Necati Özkan ve Seçim Zamanı

12 Ekim 2011 Çarşamba

"Zero President"

Amerika'da başkanlık kampanyaları ısınmaya başladı.

2012 Kasım ayının ikinci pazar günü ABD'de yeni bir başkanlık seçimi yapılacak. Bu seçimlerin Demokrat adayı şimdiden belli : Başkan Barack Obama. Yani Demokrat Parti cephesinde bir aday adaylığı yarışı ve kampanyası bu seçimlerde yaşanmayacak. Obama, Amerikan başkanlık yarışlarında alışıldığı gibi ikinci dönem için aday... Amerikan tarihinde seçilmiş bir başkanın yeniden aday olmadığı durumlar neredeyse bir istisna.

Başkanlık yarışının Cumhuriyetçi Parti tarafındaki ismi ise henüz belli değil. Cumhuriyetçi Parti içinde 8 aday adayı yarışıyor. Bu isimler içinde, Cumhuriyetçilerin efsane bir ismi, eski ve güçlü başkanlık adayı Newt Gingrich var. Muhafazarların ve Mormon tarikatının değişmez adaylarından Mitt Romney var, vs.

Ve tüm Cumhuriyetçi adaylar kampanyalarına aylar önce başladılar. Bugünlerde Cumhuriyetçi adaylar ülkeyi bir baştan bir başa geziyorlar, fon topluyorlar, gönüllü ordusu kurmaya çalışıyorlar, TV ekranlarında kapışıyorlar. Bu adaylardan kimin ipi göğüsleyeceği muhtemelen Şubat ayında yaşanacak olan Süper Salı'da netleşecek.

"Zero President" Spot


Eylül ayının sonuna doğru, Cumhuriyetçi adaylardan Texas Valisi Rick Perry'nin iddialı bir spotu TV kanallarında yayınlanmaya başladı. Film uzunluğu ile birlikte Obama'nın kendi sözlerini Obama'ya karşı kullandığı etkili yöntemiyle de dikkat çekti.

Başkan Obama'yı "Sıfır iş, sıfır güven, sıfır umut, sıfır değişim : Sıfır Başkan" diyerek eleştiren film, "Bu büyük ülke daha iyi bir yönetim istiyor." "Amerika'yı yeniden çalıştırma zamanı." "Amerika insanlığın son umudu" gibi damardan milliyetçi sözlerle seçmenini motive ederken, "Tanrı sizi korusun, Tanrı Amerika'yı korusun!" diyerek te muhafazakar seçmene selam çakıyor.

11 Ekim 2011 Salı

Eleştiriler, katkılar, refleksler...

12 HAZİRAN ANALİZİ : KİM NİYE KAZANDI, KİM NİYE KAYBETTİ? - 6

Milliyet gazetesi için hazırladığımız ve 12 Haziran Genel Seçimlerinde en yüksek oyu alan 4 siyasi partimizin kampanyalarını analiz eden dizimiz dünkü bölümle sona erdi. Bugün, dizinin yayınlandığı günden itibaren gelen tepkilere, katkılara, cevaplara yer vererek bitiriyoruz.

Yazı dizisine ilişkin en yoğun yorum CHPüyelerinden, eski ve yeni milletvekillerinden, il ve ilçe yöneticilerinden geldi. Hemen hepsi, yazılanları onaylıyor ve partilerinin ders almasını istiyorlardı. Milliyet’in web sitesine gönderilen okuyucu yorumları, sosyal medyada yazılan çizilenler, CHP’nin geleceğinden endişe eden yorumlarla doluydu.

Gazeteye doğrudan gelen yorumlardan birini, bugünü beklemeden yayınladık. CHP Genel Başkan Yardımcısı Erdoğan Toprak’ın yorumunu bundan üç gün önce bu sayfalarda okudunuz. Ben ise Erdoğan Toprak hakkındaki yorumumu yazmamayı tercih ediyorum. Siyasetin saygınlığını korumak adına bu yolu tercih ediyorum.

Bununla birlikte sadece bir detayı yazmayı kamuoyunun doğru aydınlatılması adına gerekli görüyorum.

Kılıçdaroğlu ile çalıştım...

