Necati Özkan ve Seçim Zamanı

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Kurultayda Herkes CHP’yi değil Türkiye’yi Düşünmeli’

Eğer bu son nedenle CHP’nin oyları ciddi bir inişe geçer, parti giderek etkisizleşirse, birinci şık: “Türkiye Kürt, türban, anayasa vs. bütün sorunlarını daha kolay çözebilir, çünkü bir engel ortadan kalkmış olur”?
Tam tersi olur. Demokrasi sonuçta bir check-balans sistemi. Türkiye’de terazinin bir kefesi zaten epeydir çok havada duruyor, bunun düzelmesi yerine bir de diğer kefe tamamen boşalırsa bütün sistem altüst olur.

Peki, ikinci şık: “CHP düşerse yeni bir sol partinin önü açılır”?
Her siyasi parti bir toplumsal ihtiyaçtan çıkar ve toplumsal ihtiyaç var olduğu sürece o siyasi parti yaşamaya devam eder. Eğer CHP toplumsal ihtiyaç olmaktan çıkarsa o boşluğu bir başka gücün dolduracağı kesin. Ama şunu da görüyoruz: Halihazırda CHP’nin dışında sekiz tane başka kendisini sol, sosyal demokrat olarak tanımlayan yapı var Türkiye’de ve onlara ilgi yok; neden? Çünkü beğenilmese de sol ve sosyal demokratların ana akım partisi hâlâ CHP.

Üçüncü şık: “MHP ana muhalefet partisi olur”?
Gayet tabii ki, Türkiye her an daha sağa kayabilir, bunun dinamiği şu anda da var zaten. Eğer CHP bu süreçten güçlü çıkmayı beceremezse, onun yerine kurulacak herhangi bir sol partinin kendini anlatması, liderini programını kabul ettirmesi zaman alacağından, hele de erken bir seçime gidilirse, MHP’ye kayışlar büyük olur. Bu seçmen kaymalarını zaten son yerel seçimde de gördük.

Hele Kürt sorunu tartışması üzerinden bir seçime gidilirse?
Aynen öyle ve asıl tehlikeli hat işte bu. Kutuplaşmanın ekseni tamamen Türk-Kürt meselesine oturur, ki buradan da en fazla kazanan Ak Parti değil, MHP ile BDP olur.
Dolayısıyla bence CHP’nin göz ardı edilemeyecek, çok önemli bir misyonu var ve bu kurultayda görev alacak herkesin siyasi liderlerini, hatta CHP’yi değil, Türkiye’yi düşünerek bir karar vermesi lazım. Çünkü bir an önce yaşayabileceğimiz en maksimum toleransla birbirimizi kabul edebileceğimiz bir Türkiye’yi inşa edebilecek güçlü bir CHP lazım.

Milliyet, Devrim Sevimay ile Soru-Cevap, 17 Mayıs 2010

Askeri okulda meğer reklamcılık stratejisi öğrenmişim

Yıllarca askeri eğitim aldım ve fark ettim ki meğer ben reklamcılık okumuşum. Siyaset iletişimcisi ve Öykü Reklam Ajansı’nın Başkanı Necati Özkan 1960 doğumlu. 1981’de Kara Harp Okulu’ndan mezun oldu. Sol görüşlü olduğu gerekçesiyle 1983’te res’en emekli edildi. Bunun üzerine AÜ Hukuk Fakültesi’ne girdi, bir yandan da bir reklam firmasında çalışmaya başladı. Özkan bu bölümü şöyle anlatıyor: “Meğer yıllarca askeri okullarda reklamcık stratejisi öğrenmişim. Çünkü gerçekten de reklamcılığın ve pazarlama dünyasının kullandığı bütün jargon askeri stratejiden ödünç alınmadır ve tamamı İngilizcedir. Bende ikisi de vardı ve hemen iki yıl sonra kendi ajansımı kurdum. Şu anda cirosu itibarıyla Türkiye’nin en büyük 25 ajansından biri.” Bu arada ODTÜ’de işletme mastırı da yapan Özkan siyasi seçim kampanyalarına ilk Necdet Calp’in Halkçı Partisi’ndeki iki adayla başladı. SHP, CHP’yle devam eden seçim kampanyalarının ardından en son Kemal Kılıçdaroğlu’nun İstanbul seçim çalışmasını yürüttü. CHP’nin İstanbul oylarının yüzde 25’ten 36’ya çıktığı seçim sonrasında ABD’deki “Seçimler ve Kampanyalar” adlı bir sektör dergisinden “En heyecan verici siyasi kampanya” ödülü kazandı. Aynı zamanda, siyasi iletişim alanında Obama ve Merkel’in danışmanlarının da aralarında bulunduğu 10 kişilik “Rüya Takımına” seçildi. 2004’ten beri yakınen takip ettiği “Obama’nın Liderlik Sırları” adlı kitabı var. Uluslararası Siyasi Danışmanlar Derneği’nin iki Türk üyesinden biri. Ayrıca Avrupa Siyasi Danışmanlar Derneği Başkan Yardımcısı ve TÜSES’in Yönetim Kurulu üyesi.

