanması üzerine “Polise yasemin verelim” sloganıyla hızla güç topladı. Moral gücü ele geçirdi. Ardından büyük kalabalıklarla sokak gösterilerine başladı.

Eğitimli genç jenerasyonun sosyal ağlara gösterdiği ilgiden işkillenen Bin Ali hükumeti, henüz bu olaylar patlak vermeden aylar önce, internete müdahale etmek istemişti. Bazı sosyal ağlara erişim engellenmiş, bloglara sınırlama getiren yasalar uygulamaya sokulmuştu. Ama, Bin Ali yönetimi ne yaparsa yapsın, gençlerin sosyal ağlar ve internet üzerinden iletişim kurmasını hiç bir zaman tümden engelleyememişti.

Olaylar başlar başlamaz eylemciler, gösterilerde çektikleri fotoğrafları ve videoları sosyal ağ siteleri aracılığıyla birbirleriyle paylaşmaya başladılar. Güvenlik güçleri tarafından öldürülen insanların görüntülerini bu sitelerde yayarak, herkes tarafından bilinmesini sağladılar. Olaylar başladıktan sadece 11 gün sonra, aralıksız 23 yıldır ülkeyi yönetmekte olan Zeynelabidin Bin Ali Suudi Arabistan’a kaçmak zorunda kaldı.

Tunus’un ardından Mısır’da patlak veren devrimi ise tüm dünya canlı yayından izledi. Hem TV kanallarından, hem de sosyal ağlardan… Hepimiz, elimizde Blackberry’ler, IPhone’lar, Mısırlı “yoldaşlara” twitt attık, enternasyonel selam çaktık, dayanıştık!

Hüsnü Mübarek muhtemelen yurt dışındaki milyar dolarlarını güvenceye alabilmek için 18 gün dirense de, halkın kararlı tutumuna karşı koyamadı. 30 yıldır başrol oynadığı politika sahnesini terketmek zorunda kaldı. Bu 18 günde Tahrir Square nerdeyse Times Square kadar ünlendi…

Yeni siyaset düzeni ve şeffaflık

Yasemin Devrimi domino etkisi yaratmaya devam eder mi? Ortadoğu’daki otokratik rejimleri teker teker devirebilir mi? Bu rejimler ne kadar güçlüler; ne kadar kirli, kanlı ve ceberrutlar? Yoksa her biri birer “kağıttan kaplan” mı? Yasemin Devrimleri de, ABD’nin yeni dünya düzeni içindeki pozisyonuna mı hizmet ediyor? 2011 boyunca bu soruların cevaplarını anlayacağız.

Ama bir gerçek var ki, görünen köy klavuz istemez. Otoriter rejimler ve halk düşmanı yönetimler artık eskisi kadar rahat olamayacaklar. Dün gizli kapaklı yapılan pek çok anlaşma, çok kısa gelecekte deşifre olacak. Hırsız siyasetçilerin hırsızlıkları daha kısa sürede açığa çıkacak.

Nerede olursa olsun bir siyasi lider veya bir hükümet, demokrasiden uzaklaştıkça, gücünü halktan değil de silahtan almaya çalıştıkça işi zorlaşacak. İnternetin yarattığı alabildiğine iletişim özgürlüğü, siyasetçiler için işleri her geçen gün için zorlaştıracak.

Ya Türkiye?

Türk siyasetçilerle ilgili Wikileaks belgeleri henüz yeterince netleşmedi. Bu konuda, yakın gelecekte beklenmedik pek çok şeyi bekleyebiliriz. Bazı gazetetecilerce, 15 Şubat tarihinde OdaTV’ye yönelik olarak yapılan operasyonun bu konuda muhtemel sızıntıları engellemek için yapıldığı rivayet edildi.

Eğer bu rivayet doğruysa, siyasetçilerimize hatırlatırım ki, Türkiye’deki internet erişim oranları ve sosyal ağlara üyelik sayıları, Yasemin Devrimi ülkeleriyle kıyaslanamayacak denli yüksektir.

MediaCat Dergisi Mart 2011 sayısı, PrPlus eki için yazılan makaleden

23 Şubat 2011 Çarşamba

Liderler ve Duyguları

Duyguların sizce liderlikte rolü nedir?

Bir liderin başarılı olmasını sağlayan en önemli şey, duygularını işin içine katabilmesidir. Siyasi iletişimde duygular bazen rasyonel vaatler kadar, çoğu zaman onlardan daha fazla etkilidir.