Kemal Kılıçdaroğlu
ile 2009 Yerel Seçimleri sürecinde çalıştım ve onun İstanbul Büyükşehir Belediyesi adaylığı kampanyasını yürüttüm. Kılıçdaroğlu İstanbul Büyükşehir Belediye başkanı seçilemedi ama, kampanyamız CHP’ye İstanbul’da bugüne kadar elde ettiği en yüksek başarıyı getirdi. O andan sonra da Kılıçdaroğlu partisi içinde bir umut oldu.

Mayıs 2010 tarihinde Genel Başkan seçildiği haftadan sonra Kemal Kılıçdaroğlu beni iletişim danışmanı tayin etti. Ama CHP'nin içinde o tarihte gücü elinde bulunduran eski kadrolar, referandum sürecinde danışmanlık müessesesinin çalışmasını engellediler.

Dolayısıyla o dönemde CHP için herhangi bir profesyonel üretim yapılmamış oldu. Profesyonel bir referandum kampanyası yapılmadı. Ama bir kaç yurt içi ve yurt dışı gezide sayın Kılıçdaroğlu’na eşlik ettim, çeşitli katkılar sağladım.

Kampanya için görevlendirildim...

Erdoğan Toprak
’ın seçim işlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak atanmasından sonra bir konkur yapıldı. Konkurun sonunda benim sunduğum strateji ve kampanya kabul edildiği için 10 Ocak 2010 gibi Ankara'ya davet edildim ve resmen seçim kampanyasını yapmakla görevlendirildim. Buna rağmen Ocak ortasında kendi isteğimle bu işi yapmaktan vazgeçtim.

Çünkü Erdoğan Toprak benden ve ajansımdan, inanmadığım ve CHP'ye oy kazandırmayacak bir kampanya stratejisi uygulamamı ve AKP'ye karşı negatif bir kampanya yapmamı istedi. Dahası, kampanya bütçesini tanıdığı bazı şirketlere pay etmemi ve kampanyada başka bir ajansla beraber çalışmamızı talep etti.

Seçim kampanyasını yönetme işi, eş doşta iş dağıtmak değildir. Siyasi kampanyalarda profesyonel bir dili konuşma imkanının olmadığı bir muhatapla çalışmanız imkansızdır. Hele ki, inandığınız bir strateji ve başarmanızı mümkün kılacak olan taktikleri uygulamanızın imkan dahilinde olmadığını görmüşseniz... Tavsiyelerinize kulak verilmediğini gördüğünüz anda, yapacağınız en doğru şey işi bırakmaktır.

Nitekim, bu taleplerinin ardından Erdoğan Toprak'ı telefonla bizzat arayarak, 12 Haziran Genel seçimlerinde talep edilen şartlarda kendileriyle çalışamayacağımı söyleyerek işi bıraktım. Yani Erdoğan Toprak'ın dediği gibi, "kampanyasını yapmak için CHP'nin kapısını çalmışlığım" yoktur; tersine Erdoğan Toprak ile çalışmayı reddetmişliğim vardır.

CHP gibi büyük bir partinin önemli koltuklarından birini işgal etmekte olan bir siyasetçinin, bu kadar küçük bir olayda bile kendini temize çıkarmak için gerçek dışı beyanda bulunması düşündürücüdür.

İlk telefon Oktay Vural’dan

Dizinin yayınlanmaya başladığı pazartesi günü sabah erkenden ilk olarak MHP Genel Başkan Yardımcısı Oktay Vural arıyordu. Oktay Bey, diziyi oldukça kapsamlı, iyi düşünülmüş, iyi araştırılmış bir dizi olarak gördüğünü söyleyip siyasetin anlaşılmasına katkı nedeniyle teşekkür etti. MHP Genel Başkan Yardımcısı, sadece bir nezaket telefonu etmekle kalmıyor, eğer yayınlanmayan bölümler ve araştırma detayları varsa kendisiyle paylaşmamı da istiyordu.

Bir siyasetçinin, günün ilk saatlerinde kendi alanıyla ilgili bir diziyi okumakla kalmayıp, yazarını arayıp bulması ve aynı zamanda ilave bilgi varsa onu da edinmeye çalışması çok etkileyici kuşkusuz. Oktay Vural’ın telefonundan sonra, siyasette uzun dönem etkin olmanın yolları hakkında yeni bir şey daha öğrendim diye düşündüm.