Milliyet, Devrim Sevimay ile Soru-Cevap, 17 Mayıs 2010

Başbakan "Kızgın Güç", Kılıçdaroğlu "Sakin Güç"!

Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim kampanyasını hazırlamış bir profesyonele direkt Kılıçdaroğlu’nu sormayı özellikle istemiyorum, ancak bir mesele var ki şu anda en çok konuşulanlardan biri de bu: Erdoğan’ın karşısında Kılıçdaroğlu zayıf kalır mı?

Recep Tayyip Erdoğan muhtemelen 1946 sonrası tarihimizin en güçlü liderlerinden biri. Belki de o tarihten sonra gördüğümüz en güçlü başbakan. Ben Başbakan’ın tüm gücünü çalışkanlığına, samimiyetine ve cesaretine bağlıyorum. Ama onun gücünü “Kızgın Güç” olarak görüyorum. Kemal Kılıçdaroğlu da aynı Başbakan gibi çalışkan ve samimi. En önemli benzer noktaları bu zaten: İkisi de kendi gibi davranan, bu yüzden sevilen siyasetçiler. Fakat Kılıçdaroğlu, Başbakan’ın tersine tam bir “Sakin Güç”. Dinliyor, empati yapıyor, kararını ve mesajını sükunetle açıklıyor, bilgiye ve belgeye dayalı konuşmayı seviyor.

Peki bu özellikler seçmene hitap ediyor mu sizce?
Türkiye halkı bir Akdeniz ve Ortadoğu halkı. Bu topraklarda, duygular akıldan daha çok iş yapıyor. Siyasette ve liderlikte de öyle. Demokrasi tarihimize baktığımızda da aklı ve bilgisiyle öne çıkan, entelektüel görünümlü “Hacivat” tarzı liderlerin değil, duygularıyla öne çıkan, kendi gibi ve sahici olmayı beceren liderlerin kazandığını görürüz. Menderes İnönü’ye göre, Demirel Ecevit’e göre, Özal Erdal Bey’e göre, Erdoğan Baykal’a göre daha “Karagöz” algılanmayı başardıkları için kazandılar. Hacivat tarzı bir lider olduğu halde Ecevit’in bir dönem kazanmış olmasının nedeni de aslında yine aynıdır. Samimiyeti ve sahiciliğiyle duygulara hitap etmiş olması.

Milliyet, Devrim Sevimay ile Soru-Cevap, 17 Mayıs 2010

CHP'nin Savunma Pozisyonundan Saldırı Pozisyonuna Geçmesi Lazım

Deniliyor ki “CHP’nin yüzde 20-22’lik bir dilimi var. Bunun başında Baykal da olsa başkası da gelse daha yukarı çıkmaz, bu partinin müşterisi bu kadar.”
Bu inanılmaz yanlış bir argüman. O zaman biz ne liderin etkisine, ne kampanyanın etkisine, ne bir partinin etkisine, ne zamanın ruhuna, bunların hiçbirine inanmayacağız, insanların ihtiyaçlarının günden güne değişebildiğine, insanların umut ihtiyacının ne kadar büyük olduğuna bunlara hiç o zaman bakmayacağız ve hep şöyle diyeceğiz: Bu toplum CHP gibi bir sol partiye verse verse yüzde 22 oy verir, daha fazla vermez. Böyle bir şey olamaz ki, hiçbir demokraside böyle bir durum yok. Bütün demokrasilerde tam tersi örnekleri hep yaşanır, olmaz denilenler olur. Çünkü siyasetin en önemli gücü kitlelerin gelecekleriyle bir hayal yaratabilmesinde yatar. Hangi demokrasiye bakarsanız bakın bunu becermiş liderler, ister merkezin sağında ister solunda, seçimleri kazanıyorlar.