Hatırlarsanız, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, referandum kampanyasında seçmen duygularını işe katan bir başlangıç yapmıştı. Kampanyanın hemen başlangıcında, meclisteki grup toplantısında, konuşmasını ağlayarak yaptı. İdam mahkumu eski bir ülkücü militanın ile eski bir solcu militanın mektuplarını okurken sesi titremiş, gözleri yaşarmıştı. Gruptaki konuşmayı dinleyen bazı AKP'li bakan ve milletvekilleri de göz yaşlarını tutamamışlardı.

Bazı kişiler Başbakanın bu davranışını kınayarak, rol yaptığını söylediler. Samimiyetsizlikle suçladılar. Ama başbakan, o konuşmasında işin içine duygularını kattığı için MHP’li seçmenlerin dikkate değer bir bölümünün desteğini alabildi referandumda. Sol ve liberal seçmenlerin bir bölümünün ve aydınların bir bölümünün de bu sayede daha kolay desteklerini kazandı.

Duyguları işin içine katmak, her zaman çalışır. Benzer bir hikâye, Barack Obama’nın seçilmesinden kısa bir süre önce gelişti. Obama, 2008 Ekim ortasında, anneannesini kaybetti. Anneannesi, onu yetiştiren önemli kişilerden biriydi. Anneannesini kaybettiği gün yaptığı konuşmada gözyaşlarına hâkim olamadı. Ve bu da çalıştı; binlerce insan Obama ile birlikte ağladı.

Dolayısıyla duyguların işin içine girmesi seçmenlerin kalplerinin kazanılması sürecinde doğru bir şeydir. Çünkü insanlar akıllarıyla düşünürler, ama, kalpleriyle karar verirler.

Seninle beraber ağlayan, seninle beraber üzülen, seninle beraber korkan, seninle beraber endişe eden, senin çocuğunun hayatıyla ilgili endişesini açığa koyan ve senin ekonomik problemlerin ile ilgili bütün endişelerini sergileyen bir lider görüyorsan onu kendine yakın bulursun, onu seversin. Ve ondan sonra, sandık başında onun lehine karar veriyorsun.

Sevinç Engin ile “Liderlik” kitabı için yapılan söyleşiden, Ocak 2011, Istanbul

22 Şubat 2011 Salı

Toplumlar Liderlerden Ne Bekler?


Türk toplumunun liderden beklentileri nelerdir?

Siyasi liderlik, belli bir anda toplumsal bir fotoğrafın çekilmesiyle başlayan süreçtir. Toplumun belli bir andaki durumunun, size göre analizini yaparsınız. O analizden mutlu değilseniz ve eğer sizin gibi mutlu olmayan insanların da var olduğuna inanıyorsanız, harekete geçersiniz.

Dersiniz ki ben, bu toplumu bu noktadan şu noktaya taşıyacağım.

O andan itibaren hedef kitleniz olan insanlarla iletişim kurarsınız. Onları hedefleriniz konusunda ikna etme çabasına girersiniz. Hedeflediğiniz kitlenin sizin inancınız doğrultusunda bir ihtiyacı söz konusuysa, sizi destekler. Eğer o konuda toplumsal bir ihtiyaç söz konusu değilse, siz ne kadar kadar çabalarsanız çabalayın, yöntemleriniz çalışmaz.

Liderlik, toplumun ihtiyaçlarını doğru okumak; ihtiyaçların doğuşunu zamanında görmek, bu ihtiyaçlar doğrultusunda hazırlıklı olmak ve zamanında düğmeye basmakla ilgili sürecin toplam adıdır.

Türk toplumunun liderden beklentileri nedir? İhtiyaçlarının karşılanmasıdır. Lider, ihtiyacı nasıl karşılarsa karşılasın, farketmez. Ayrıntı ile ilgilenmez toplum. Sadece, ihtiyacının karşılanmasını bekler.

Örneğin toplumsal ihtiyaç, ekonominin iyileştirilmesi ise bunu yapmak zorundasınız. İster yap-işlet-devret deyin.. İster dış kaynaklardan borç alın.. ister iç kaynaklardan borç alın.. Ne yaparsanız yapın, bu sizin sorununuzdur. Liderin sorunudur: Yapacaksınız ve ekonomiyi iyileştireceksiniz.

Özetle, seçmen kısa vadede cebinin dolmasına bakar. Parayı nereden, nasıl bulduğunuzla hiç ilgilenmez.

Yada... Örneğin, toplumda bir kamplaşma, bir kavga, bir huzursuzluk varsa... (Türkiye’nin otuz yıldır yaşadığı Güneydoğu meselesinde olduğu gibi.) Ve eğer, temel toplumsal ihtiyaç huzur ise, bunun sağlanması sizin görevinizdir. Yani barışın tesisi sizin görevinizdir. Nasıl sağlarsanız sağlayın. Toplum detaylara bakmaz, sonuç görmek ister. Belki başlangıçta yönteminize ilişkin bazı tepkiler, refleksler söz konusu olabilir. Ama sorunu çözüyorsanız, onlar da kısa sürede unutulur gider.