CHP Genel Başkanı KILIÇDAROĞLU: "Güneş’in bir kusuru yok"

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, yazı dizimizin CHP ile ilgili bölümlerinin tamamlandığı gün telefonla aradı ve bir düzeltme yapmak istediğini bildirdi. Kemal Bey’in telefonda söyledikleri özetle şöyleydi:

“Yazı dizinizi ilgiyle ve büyük dikkatle okudum. Tüm analizlerinizi ve yorumlarınızı saygıyla karşılıyorum. Tek bir konuda düzeltme yapma ihtiyacı duydum. CHP ile ilgili bölümlerinizde,seçim kampanyası döneminde CHP örgütlerine yeterince para gönderilmediğini söylemişsiniz. Doğrusu şudur: Belki 2009 Yerel Seçimleriyle kıyaslandığında 12 Haziran Genel seçimleri sürecinde örgütlere daha düşük para göndermiş olabiliriz. Ama örgütlere sağladığımız finansman, 2007 yerel seçimlerine göre daha yüksekti. Ayrıca illerde yaptığımız mitinglerin maliyetlerini de Genel Merkez olarak biz karşıladık. Bilinmesini isterim ki, örgütlere para gönderme konusunda o zaman İdari ve Mali İşlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı konumunda olan Hurşit Güneş’in bir kusuru yoktur.”

Kemal Kılıçdaroğlu’na CHP kampanyası ile ilgili yapmış olduğum analiz kapsamında, partinin konumlaması, seçim kampanyasının stratejisi gibi konularda da dahil olmak üzere bir yorumunun veya itirazının olup olmadığını sorduğumda ise, “Hayır yok. Eleştirilerinize ve yorumlarınıza saygı duyuyorum”dedi.

CHP PM Üyesi Ercan Karakaş: ‘Sosyal demokrat partide ideoloji önemli’

“Oldukça kapsamlı analizleriniz için sizi kutlamak istedim. Doğru bir şey yaptınız. Yorumlarınızda “Yeni CHP” olarak tanımladığınız CHP’nin stratejik doğrultusu konusu, benim de parti meclisi toplantılarında sık sık dile getirdiğim bir konudur. Bir sosyal demokrat parti için program, ideoloji, tüzük vb. konular oldukça önemlidir. Bu konular tartışılmadan, örgütün içinde tüm tarafların katıldığı süreçlerden geçmeden kolay kolay karar verilecek konular değildir. Ayrıca bu kavramların içinin nasıl doldurulacağı da süreçler kadar önemlidir. Avrupa’daki sosyal demokrat partilerde bu konular her zaman ciddiyetle ve büyük titizlikle ele alınmıştır. Benzeri süreçler yaşanmadan yapılacak bu tür tanımlamaların ne getirip ne götüreceğine ben şüpheyle bakarım. CHP için doğrusu, sosyal demokrat kimliğin pekiştirilmesidir. Hem program ve tüzükte, hem de kadrolarda...”

CHP İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Binnaz Toprak : ‘Başarılı olmak için daha fazla kafa yormalıyız’

“Seçimlerden sonra, akademik dünyada da bu kapsamda bir analiz yapılmamıştı. Her siyasi parti için önemli, dikkate alınması gereken şeyler söylediniz. Kendi adıma teşekkür ederim. Biz, bundan sonraki seçimlerde daha başarılı olmak için, bu seçimde neden beklediğimiz kadar başarılı olmadığımıza kafa yormalıyız.”

CHP Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş: "Örgüte 2007’de 14.2 milyon 2011’de ise 20 milyon TL gönderdik"

Yazı dizimizde parti teşkilatlarına ihtiyaç duyulan finansm an desteğinin verilmediğini şeklindeki analizimize Ağustos’taki MYK değişikliği öncesinde CHP’nin İdari ve Mali İşlerinden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Kocaeli Milletvekili Hurşit Güneş’ten de itiraz geldi.

Güneş açıklamasında “Genel seçimler ile yerel seçimlerde örgüte gönderilen para miktarları değişir. Yerel seçimde daha fazla para gönderilir. Bu nedenle örgüte yapılan yardıma bakarken 2011 seçimleri ile 2007’yi kıyaslamak gerekir, yoksa 2009 ila kıyaslamak doğru olmaz. 2007’de 14.2 milyon TL yardım yapılırken, bu miktar ben ayrıldığımda toplam 20 milyonu bulmuştu” dedi.