CHP asla merkezden oy alamaz deniliyor ama.
Asla! Müslüman bir aileden gelen, zenci bir adam da ABD gibi bir ülkede seçim kazanamazdı, ama kazandı. İnsanlara “Evet bu sefer becerebiliriz, kirlenmiş sistemin içinden yeni ve daha temiz bir sistem çıkarabiliriz” duygusunu yaratmasının sonucunda bir zenci siyasetçi kazandı.

Bunu, bu CHP yapabilir mi?
Yapabilecek bir noktaya gelirse oyları yüzde 50 ve daha üstüne çıkabilir.

Emin misiniz?
İnanın çıkmaması için hiçbir neden yok.

Devletin en sevimsiz yüzüyle bu kadar özdeşleşmiş bir parti?
Siz bugünkü CHP algısıyla ilgili durumu tarif ediyorsunuz. Oysa bakın tüm dünyada seçmeni harekete geçirecek üç duygu vardır: 1-Samimiyet. 2-Korku. 3-Öfke. Samimiyette pozitif duyguları harekete geçirirsiniz onunla insanlar sizin etrafınızda toplanır, ki en büyük etki buradadır. Bu, bugüne kadar CHP’de olmadı. CHP’nin en önemli tabanı “Ülkemde rejim değişecek mi” korkusundan gelen bir taban.

Öfke?

Öfkeyi en iyi AKP kullanıyor. MHP de öyle, tabii aynı zamanda BDP de...
Dolayısıyla CHP’yi kazandıracak asıl strateji ilkinde, yani pozitiflikte. Bunu yapabilecek bir siyasi kişilik CHP’yi ülkenin tartışmasız en büyük partisi yapabilir. Kaldı ki zaten de en güçlü partisi.

Nasıl en güçlü?
Bakın aldığı oyla kıyaslamıyorum bunu, yaptığı etkiyle, kalıcılığıyla, hayatiyetiyle kıyaslıyorum. Anayasa o olmadan yapılamıyor, türban o olmadan çözülmüyor, Kürt açılımı o olmadan tıkanıyor, ille de bir şekilde ona ihtiyaç var. Türkiye’nin genlerinde CHP var.

Sizce CHP bu gücünü çözüme yönelik kullanıyor mu?
Kullanmıyor, çünkü CHP savunmacı bir pozisyonda. Sürekli alarm zilleri çalıyor, sürekli rejime, topluma dönük çok büyük saldırıların olduğundan bahsediyor. Bu strateji seçim kazandırmıyor. Türkiye’ye de bir şey kazandırmıyor. CHP’nin artık “savunma”dan “saldırı”ya geçmesi lazım. Yani “Hadi gelin şu sorunu çözelim” demesi, daha ilerde bir pozisyon alması lazım. Bu da ne demek? Evrensel sosyal demokrat değerlerin tamamını kucaklayan bir noktaya gelmek demek.

Milliyet, Devrim Sevimay ile Soru-Cevap, 17 Mayıs 2010

İki Türkiye derin çizgilerle ayrıldı

Baykal'ın istifa konuşmadaki Pensilvanya vurgusunu nasıl buldunuz?
Doğrusu onun nedenini ben de anlayamadım.

Tamamen psikolojik olabilir mi? Zor gününde bir destek telefonu almasından etkilenerek...
Politika bu kadar naif bir şey değil.

“Varan-2 gelmesin” mesajı olabilir mi?
Buna ihtimal dahi vermek istemem, çünkü aksi halde hepimiz esir alınmışız demektir ve burası da yaşanılabilir olmaktan çıkmış bir ülke demektir.