Dolayısıyla Türk toplumu liderinden sorunlarının çözümünü bekler. Çare bekler. Çare üretebiliyorsanız lider olursunuz; lider olarak olarak kalırsınız. Yoksa toplumun hayatından da, seçmenin hatıralarından da silinir gidersiniz.

Sevinç Engin ile “Liderlik” kitabı için yapılan söyleşiden, Ocak 2011, Istanbul

21 Şubat 2011 Pazartesi

Lider Ne Zaman Ortaya Çıkar?


Liderlik hangi zamanlarda ortaya çıkar?

Liderliğin ortaya çıktığı anlar, karar anlarıdır. Karar anı liderden lidere, toplumdan topluma, liderlik tipine göre değişebilir.

Diyelim ki ekonomik bir lider. Diyelim ki, fakir bir aileden gelen bir adam ya da kadın... Bu kişi, devlette ya da bir şirkette maaşlı çalışmaktansa, bir gün kendi başına girişimci olmaya karar veriyor. İşte o kararı verdiği an, o kişinin liderliğinin ortaya çıktığı anıdır. Belki, kişinin içinden çıktığı ailenin ihtiyaçları bu kararı vermeye zorluyor onu, farketmez. Fakirlik, işsizlik, ailesine bakmak ihtiyacı, her neyse sözkonusu olan... Her şeyi göze alıp, cesaretle girişimci olmaya karar vermek, liderliğin başlangıcıdır bu örnekte.

Ya da diyelim ki, ekonomik koşulları düzgün bir aileden çıkmış olan bir lider. Diyelim ki, babası, dedesi, hatta üç kuşak öncesi varlıklı... Kişi, kendinden öncekilerden farklı ve yeni bir şey yapmaya karar veriyor. Kendinden öncekilerin girmediği bir yola girmeye karar veriyor. İşte liderliğin ortaya çıktığı an, o kararın verildiği andır.

Mesela, Mehmet Emin Karamehmet... Adanalı varlıklı bir aileden geliyor. Aile işletmelerini yönetirken yeni alanlara girmeye karar veriyor. Yeni teknoloji alanlarına... Örneğin Turkcell gibi, Dijitürk, Süperonline, Global Bilgi gibi cesaret isteyen yeni teknoloji alanlarına. Koç, Sabancı, Eczacıbaşı gibi daha büyük aileler konvansiyonel alanlarda üretim ve satış yapmayı garantili ve sağlam görürken... Karamehmet bu yeni ve riskli alanlara giriyor. Riskli çünkü, Mehmet Emin Bey bu alanların temel bilgisine sahip değil ki, bu alanlardaki işletmeleri yönetebilsin... Ama zaten liderliğin ortaya çıktığı anlar böylesi anlardır; cesaret anları yani.

Liderlik hiç bir şey değilse, cesaret işidir. Mehmet Emin Karamehmet, o kararları verdiği andan itibaren Çukurova Grubu, rakiplerini geride bırakabildi. Bir dönem Karamehmet’in sadece Turkcell’deki hisselerinin değeri, neredeyse diğer ailelerin toplam servetlerine yaklaşmıştı. Şimdi de aynı Mehmet Emin Beyi, enerji alanındaki özelleştirme operasyonlarındaki cesur kararlarda görüyoruz. Bakalım, neler olacak!

Özetle, liderliğin çıktığı anlar, kişiye bağlıdır.

Siyasi liderlerle ilgili de benzeri şeyleri söylemek mümkün. Önemli siyasi liderler, önemli toplumsal ihtiyaçların sonucunda ortaya çıkarlar. Örneğin, Birinci Dünya Savaşından Osmanlı’nın mağlup çıkması... Osmanlı topraklarının % 90 küsurunun kaybedilmesi... Kalan bir parça toprağın bile muzaffer güçler tarafından parçalara ayrılmak istenmesi... Milletin topyekün esaretine giden bir süreç, ulusal liderin doğuşunu tetiklemiştir.

Ya da Obama örneği. Amerika’nın kirlenmesi, çirkinleşmesi... Dünyanın bir bölümüne hukuksuz olarak savaş açması... Küresel finansal kriz... İşte bu koşullar, Obama gibi bir liderin doğuşunu sağlamıştır. Afganistan ve İrak savaşlarıyla Amerika hedeflerine ulaşabilseydi, global islamcı terörizm bertaraf edilebilseydi, global kriz söz konusu olmasaydı, belki de, Obama’nın adaylığı fiyaskoyla sonuçlanacaktı. Bilemeyiz.