Güneş, “Kampanya sürecinde parti teşkilatlarının ihtiyaç duyduğu finansman desteğinin verilmemesinin” 12 Haziran seçimlerinde CHP’yi başarısız kıldığı saptamasının doğru olmadığını söylüyor ve devam ediyordu:

“Genel merkezin yardımları 2002 genel seçimlerinde çok cüzi olmuştur, büyük ölçüde Rüzgarlı Sokak’taki parti binasının zemin kattaki çarşı kısmının satışıyla elde edilen paranın çok sınırlı ölçüde dağıtılmasıyla sağlandı bu yardım. 2004 yerel seçimlerinde örgütlere dağıtılan para 12 milyon 426 bin TL’dir. 2007 genel seçimlerinde 14 milyon 252 bin TL örgüte gönderilmiş. 2009’da de yerel seçim olduğu için örgütlere 32 milyon 100 bin TL gönderildi.

2011’de ise ben ağustosta ayrıldığımda yıl içerisinde gönderdiğim miktar 20 milyon TL’yi geçmişti. Bunun 1.8 milyonunu tam ayrılırken 15 Ağustos’ta gönderdim örgüte söz vermiştim çünkü seçim sonrasındaki borçlarını kapatmaları için, borçlarını kapatsınlar diye. 2009’da 32 milyon gönderilmesinin nedeni seçimin yerel olması ve miting masraflarının tamamıyla örgütlere bırakılmasından kaynaklanmıştır. 2011’de ise bunların hepsini daha ucuz ve etkin olması amacıyla merkezileştirdim, dolayısıyla örgüte gönderilen paranın sınırlı kaldığı iddiası doğru değil. 2009 yerel seçimi dışında en büyük parayı dağıttık, keşke olsa daha fazla dağıtsak.”

Seçim sonucunu, örgüte dağıtılan paraya bağlamanın başlı başına CHP ve örgütüne saygısızlık olacağını vurgulayan Güneş, açıklamasını şöyle sürdürdü:

“CHP parayla iş yapan bir örgüt değil. Biz sosyal demokrat bir partiyiz, şüphesiz iktidar olanakları karşısında daha sınırlı olanaklara sahibiz. Ama bu analizler doğru değil. Hangi ile ne kadar para dağıtıldı ve ne sonuç alındı şeklinde ayrıntılı mukayesesini de yapalım o zaman. Aksi görüşü savunmak hem kendi içinde doğru değildir hem de analitik bakımdan yanlış olur.”

Maltepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Peyami Çelikcan: "Türkiye’deki siyasal dönüşümü anlamak..."

“Yazı diziniz, tanımlama itibariyle 12 Haziran’ın ustaca tercümesi olmuş. Türkiye’de yaşamakta olduğumuz siyasal dönüşümü kavramak adına bu ülkede yaşayan her kesim için önemli bir analiz yapmış oldunuz. Şurası net ki, siyaset her geçen gün daha fazla bir toplumsal mühendislik işine dönüşüyor. Bu yolda da profesyonel iletişim artık dünden çok daha önemli hale geliyor.”

CHP Karaman eski milletvekili, eski Gençlik ve Spor Bakanı Fikret Ünlü: ‘Yorumlarınız CHP’nin yararına...’

“Genel Başkanımız sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2009 Yerel Seçimlerinde Istanbul Büyükşehir Belediyesi adaylığı sürecinde yapmış olduğunuz başarılı kampanyadan beri sizi izliyorum. TV konuşmalarınızda, çeşitli yazılarınızda siyasetin saygınlığına katkı sağlıyorsunuz. Yazı dizinizde yazdığınız yorumları da aynı doğrultuda görüyorum. Yorumlarınızın bir kısmı bugün için, ve hele ki seçimden sonra oluşan ortamda, bazılarına fazla eleştirel gibi gelse de, sonuçta CHP’nin faydasınadır. Bu yorumlar ve analizlere kulak vermeyi başarırsak yeniden umut olabiliriz.”

Harun Reşit Özçiçek (İşadamı): ‘CHP’li eski yöneticileri partiye çağırın’

“Bu günkü yazınız belki de CHP için son yıllarda basında çıkan en açık yürekli, tarafsız ve eleştirel dozu gerçekler üzerine kurulmuş bir analiz niteliğinde. Elinize sağlık. Yazdıklarınıza milyonlarca CHP’li gibi aynen ve fazlasıyla imza atıyorum.