O halde niye bu konuya girdi sizce?
Karşıt kampı bölmek, en azından bir bölümünü nötralize etmek için olabilir. Çünkü politika böyle bir şey. Yaptığınız her şeyin bir anlamının olması gerekir.

Peki tam giderayak hükümete savaş açmanın anlamı ne? Üstelik hükümetin ve medyanın ilk dört gün gayet olumlu bir yaklaşım göstermesine karşın?
Demek ki Deniz Bey hükümet ya da hükümete yakın bir kaynağın dahli olduğunu düşünüyor ya da onu düşündürecek bir şeylere ulaştı. Yoksa bu denli önemli bir olayda dayanaksız konuşabileceğini zannetmiyorum ben.

Ulaştıysa aynı konuşmada göstermesi de gerekmez miydi?
Muhtemelen hâlâ daha bazı detaylara ulaşmayı bekliyor olabilir. Çünkü eğer elinde bir şey yokken böyle bir suçlamayı yapmışsa bu çok başka bir hata demektir, ki bu seviyede böyle bir hata yapılmaz herhalde.

Ben özellikle Başbakan’ın bilgisi dahilinde böyle bir kaset işinin organize edilebileceğine asla inanmıyorum; kimse de inanmıyor?
Ben de inanmıyorum. Ama Deniz Bey’in de elinde doğru ya da yanlış bir şey olduğunu düşünüyorum, aksi halde o açıklamayı yapmaması gerekir.

O zaman artık hiçbir şey komplo gelmediği için soralım: Devlet imkânları hükümetin bilgisi dışında kullanılmış ve hükümet de bir şekilde bu işin içine çekilmiş olabilir mi? Çünkü eğer biri bir şey biliyorsa, öbürü de yapmadıysa, bu ancak böyle açıklanabilir.
Eğer böyle bir akıl varsa bu işin arkasında o zaman bu bir altın vuruş demektir. Düşünün öyle bir vuruş yapıyorsunuz ki, yakın zamanda koltuğundan inmeyeceği düşünülen bir lideri indiriyorsunuz, yetmedi iktidar partisinin destekçilerinin bir kısmının kafasını karıştırıyorsunuz, o da yetmedi her iki Türkiye’nin iki lideriyle ilgili “Acaba?” dedirtiyorsunuz.

“İki Türkiye’nin iki lideri”?
Erdoğan da Baykal da uzun bir süredir sadece iki ayrı partinin lideri değiller; feci şekilde polarize olmuş iki ülkenin lideri gibiler. Çünkü artık gerçekten iki Türkiye var ve bu iki Türkiye çok derin çizgilerle ayrıldı.
Düşünün, en fakir yüzde 20’lik dilim toplam milli gelirin yüzde 6’sını alıyor; en zengin yüzde 20’lik dilim ise yüzde 47’sini... Türkiye’de yaklaşık 14 buçuk milyon insan Moğolistan standartlarında yaşıyor; ama bir 14 buçuk milyon insan var ki, onlar da İtalya standartlarında yaşıyor.
Bu işin ekonomik tarafı, işin bir de hayat tarzı tarafı var. Erdoğan “Öteki Türkiye” diye tabir edilen Türkiye’nin kahramanı... Güçsüzlerin gücü, sessizlerin sesi... Baykal ise Türkiye’nin kurucu değerlerinin temsilcisi, seçkinlerin koruyucusu... Bunun üzerine bir de 30 yıldır devam eden “rejim” ve “bölünme” korkuları eklenince neredeyse artık toplumsal kopuşa doğru giden bir yola girdi Türkiye. Bu sürdürülemez bir durum.
Böyle bir sürecin sonunda ya çok büyük bir kültürel bölünme yaşanacak ya da bir başka siyasi güç ya da siyasi bir lider çıkıp Türkiye’yi yeniden birleştirecek.

Tamamen spekülasyon yapıyoruz şu anda, ama olmayacak denenler olduğu için soruyorum: Eğer bu işin arkasından hükümete de yapılmış bir komplo çıkarsa o zaman asıl amacın bu olduğu düşünebilir mi?
Belki daha normal bir Türkiye yaratma amacı... Bunu şimdiden bilmek imkânsız, hep beraber yaşayıp göreceğiz. Benim şu anda tek görebildiğim bunun Türkiye siyasi tarihinin en önemli kırılma noktalarından birinin yaşandığı.