Ama toplumsal sıkışma anları, ekonomik sıkışma anları, ulusal gerilim anları yeni liderlerin doğuşunu tetikleyebilir.

Sevinç Engin ile “Liderlik” kitabı için yapılan söyleşiden, Ocak 2011, Istanbul

Liderliğin 6 Şartı


Size göre bir liderin hangi özellikleri olmazsa olmaz?

Liderlik için pek çok özellik sayılabilir. Ama bence, öyle altı özellik var ki, bunlar liderliğin olmadan olmazları.

a. SAHİCİLİK: Bana göre liderlikte birinci özellik sahiciliktir. Liderin sahici olması, kendi gibi olması şarttır. Kendi özelliklerinden utanmaması şarttır. Başkasına öykünmemesi şarttır. Başkasına benzeyen, başkasının taklidi gibi olan birinin lider olması imkansızdır. Her kimseniz, neyseniz o olmalısınız, onunla kazanmalısınız.

Örneğin Turgut Özal. Tarihimizde ilk defa bir cumhurbaşkanı eşiyle el ele fotoğraf verdi. Bu ülkede ilk defa bir cumhurbaşkanı şortla askeri kıta denetledi. İlk defa bir cumhurbaşkanı yine karısıyla, çoluğuyla çocuğuyla denize girerken fotoğraf verdi.

“Bunlar da özellik mi?” diyebilirsiniz. Bunlar sahiciliktir. Kendi olmaktan utanmayan, kendisiyle ilgili her şeyi toplumun görmesine imkân veren bir sahici kişilik göstergesidir.

Barack Obama da, son derece sahici bir lider. Başkasına benzemeye çalışmıyor. Tam tersine; sahip olduğu özelliklerin, ülkesi için ne kadar önemli fırsat olduğunun çok farkında. Dolayısıyla kendi gibi davranıyor. Bir bakıyorsunuz, koskoca ABD başkanı McDonald’sa gitmiş, hamburger atıştırıyor. Tek başına, ailesiyle veya ekibiyle... Bir bakıyorsunuz, tek başına veya birileriyle basket oynuyor, vs.

Kemal Kılıçdaroğlu örneğin, o da son derece sahici bir lider. Kendisi gibi. “Evet, Memur Kemalim” diyor ve bundan utanmıyor. “İşçi Kemalim evet” diyor, bundan utanmıyor. Her haliyle, giyimiyle, kuşamıyla son derece sahici, son derece kendisi gibi, bizden...

Keza R. Tayyip Erdoğan’da öyle. Kasımpaşalı gibi olmak ve davranmak, duygularını açık etmek... Gerektiğinde ağlamak, gerektiğinde gülmek, gerektiğinde yumruk vurmak... Hepsini yapıyor, hepsinde kendini ortaya koyuyor.

b. CESARET: İkinci önemli özellik, cesaret. Bir liderin cesur olması lazım. Önemli anlarda, önemli kararları verebilmesi lazım. Ve o verdiği kararların arkasında durabilmesi lazım. Korkmadan. Korkaklar bir müddet idare edebilirler ama, lider olamazlar.

Çok sıkıntılı ekonomik koşullardayken Türkiye, 1974’te Kıbrıs’a müdahale etti. O bir cesaret anıydı. Zamanın Başbakanı Bülent Ecevit, önce diplomatik girişimlerde bulundu. Amerika’nın ve bir garantör devlet olarak İngiltere’nin pozisyonlarını algıladı. Bu ülkeler Türkiye’nin taleplerine karşıydı. Hatta, muhtemel Türk operasyonuna karşı, açık-kapalı tehditleri de ortadaydı. Buna rağmen Ecevit, cesaret sergiledi ve Kıbrıs’a müdahale etti. Ecevit, işte o karardan sonra “Karaoğlan” oldu. O karardan sonra, “Kıbrıs Fatihi” oldu. Ondan sonra lider oldu. Ondan sonra, solun en yüksek oy oranına erişti.

Ya da Recep Tayyip Erdoğan... Davos’taki çıkışıyla olsun, 2007 seçimleri öncesindeki e-muhtıraya karşı tavrıyla olsun, cesaret sergiledikçe gücüne güç kattı.