Ben CHP’nin son yapılanması saydığım Kılıçdaroğlu’na Genel Başkanlığı sürecinde tarihe tanıklık edenlerden birisiyim. Çünkü o günün kararları benim evimde alındı, operasyon tamamen benim evimde gerçekleşti.

Sizden ricam şu: Bu partiyi ihtilal dönemlerinde kapatıldığında bile asla terk etmeyen gerçek CHP’li eski yöneticelere bir açık mektup yayınlayın, onları partiye çağırın.”

Cevat Olçok (AKP'nin kampanyalarından sorumlu olan Arter Reklam Ajansı başkan yardımcısı): ‘Bizi bizden daha iyi anlamışsınız’

“Bizim kampanyamız hakkında yazdığınız analizler son derece objektif olmuş. Tarafsız ve derinlikli analizleriniz için teşekkür ederiz. Neredeyse bizi bizden daha iyi anlamış ve anlatmışsınız. Gerçekten de birbiriyle iç içe geçen iki stratejiyi bir arada kullandık. Seçmeni düzenli olarak dinlediğimiz için başardığımıza inanıyorum. Bu seçim kampanyasında daha önceki kampanyaları aşan bir sonuç elde etmemizin bir nedeninin de kampanyanın sonlarına doğru yayınlamış olduğumuz “birlik” temalı filmimizin olduğunu düşünüyoruz.”

Prof. Dr. Fuat Keyman (Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi, İstanbul Politikalar Merkezi Başkanı): ‘İleri demokrasi için dengeli siyasi güçler gereklidir’

“Sonuçta tüm siyasi partiler bu analizlerden öğrenerek doğruya ulaşacaklar. Türkiye egemen bir iktidar ve zayıf bir muhalefetten oluşan yapıyla demokrasisini güçlendiremez. Daha ileri bir demokrasinin inşa edebilmesi bağlamında siyasi sistemde birbirine yakın güçteki oyuncuların varlığı önemlidir. Yazı diziniz sadece muhalefetin güçlenmesi yolunda değil, demokrasinin ilerletilmesi yolunda da önemli ayrıntılar, atlamaması gereken derslerle dolu.”

Milliyet Gazetesi için hazırladığım 12 Eylül 2011'de başlayan "KİM NEDEN KAZANDI; KİM NEDEN KAYBETTİ" başlıklı yazı dizisinin 17 Eylül 2011'de yayınlanan son bölümü...

Seçimleri liderler kazanır, liderler kaybeder

Seçmen oyunu bir torba kömüre sattı yanılgısı!

Zaman zaman iddia edilenin aksine, özgür demokrasilerde seçmen göbeğini kaşıyarak oy vermez. Çok partili serbest seçimlerin olduğu ülkelerde seçmenin iradesinin en özgür olduğu yer sandıktır. Oy kabinine giren seçmeni bağlayacak hiç bir esaret bağı söz konusu değildir. Seçmen davranışını, ne Stockholm Sendromu‘na ne de “bir torba kömüre” bağlamak akıllıcadır. Bu tür yorumlarla hatayı seçmende aramak, bir sonraki seçimde kaybetmenin peşin garantisidir.

Pek çok saygın araştırma, seçmenlerin ağırlıklı bölümünün hangi partiye oy vereceğine seçim kampanyaları başlamadan çok daha önce karar verdiğini kanıtlıyor. Türkiye’deki seçmenin durumu diğer ülke seçmenlerinden farklı değildir. Seçmen; siyasilerin konuşmalarından, liderlerin olaylar karşısındaki karar ya da kararsızlıklarından, orada burada yapılan dost sohbetlerinden, okuduklarından, dinlediklerinden liderleri ve partileri tartar. Oy vereceği liderin ülkeyi daha iyi yönetip yönetemeyeceğine ve hatta, olası bir savaş durumunda oy vermeye niyetli olduğu liderin ülkeyi düze çıkartıp çıkartamayacağına ilişkin aklında kalan tortulara bakarak sandık başında tercihini yapar. 12 Haziran’da da olan budur.