Milliyet, Devrim Sevimay ile Soru Cevap, 17 Mayıs 2010

"Emanetçi"li bir CHP ile herkes kaybeder

Deniz Baykal’ın geçen hafta yaptığı istifa konuşmasından başlayalım: İçeriğini nasıl buldunuz o konuşmanın?

Bence gelecekte de örnek gösterilecek bir konuşmaydı. Gerçi içinde bir insan olarak Deniz Bey ne hissetti, bir aile reisi olarak neler yaşadı gibi samimi ve insani duygular olsaydı daha iyi olabilirdi, ama genel itibarıyla beğendim. Bir kere insanlar ilk kez bugüne kadar gördükleri Baykal’dan daha farklı bir Baykal gördüler. İlk kez “Baykal da mağdur” dediler; “O da bizden birisi...” Siyasette en çok kazandıran şeylerden biri bu hissi verebilmektir zaten.

Yani Baykal kazandı mı diyorsunuz?
Bakın, Başbakan Erdoğan’ın son sekiz yılda yaptığı iki önemli hareket var ki, AKP’yi zıplattı. Biri e-muhtıra sürecindeki hükümet tavrı. E-muhtırayı izleyen iki hafta boyunca AKP oyları yüzde 50 küsura çıktı. İkincisi “One Minute” refleksi. Yüzde 30 küsurlardayken bir anda 51’e fırlamıştı. Buna benzer bir durum şu anda CHP için var. Yüzde 50’lerden falan bahsetmiyorum, ama CHP rutinin çok üzerine çıktı. Deniz Bey’in açıklamasının olduğu gün ve hafta pek çok insan Deniz Bey’le ve CHP’yle ilgili duygularını değiştirdi.

Baykal dönerse ne olur?

Peki bu tabloya bakıp Baykal dönerse ne olur?
Basın açıklamasındaki iddialarını bu bir hafta içinde kanıtlayabilir de dönerse büyük patlama yapar. Aksi halde risk çok yüksek. Yani insanların Deniz Bey’in o açıklamasındaki samimiyetine artık güvenleri kalmaz. Şu anda mağdur ve “Türkiye’nin bir kısmının kahramanı” konumundayken, her şey tam tersine dönebilir.

Kendi yerine birini işaret ederse?

Zaten Deniz Bey’in iradesi açığa çıkmadan bu kurultay epey zor geçecek.

O iradenin henüz açığa çıkmaması ne anlama geliyor sizce?
Belki de aklında bir isim vardır, ama yıpranmaması, erkenden parti içi mücadeleler olmaması için açıklamayı geciktiriyordur.

Birini işaret ederse, o işaret ettiği kişinin bir “emanetçi” olma olasılığı sizce ne kadar?
Bence en zayıf ihtimal bu, çünkü en kötü senaryo bu. Bir kere emanetçinin emanetçi olacağını herkes bilir ve böyle bir CHP’yle de herkes aynı anda kaybeder.

Peki sizce Baykal kontrol altında tutacağı bir CHP’yi mi tercih eder, yoksa sözünü çok geçiremeyeceği, ama güçlü bir CHP’yi mi?
Deniz Bey şu an tam bir yaralı aslan. Dolayısıyla tüm yaralı aslanlar gibi bir tarafa sığınıp köşesinde kalmayacak, çarpışacak. Çarpışmak için ise arkanızda gücün olması lazım. Oysa emanetçi zayıf bir genel başkanın yöneteceği bir CHP’nin, Deniz Bey’in genel başkanken yönettiği CHP’den çok daha zayıf olacağı aşikâr. Bunu isteyeceğini zannetmiyorum, bu rasyonel değil.


İddiayı çürütebilirse...Sizce kasete rağmen 2012’de cumhurbaşkanı olabilir mi?
Aslında tam da bundan sonra olabilir. Eğer aleyhindeki iddiayı çürütebilirse, muazzam bir lider ve bir devlet adamı olarak çıkar bu krizden.