Dolayısıyla liderliğin en önemli ikinci şartı cesarettir. Cesaretle karar vereceksiniz. Ve o kararı verdiğiniz andan itibaren yolunuza devam edeceksiniz. “Kim ne der?” diye bakmayacaksınız. Çok hesapçı olmayacaksınız. Hesabınızı önceden yapacaksınız. Hesabınızı yaptıktan sonra, kararınızı verip cesaretle yolunuza devam edeceksiniz.

c. TAKIM KURABİLME BECERİSİ: Liderliğin üçüncü önemli şartı, bana göre ekip kurabilme becerisidir. Bir lider tek başına her şeyi yapamaz. Liderin ulaşmak istediği hedef her neyse, o hedefe uygun takım kurabilmesi şarttır. Bunu beceremiyorsa, zaten lider olamaz.

Lider kimlerle yola çıkacağını, kimlerle yoldaş olacağını anlaması gereken, bu konuda burnu iyi koku alan kişi demektir. İnsanları iyi tahlil edebilen ve iyi yoldaş seçebilen, kişidir lider. Tek başına başarmış lider yoktur. Her liderin yanında mutlaka bir ikinci kişi, beşinci kişi, on sekizinci kişi... yani bir takım vardır. Bu kişiler bazen ön plana çıkar, bazen çıkmaz, geri planda kalır. Ekibi, kadrosu, yoldaşı olmayan bir liderin hedefine varma şansı yoktur.

d. İLETİŞİM BECERİSİ: Dördüncü önemli liderlik özelliği, iletişim becerisidir. Lider, hangi alanın lideri olursa olsun, iyi bir iletişimci olmak zorundadır. Bu bir şirket olabilir, bir dernek - vakıf olabilir, bir toplumsal hareket olabilir, bir siyasi parti olabilir, hiç fark etmez. Liderin alanla ilgili iletişim kurabilecek bir donanıma ve beceriye sahip olması şarttır.

e. HİTABET: Bu da aynı zamanda beşinci liderlik şartını gerektiriyor: Hitabet becerisi. Karar anından itibaren lider, kendini yetiştirirken hitabeti de öğrenir. Hazırlık sürecinde konuşma tecrübesi kazanır. Ancak belli bir tecrübeden sonra harekete geçirir neyi harekete geçirecekse. Bir şirketse sözkonusu olan; tedarikçileri ve tüketicileri harekete geçirir. Bir siyasi partiyse söz konusu olan; örgütünü ve seçmenini harekete geçirir. Başkalarını harekete geçirmek kelimelerin gücüyle olur; iletişimle olur. Lider kelimeleri kullanmayı beceremiyorsa, önemli bir başarı elde edemez.

Hangi büyük şirkete bakarsanız bakın, şirketin başındaki kişinin aynı zamanda iyi bir iletişimci olduğunu görürsünüz. Sabancı Grubu’nun Sabancı Grubu olmasını sağlayan biraz da, Sakıp Ağa’nın iletişim becerileridir. Sakıp Ağa, hem sahicidir, hem cesurdur, hem de birinci sınıf bir iletişimcidir.

Tony Blair’den Obama’ya kadar hangi önemli lidere bakarsanız, hepsinin iyi birer hatip olduklarını, kelimeleri ve entelektüel altyapılarını kullanabilme konusunda gayet yetenekli olduklarını görürsünüz. Konuşurken kullandıkları sözleri, ister kendileri yazsın, ister başkaları yazsın, önemli değildir. O sözleri, kelimeleri kullanma zamanları, kullanma tarzları ve kullanırken duygularını işin içine katabilme becerileri, başarılı olmalarını sağlar.

f. AZİM: Bana göre liderliğin altıncı ve sonuncu vazgeçilmez şartı azimdir. Pes etmemektir. Süleyman Demirel’in, Necmettin Erbakan’ın hikayelerine bakın. Ya da Bülent Ecevit’in hikayesine...

Bülent Ecevit, Cumhuriyet Halk Partisi’ni, bu ülkeyi kurmuş olan en köklü siyasi partiyi 12 Eylül’den sonra bıraktı. Genel başkanlıktan da, üyelikten de istifa etti. Sonra ne yaptı? Siyasetten çekilmek yerine, karısıyla sil baştan yeni bir parti kurdu. DSP’yi kurdu. Üstelik ortanın solu, o sırada SHP tarafından doldurulmuşken. Ve azimle çalışarak sıfırdan kurduğu DSP’yi, ömrünün son günlerinde iktidar taşıma becerisi gösterdi. Müthiş bir azmin sonucu olarak.

Sevinç Engin ile “Liderlik” kitabı için yapılan söyleşiden, Ocak 2011, Istanbul

20 Şubat 2011 Pazar

Liderlik ve Karar Anı


‘Lider olunmaz, lider doğulur’ görüşüne katılıyor musunuz?