12 Haziran seçimi ve temsilde adalet

12 Haziran Genel Seçimlerinin sonuçları nadir görülecek bir ders gibidir. Ayrıntılara baktığınızda seçmenin kendisi açısından en ideal çözümü yarattığını görürsünüz. “Hiç birimiz, hepimiz kadar akıllı değiliz” şeklindeki Japon atasözü sanki bu durum için söylenmiş gibidir.
Örneğin seçmen bir taraftan AKP’ye olan desteğini yüzde 50’ye çıkardı ama diğer taraftan iktidarın 330 milletvekiline ulaşmasına da izin vermedi. AKP’nin gücünü artırdı fakat, dejenerasyonunu önlemek için yetkisini kısıtladı.

135 sandalyeyle ödüllendirdiği CHP’de muğlak ilerleyen değişime göz kırptı ama yeterli bulmadığı için de seçim zaferi kazanmasına izin vermedi. MHP’ye hem ihtar verdi, hem de tümden sahneden çekilmesini engelledi.

BDP yüzünden siyasetin çözmeye yanaşmadığı baraj sorununu da, BDP için yine seçmen çözdü. Bunu çözerken de BDP’ye “Kürt sorununun çözümünde sen kilitsin, geleceğin inşasında önemli ortaklardan biri ol” demiş oldu. Her ne kadar BDP bu mesajı aldığını şimdiye kadar gösterememiş olsa da!

Seçimleri liderler kazanır, liderler kaybeder

Seçmenin sandık başındaki kararını etkileyen çok sayıda faktör vardır ama bir seçimin kaderini liderden daha fazla hiç bir faktör belirlemez. Çünkü seçimleri lider kazanır, lider kaybeder. Liderin asli görevi stratejiye karar vermektir. Hem stratejiye, hem de stratejik kadrolara. Yoksa yenilgi kaçınılmaz olur. Savaşı kaybeden bir orduda ere, erbaşa, manga komutanına, takım komutanına nasıl hesap sorulmazsa, seçim kaybeden bir partide de alttakilere hesap sorulamaz. Savaş kazanılmışsa onur, kaybedilmişse utanç başkomutana aittir, asla başkasına değil! Seçimlerde de lidere.

Her siyasi kampanyada tek ve en önemli etken stratejidir. Doğru strateji sıradan bir kampanyanın seçim kazanmasını sağlayabilir ama eğer strateji doğru değilse, parlak ve büyük bütçeli bir kampanyanın başarısız olması kaçınılmazdır. Doğru bir stratejinin ilkeleri AKP için de, CHP için de, MHP için de aynıdır. Siyasetçilerin çoğu kez sormayı akıl etmediği, gündeme geldiğinde de cevap bulmakta zorlandığı soru “strateji nedir” sorusudur. Bu yazı dizisi umarız en azından doğru soruya cevap aramanın önemini göstermekte işlevli olmuştur.

Milliyet Gazetesi için hazırladığım 12 Eylül 2011'de başlayan "KİM NEDEN KAZANDI; KİM NEDEN KAYBETTİ" başlıklı yazı dizisinin 16 Eylül 2011'de yayınlanan SONSÖZ bölümü...

BDP gerilim ve şiddetle kazandı

12 HAZİRAN ANALİZİ
KİM NİYE KAYBETTİ?
KİM NİYE KAZANDI? - 5

Milliyet, 16 Eylül 2011

‘Açılım’ politikasının iflasıyla Kürt kökenli seçmen arasında oluşan öfke, BDP kampanyasının zemini oldu. BDP, kampanya boyunca, kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını seçmenlere anlattı ve taleplerini dillendirdi Açılım döneminde AKP ile işbirliğine yakın olan seçmen kesimleri, KCK davasından sonra bunun kendilerine fayda sağlamayacağı noktasına geldi ve silahla şiddet siyaseti yanlısı şahinler bölgede inisiyatifi tümden ele geçirdi BDP’nin ana stratejisi daha fazla gerginlikti. Seçim yaklaştıkça BDP kampanyasında şiddet ögesi arttı. Güvenlik güçleriyle aleni zıtlaşmaların oyları artıracağı varsayılıyordu. Gerilimden nasıl dönüleceği ise kimsenin umurunda değildi


12 Haziran 2011 Genel Seçimleri’nin dördüncü siyasi gücü Barışve Demokrasi Partisi (BDP)‘ydi. Oy oranı açısından olmasa da sandalye sayısı açısından BDP, bütün analizlerin ve tahminlerin üstünde başarı elde etti. Hatip Dicle’nin milletvekilliği YSK tarafından seçimin ertesinde düşürüldü ama BDP’nin desteklediği bağımsız adaylardan 35’i meclise girmeye hak kazandı.
Bu dikkate değer başarının elde edilmesinde birkaç etmen var: Bunların en önemlisi BDP’nin seçmen kitlesini daha referandum öncesinden mobilize etmeye başlamasıdır. BDP, profesyonel bir kampanya yapmasa da seçmenlerin mobilize edilmesini hedefleyen bir saha çalışması yaptı.
Aslında BDP, referandum öncesinden itibaren sahadaydı. Bugün seçimler geride kaldı ama BDP’nin sahadaki varlığı hala devam ediyor.