Kanıtlayamasa da 2012’ye kadar unutulmaz mı?
Bir reklamcı var, Bill Bernbach diye... O der ki “Tüketiciyi gerizekâlı sanmayın, sizin eşiniz de bir tüketici.” Nasıl İSKİ yıllarca unutulmadı, bunu da kimse kolay kolay unutmaz.

Sizce yeni bir İSKİ olmasına izin vermeden atlatabilmenin yolu?
Bu kurultaydan yenilenerek çıkmak.

Kimle?
Ben kimle olduğunu değil, ama nasıl biri olduğunu söyleyeyim: Bakın bir siyasi lider sahneye ilk çıktığı anda ya sevilir ya da sevilmez. İlk gün seviliyorsanız hep sevilirsiniz. İlk gün sevilmediyseniz bir daha sevilme şansınız çok kolay değildir. Düşünün şu anda dünyanın her yerinde pek çok lider ya da lider adayı var. Hepsi de son derece akıllı ve hırslı. Ama tek başına bu çalışmıyor. O ilk andaki sevgi algısı var ya, o olmadan diğerleri yetmiyor. Dolayısıyla CHP’nin nasıl bir liderle yenilenmesi sorusunun yanıtı da bence bu. Siyaset sahnesine çıktığı ilk andan itibaren sevilen bir liderle...

Milliyet Gazetesi, Devrim Sevimay ile Soru-Cevap, 17 Mayıs 2010

27 Mart 2010 Cumartesi

Üçümüz de aynı fikirdeyiz!

KA-DER(Kadın Adayları Destekleme ve Eğitme Derneği)adına 2009 başında yarattığımız bu kampanya, yerel yönetimlerdeki %1’lik kadın siyasetçi oranını protesto ediyordu. “Üçümüz de aynı fikirdeyiz” başlıklı kampanya yayına çıktığı gün olay yarattı. Başta Ankara, İstanbul ve İzmir olmak üzere 19 kentte asılan billboardlarla başlayan kampanya vatandaşlar arasında büyük ilgi ile karşılandı. Kampanya, televizyon filmi, radyo spotu, bilboard, basın ilanı ve internet çalışmalarından oluşuyordu.

Öykü / Dialogue International ekibi tarafından hazırlanan kampanya, siyasette ve yerel siyasetteki kadın-erkek eşitsizliği protesto ediyor ve Türkiye nüfusunun %50’sini oluşturan kadınların “siyasette eşitlik” özlemlerine ışık tutuyordu.

KA-DER kampanyasının filmi, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve Ak Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, kızgın fotoğraflarıyla başlıyordu. Üç siyasetçinin, birbirleriyle uzlaşamayan liderler olarak tanındığını anlatan dış ses, ilk kez bir konuda aynı fikirde olduklarını duyuruyordu. Ardından üç liderin neşe içinde, birbirine sarılmış halde gösteren fotoğrafı ekrana giriyordu. Bu sırada dış ses, kanka pozu veren üç siyasi liderin, yerel yönetimler için gösterecekleri adayların %50’sinin kadınlardan oluşması konusunda anlaştıklarının müjdesini veriyordu.

Üç lidere teşekkür edilen filmin finali, tam bitti sanılırken ekranda beliren “Uyarı” yazısı ile ve “İzlediğiniz bu film yerel yönetimlerde %1'lik orana isyan eden ve siyasette görev almak isteyen kadınların hayallerinin ürünüdür” diyerek sona eriyordu.

Kampanya yurt çapında büyük ses getirirken, televizyon kanallarının neredeyse tamamı, ana haber bültenleri başta olmak üzere 50’den fazla programda kampanyadan bahsetti. Gazetelerde ise kampanya ile ilgili 200’e yakın haber ve makale yayınlandı. Benzer şekilde, internet sitelerinde kampanya ile ilgili yapılan haberleri vatandaşlar yorum yağmuruna tuttular.

Kampanyanın künyesi şöyleydi:
Ajans : Öykü / Dialogue International
Strateji : Necati Özkan
Kreatif Direktör : Özer Özbey
Reklam yazarı : Necati Özkan, Ahmet Okan
Grafik tasarım : Erkan Kocaoğlu
Müşteri temsilcisi : Mutlu Çağ
Prodüksiyon : Postpro