Öyle örnekler var ki, bu görüşü geçersiz kılıyor. Başarmış insanların önemli bölümü hayatlarında belirli bir anda karar veriyorlar. Bir şey yapmaya, bir şey olmaya, bir şeyleri değiştirmeye... Ve o kararla, kendilerini donatmaya başlıyorlar. Liderlikleri, o kararı aldıklatan sonra şekillenmeye başlıyor.

“Lider olunmaz, lider doğulur” demek, insanlara “Boş yere lider olmaya çalışma! Eğer tanrı vergisi bir yeteneğin varsa, annenden babandan genlerinle bir şeyler almışsan lider olabilirsin. Yoksa olamazsın.” demektir ki bu, insan doğasına uygun değil.

İnsanlar isterlerse her şeyi yapabilirler. Yeter ki odaklansınlar, yeterince zaman ayırsınlar; yeterince çalışıp, emek harcasınlar, terlesinler...

Kampanyasıyla dünyanın önemli liderlerinden biri haline gelen Barack Obama’nın kişisel hikâyesine baktığımızda da, bunu görürüz. Barack Obama; Amerika Birleşik Devletleri’ne başkan olmayı 20 küsur yıl önce kafasına koymuş. “Babamdan Hayaller” isimli bir kitabı var, biliyorsunuz, ilk kitabı. Daha senatör seçilmeden önce yazdığı, best seller olmuş bir anı kitabıdır. Kitabı okuduğunuzda anlıyorsunuz ki, henüz üniversiteyi bitirdiği günlerde, dolgun maaşla saygın bir yerde çalışmaktansa, toplum gönüllüsü olmayı tercih ediyor.

Yılda 40.000- 50.000 dolar maaşla, gayet konforlu bir hayat yaşamaktansa, Chicago'da yoksul insanların yaşadığı bir semtte, toplum gönüllüsü olarak çalışmayı tercih ediyor. Ve orada bir kiliseye bağlı olarak, kiliseden medet uman fakirlere, çaresizlere yardım etmeye başlıyor. Karşılığında yılda aldığı toplam maaş sadece 11 bin dolar! Aslında iyi okumuş, kendisini yetiştirmiş parlak bir gençken, konforlu yaşamayı reddedip, toplumla ilgili bir iş yapmaya karar veriyor.

Nedeni Reagan’ın başkanlık yaptığı 80'li yılların Amerika’sı. O dönemde genç Obama’nın, Washington’un kirlenmiş olduğunu tespit etmiş olması, Washington’da ve ülkede kökten bir değişime ihtiyaç olduğuna inanması. Bunu o günden, daha okulundan yeni mezun olmuş bir delikanlıyken düşünüyor ve karar veriyor. Ve bütün hayatını ona göre yönlendiriyor.

Bu ve buna benzer pek çok hikâye insanların istedikleri takdirde, lider olabileceklerini ortaya koyuyor.

Bizim tarihimizde de vardır bu tip hikayeler. Atatürk’ün kişisel hikâyesi örneğin, benzeri bir hikâyedir. Genç Mustafa Kemal de, öğrencilik yıllarında kafasına koyuyor herşeyi. Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmekte olduğunun farkında olan bir arkadaş çevresinin de etkisiyle karar veriyor. Daha askeri öğrenciyken gizli bir yapılaşma kuruyor. İçeri giriyor, tutuklanıyor, sonra çıkıyor...

Bütün bu örnekler, genç yaşlarda belirli bir hedefi kafaya koymuş bir insanın, zaman içinde kendisini eğitmesiyle, biriktirmesiyle, donanımını arttırmasıyla lider olabileceğinin inkar edilemez kanıtları. Yüzlerce örnek verebilirim.

Benim temel inancım, “lider doğulmaz, lider olunur” şeklinde. Elbette ki genetik faktörlerin, anne babamızdan aldığımız özelliklerin, kolaylaştırıcı bir yanı var. Ama karar verip kendinizi eğitmiyorsanız, kendinize hedef koymuyorsanız, lider olabilmeniz söz konusu değil.

Aslında hayatın bütün alanlarında durum böyledir. Hangi iş koluna bakarsanız bakın, başarı hikâyelerinde aynı şeyi görürsünüz: Hepsinde bir karar verme anı vardır. Başarı, o karardan sonra mümkün olur.

Çünkü karar anı dediğimiz anlar, özünde vazgeçme anlarıdır. Örneğin zengin olmaya karar veriyorsanız, uzun saatler boyunca çalışmanız gerekecektir. Ailenizle zaman geçirmekten, sosyal hayatınızın bir kısmından, keyifli zamanlardan vazgeçmeniz gerekecektir. Ve daha fazla çalışmanız gerekecektir. Herkes saat dokuzda işe gelirken, siz saat yedide işe başlayacaksınız. Herkes saat altıda işten çıkarken, siz gece on birde-on ikide işten çıkacaksınız.