‘Kürt açılımı’ndan şahinlerin egemenliğine

Hükümetin 2009 yılında başlattığı ancak sonuçsuz kalan “Kürt açılımı” süreciyle oluşan toplumsal iklim BDP’nin en önemli avantajıydı. 12 Eylül referandumuna dönük “boykot” politikasıyla BDP, Güneydoğu Anadolu bölgesinde ana siyasi figür olmayı başarmıştı. Açılım politikasının iflasıyla Kürt kökenli seçmenler arasında oluşan öfke, BDP’nin yürüttüğü kampanyanın zemini oldu. BDP, kampanya boyunca kendilerine verilen sözlerin tutulmadığını seçmenlere anlattı. BDP, Güneydoğu’yu ilgilendiren acil sorunların çözümü konusunda adımların atılmasını istiyordu. Bölgesel özerklik, Kürtçe’nin yerel yönetimlerde kullanılması ve eğitim dili yapılması BDP’nin temel talepleri arasındaydı.

Seçime doğru yükselen tansiyon ve bölge seçmenlerini kazanma konusunda yaşanan açık rekabet nedeniyle hükümet, bu taleplere cevap vermedi. Hükümet, çözümü seçim sonrasında yapılacak olan yeni anayasaya bırakmıştı. KCK davası kapsamında Kürt siyasetinin bilinen bazı isimlerinin tutuklanması gibi gelişmeler bölge seçmenlerinin bir bölümünde, hükümetin açılım politikalarını tümden terk ettiği duygusunu yarattı.

Açılım döneminde AKP ile işbirliği politikasına yakın olan seçmen kesimleri, KCK davasından sonra AKP ile işbirliğinin kendilerine fayda sağlamayacağı noktasına geldi. Bu aşamadan sonra sivil siyaset yerine, silaha ve şiddete dayalı siyaset yanlısı şahinler bölgede inisiyatifi tümden ele geçirdiler.

Seçimler yaklaştıkça BDP seçim kampanyasında şiddet ögeleri artmaya başladı. Bazı BDP milletvekilleri, güvenlik güçleri ile halkın karşı karşıya gelmelerinden yarar umacak noktaya geldi. Resmi güvenlik güçlerini tokatlayan, zırhlı personel taşıyıcıların üstüne çıkarak fotoğraf veren BDP milletvekillerinin yarattığı algı, Kürt siyasetinin giderek anormalleşmekte olduğunu gösteriyordu. Ortaya çıkan algı, sivil siyaset algısı değildi artık. Özellikle PKK militanlarına benzer üniformalar giyen bu politikacılar ülkenin batısında kaygı uyandırmaya başlamıştı.

KCK, sivil itaatsizlik ve TBMM boykotu

6 Ocak ayından itibaren Güneydoğu’da şiddet ikliminin tohumları artık herkesin dikkatini çekecek seviyeye ulaşmıştı. Güvenlik güçleri zaman zaman aşırı güç kullanıyordu. Her KCK duruşması gerginliği biraz daha tırmandırıyordu. BDP’nin geliştirdiği sivil itaatsiz eylemleri ileNevruz kutlamaları sırasında yaşananlar gerginlikleri yaygınlaştırıyordu.

Kürt siyasetinde egemen olan hava, iktidara tam güvensizlikti. BDP kendi tutumunu, devletin eski tarz baskı politikalarına dönmesine bağlıyordu. PKK’nın eylemsizlik kararını seçim sonuna kadar uzatmış olması, iktidara tanınan son şans olarak adlandırılıyordu.

BDP Seçim kampanyasının ana stratejisi: Gerginlik

BDP’nin kampanyasının ana stratejisi daha fazla gerginlikti. Güvenlik güçleriyle yapılan aleni zıtlaşmaların BDP oylarını artıracağı varsayılıyordu. Ortaya çıkacak gerilimden nasıl geri dönüleceği kimsenin umurunda değildi.