Hayatınızın belli bir bölümünden feragat edeceksiniz ki, bir şeyler biriktirebilesiniz.

Biriktirmekten kastım, sadece para biriktirmek değil. Entelektüel birikim. Hangi alanda lider olmaya karar verdiyseniz, o alanda bir entelektüel birikim yapmanız lazım. İşte o entelektüel birikim, karar anından sonra ortaya çıkabiliyor.

Karar anının nedenleri, nasılları kişiden kişiye değişebilir. Ama önemli olan an, o andır. Bir şey olmaya karar vermek. En iyi piyanist olmaya karar vermek... En iyi süt fabrikasını kurmaya karar vermek... Bir partinin başına geçmeye karar vermek... Bir toplumsal hareket başlatmaya karar vermek... Bir ülkenin bağımsızlığını organize etmeye karar vermek gibi.

Bu ve buna benzer kararları verdiğiniz andan itibaren, liderliğiniz başlıyor demektir. O andan sonra, sizin herkesten daha çok çalışmaya ve zamana ihtiyacınız oluyor. Her şey bu iki şeyle ilgili. Bir karar, iki zaman!

Sevinç Engin ile “Liderlik” kitabı için yapılan söyleşiden, Ocak 2011, Istanbul

6 Şubat 2011 Pazar

CHP Nasıl İktidar Olur?


“CHP nasıl iktidar olur?” sorusu bugün için yanlış bir sorudur. Doğrusu, “Hangi CHP iktidar olabilir?” olmalıdır. Neden?

Her siyasi parti toplumsal bir ihtiyacın karşılığı olarak kurulur. Ve o ihtiyaç varoldukça da varlığını korur. Tersinden söylersek, o toplumsal ihtiyaç ortadan kalkınca o siyasi partiye de ihtiyaç kalmaz.

1946 öncesinin CHP’si, yıkılmış bir imparatorluktan bir ulus devlet yaratma ihtiyacının karşılığı olarak kurulmuş bir partidir. Orijinal haliyle tam bir sağ siyasi partidir. Milliyetçi bir partidir. O kadar sağdır ki, Demokrat Parti kurulduğunda, DP’nin gizli komünist bir ajandasının olduğunu dahi ileri sürebilecektir.

“Cumhuriyeti biz kurduk”

CHP’nin pek çok resmi dökümanı “Cumhuriyeti biz kurduk.” cümlesiyle başlar. Ve, “Biz koruyacağız” diye de devam eder. Bu iki cümle, CHP siyasi pozisyonlamasının özetidir. Bu pozisyonlama bugüne kadar CHP’yi yöneten tüm liderlerin ve lider kadroların sıkı sıkıya sarıldıkları, üzerinde % 100 mutabık oldukları bir pozisyonlamadır.

Ne var ki, 1946’dan beri, yani özgür ve çok partili seçimler başladığından beri CHP’nin tek başına iktidar olamamasının ana nedeni de bu pozisyonlamadır. Bu pozisyonlamayla CHP, belki de bilmeden ve farkına varmadan vatandaşların önemli bir kısmını ötekileştirmektedir: Cumhuriyeti kuranlar ve karşı olanlar... Cumhuriyeti korumak isteyenler ve yıkmak isteyenler...

Tarihimizin ana çekişmesi

Bu yüzden daha ilk çok partili deneme olan “Serbest Fırka” açılır açılmaz hemen “karşı devrimcilerin” yuvası haline gelmiştir. Bu yüzden Demokrat Parti, “Cumhuriyet kazanımlarını ortadan kaldıracakların” odağı olmuştur. Benzer biçimde Adalet Partisi, ANAP, Refah Partisi ve nihayet AKP gibi partiler CHP’lilerin gözünde hep “gerici” unsurların partileri olmuşlardır.

Özetle, bu çekişme modern siyasi tarihimizin ana çekişmesi olmuştur. Bir tarafta Cumhuriyeti kuran ve korumak isteyen azınlık elitin partisi CHP; diğer tarafta Cumhuriyete karşı olan ve yıkmak isteyen ahalinin “gerici - karşı devrimci” partileri...

CHP’nin 60 yıllık makus talihi

İşte, 60 yıldır CHP tam da bu yüzden tek başına iktidar olamıyor. Partinin liderinin ve yöneticilerinin kimler olduğunun hiç bir önemi yok. İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Necdet Calp, Erdal İnönü, Aydın Güven Gürkan, Murat Karayalçın, Hikmet Çetin, Altan Öymen ve Deniz Baykal... Bu yüzden hiçbirisi başaramadı tek başına iktidar olmayı. Ne yaparlarsa yapsınlar CHP’nin makus talihini yenebilmeleri mümkün olmadı.