BDP, milletvekili adaylarını belirlerken iki farklı amacı tek potada eritti. Hem ağırlıklı olarak kendi çizgisinden isimler aday gösterilecek, hem de daha uzlaşmacı bir algı yaratılacaktı. Böylece bir taraftan adayların ağırlıklı kısmı militan nitelikli kişilerden (özellikle KCK davasından tutuklu olan siyasetçilerden) seçildi. Diğer taraftan da doğrudan Kürt siyasetiyle özdeşleşmemiş Türk solundan isimler, hatta muhafazakar ve ayrılıkçı olmayan bazı Kürt isimler. BDP adaylıklarındaki kadın-erkek oranı bu kez kadınlar aleyhine bozulsa da tabanın sesinin listelere yansıması sağlandı.

Öte yandan Türk solundan gösterilen saygın isimler, BDP’ye Batıda sosyalist seçmenlerin oyunu kazanmandırmakla kalmadı, medya ve aydın desteği de sağladı. Bu seçimde BDP, daha güçlü bir ideolojik ve bölgesel cephe kurmuş gibi görünüyordu.

Okuma yazma bilmeyen seçmenlere ölçülü ipler

Büyük illerdeki adayların bir kaçı dışında BDP seçim kampanyasında profesyonel bir iletişim ekibiyle çalışmadı. BDP’nin kampanyası özünde bir taban hareketi (Grassroots) kampanyasıydı. Söylem olarak Abdullah Öcalan’ın hapishane şartlarının iyileştirilmesi, Nevruz kutlamaları ve “sivil itaatsizlik” eylemleri gibi konuları kullanarak taban hareketlendirdi.

BDP’nin saha takımı, seçim günü için kendi seçmen tabanını sandığa daha da titiz hazırladı. Sahadaki görevliler, sokak sokak, mahalle mahalle seçmeni örgütledi. Örneğin okuma-yazması olmayan seçmenlere hangi bağımsız adaya oy lazımsa, ona göre ölçeklendirilmiş ipler vererek sandığa yolladı.

Sonuç: 35 milletvekili ile Meclis’i protesto

BDP, 12 Haziran Seçimiyle Kürt siyasetinin tüm zamanlarda elde ettiğini en fazla sandalyeyi kazanmış oldu. Buna rağmen seçmen oranında dikkate değer bir yükselmeden bahsedebilmek neredeyse imkansız. 12 Haziran Genel Seçimleri’nde aday olan tüm bağımsızların aldığı oylardan BDP’nin destekleri çıkarıldığı zaman toplamda yüzde 6.3’lük bir oy oranı elde edildi. Ortaya çıkan gerçek şu ki, Kürt siyasi hareketi ne yaparsa yapsın seçmen desteği yüzde 7’ye bir türlü ulaşmıyor.
Aslında bu sonuç Kürt sorununu çözmek isteyen siyaset için bir ölçüde şanştır. Çünkü bir kez daha ortaya çıktı ki, bölge seçmeni gerginlik siyasetine tümden onay vermiyor.

Ne yazık ki, seçim sonrası gelişen olaylar, siyasetin ve yargının milletvekili seçilen kişilerin tutukluluk sorununu çözememesi mevcut gerginliği daha da artırdı. Ve BDP, TBMM’ye girmeyi reddetti. Seçim sonrası BDP’nin daha barışçıl amaçlara hizmet edeceği beklenirken, seçim öncesinin umutları giderek kayboldu.

Bu ülkede yaşayan aklı başında çoğunluk biliyor ki, Kürt sorunu gerçek bir sorun. Ve siyaset, ne yapıp yapıp bu soruna kısa zamanda çare üretmelidir. Yeni anayasa bu sorunun tümüyle çözümü için kaçırılmayacak en büyük fırsattır. Bütün diğer partiler gibi, BDP de yeni anayasa sürecinde oluşacak büyük uzlaşmanın bir parçası olmak ya da olmamak gibi çok temel bir kararı vermek ve gereğini yerine getirmek durumunda.

Milliyet Gazetesi için hazırladığım 12 Eylül 2011'de başlayan "KİM NEDEN KAZANDI; KİM NEDEN KAYBETTİ" başlıklı yazı dizisinin 16 Eylül 2011'de yayınlanan BDP bölümü...