CHP tarihinde bu konuda olumlu bir denemenin yapıldığı yegane dönem, “Ortanın Solu” ile başlayan Ecevit dönemidir. Bülent Ecevit ve arkadaşları, milliyetçi, totaliter ve sağ bir çizgiden sola taşıyarak, CHP’nin pozisyonlamasına müdahale etmişlerdir. Bu müdahale derhal işe yaramış ve CHP % 42 oy oranına ulaşabilmiştir.

Peki, Cumhuriyeti ve ulus devleti kurmuş, otoriter modernleşmeci kökleri olan bir parti 60 yıldır hiçbir seçimde tek başına iktidar olamıyorsa, nasıl iktidar olabilir?

Soruyu böyle koyunca, kolaylıkla fark edebiliyoruz ki öncelikle “CHP, Cumhuriyeti kuran partidir” söylemini değiştirmek zorundadır. Yani, CHP pozisyonlamasını yenilemek zorundadır.

Tek başına iktidar için tek çare: Yeni CHP

Bu yolda içi demokrasi, insan hakları ve özgürlüklerle doldurulacak “Yeni CHP” pozisyonlaması olağanüstü bir fırsattır. Önemli olan, Kemal Kılıçdaroğlu ve mevcut CHP yönetiminin buna cesaret edip edemeyeceğidir.

CHP yönetimi, “Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan olmamak” şeklinde özetleyebileceğimiz bir çekingenlikle hareket etmeye devam ederse bir büyük fırsat daha kaçırılacaktır.

Kendisini şimdi değiştiremeyen, pozisyonlamasını şimdi yapamayan CHP için yakın gelecekte başka bir umut kalmayacaktır. Bu nedenle örgütten veya bir kısım seçmenden gelebilecek reflekse aldırmadan ilerici, halkı kucaklayan ve halka sonuna kadar güvenen bir “Yeni CHP” yaratılmalıdır.

Yeni CHP : Ulusal bütünlüğün şemsiyesi

Yeni CHP kendi geçmişini ısrarla yeniden tanımlamak ve asıl bu açıdan “yeni” olduğunu göstermek durumundadır. “Yeni CHP”, Cumhuriyet Halk Partisi’nin kuruculuk rolünü artık dışlayıcılıktan uzak bir biçimde ifade edebilmelidir. Örneğin:

“ Anadolu işgal altındayken kimin hangi siyasi düşüncede olduğunun, kimlik farklılıklarının hiç önemi yoktu. Hepimiz bir ve bütündük. Cumhuriyet Halk Partisi bu bütünlüğün şemsiyesiydi.”

Yeni CHP, ülke tarihini “devrimciler ve karşı devrimciler” arasında bir kavga gibi anlatmaktan vazgeçmelidir. Eğer 60 yılı aşkın bir süre seçmen ülkeyi “karşı devrimci” iktidarların yönetmesine onay verdiyse, zaten sizin savınız yıllar önce çökmüştür. Yeni CHP kavgaya değil uzlaşmaya, birlik ve bütünlüğe gözünü diktiğini, tarihe bakış açısıyla da göstermelidir:

“….. Bir ve bütündük. Cumhuriyet Halk Partisi bu bütünlüğün şemsiyesiydi. Sonra demokrasiye adım attık. Ülkece çok zorlu, acılı, kardeş kavgalı yıllar yaşamış olsak da, sorunlarımızın çözümünün demokrasiden başka bir yolu olamayacağını gördük, anladık.”

Buraya kadar özetlediğimiz bakış açısının bugünün CHP’sine somut yansıması şudur: Yeni CHP bundan böyle, seçmenin hayatını nasıl ve hangi yöntemlerle iyileştireceğini anlatacağı projeler kadar, partideki normalleşmeyi de anlatmalıdır. Bu ikisini içermeyen bir iletişim stratejisinin yeterince etkili olamayacağını CHP artık anlamalıdır.

Kemal Kılıçdaroğlu’na yönelik güçlü bir sempati olduğu açıktır. Ve Kılıçdaroğlu, CHP’nin Bülent Ecevit’ten bu yana sahip olabildiği en büyük şanstır. Ancak bu sempatiye ve şansa rağmen, pozisyonlaması yenilenmeden CHP’nin tek başına iktidar olması zor değil, imkansızdır.

Dahası, CHP'ye olan toplumsal ihtiyaç sona erebilecektir.

Necati Özkan, Baskın Bıçakçı