İki ülkenin propaganda dili sokağı nasıl etkiliyor? |
“Kocamla birlikte televizyon seyrediyorduk.
Önce bir patlama sesi duyduk. Ardından sirenler çalmaya başladı. “Herhalde
Türkiye ile savaşa girdik” dedim kocama…”
Bu sözler, Sibirya’nın göbeğindeki Novosibirsk
kentinde yaşayan sıradan bir ev kadını olan Evgenia Romanova’ya ait.
26 Kasım
günü yani, Türkiye’nin Rus savaş uçağını düşürmesinden sadece iki gün sonra Novosibirsk’te bir sokakta park
halindeki bir jipte patlama meydana gelmiş ve olayda iki kişi ölmüştü. Araçtan
çıkarılan yarı çıplak bedenlerin, Putin’in
lideri olduğu Birleşik Rusya Partisi’nden milletvekili olan 30 yaşındaki Oksana Bobrovskaya ve kocasına ait
olduğu anlaşılmıştı. Olayın detayları araştırıldığında, kadın milletvekilinin
zengin bir işadamıyla gönül ilişkisi olduğu, bu nedenle kıskanç kocanın araçta
el bombası patlatmış olabileceği sonucuna varılmıştı. İşte o patlamanın
gerçekleştiği sokakta oturan Evgenia
Romanova patlamanın kendisinde yarattığı ilk duyguyu yerel gazete
muhabirine böyle tarif ediyordu.
Rus savaş
uçağının düşürüldüğü hafta Kanada’nın
Toronto kentindeydim. Meseleyi
anlamak için Toronto’da medyayı
tararken yukarıda anlattığım olaya rastlamıştım. Jetin düşürülmesinden sadece
48 saat sonra, Türkiye’den binlerce kilometre uzaktaki Novosibirsk kentinde üçüncü sayfalık bir olay bile insanlarda “Galiba Türkiye ile savaş girdik” duygusunu
tetikleyebiliyordu.
Rus uçağının
düşürülmesi bir kaza mıydı? Bir komplo durumu mu söz konusuydu? Yoksa Türk F4
uçağının Suriye tarafından Haziran 2012’de düşürülmesinden sonra, güney
sınırımızda adım adım yükselen gerginliklerin sonucu mu gerçekleşti olay henüz
belli değil. Bu konuda pek çok kişi yazıyor, çiziyor, konuşuyor…
Ama doğrusu,
olaydan sonra her iki tarafça yürütülen ve iki ülke ilişkilerini çatışma
noktalarına getiren propaganda yönetimindeki tuhaflıkları anlamakta zorluk
çekiyorum. Çünkü son yıllarda Türk - Rus ilişkileri öylesine iyi gidiyordu ki,
bu tür bir olay ihtimal dahilinde gözükmüyordu.
Putin
ve Erdoğan, daha bir kaç ay önce iki
ülke arasındaki ticaret hacmini 100 milyar dolar seviyesine çıkarma kararı
almışlardı. Türk şirketleri, Rusya’da onlarca milyar dolarlık iş yapıyorlar ve
Rusya’nın hayat standardının yükselmesine katkı sağlıyorlardı. Türkiye enerji
alanında Rusya’nın en önemli müşterilerinden biri olmuştu. Planlanan yeni boru
hatlarıyla Türkiye Rus ekonomisinin en stratejik partnerlerinden birine
dönüşmekteydi. Türkiye’nin önemli bankalarından biri Ruslara satılmıştı.
Akkuyu’da inşa edilecek olan nükleer santral, her türlü itiraza rağmen ve de
ciddi bir ihale süreci yaşanmadan Rusya’ya armağan edilmişti…
Vizeler
karşılıklı kaldırılmış ve Türkiye’ye gelen Rus turist sayısı ilk kez 4 milyon
seviyesine ulaşmıştı. İki ülke vatandaşları arasında yaşanan evlilikler
200.000’ler seviyesine erişmişti. Rus vatandaşları güney sahillerimizde gayrimenkul
alan yabancılar arasında 1 numaraya yükselmişti…
Açıkçası,
iki ülke tarih boyunca yakın olmadıkları kadar birbirlerine yakınlaşmışlardı.
Bundan dolayı Rus jetinin düşürülmesi haberi herkes için olduğu gibi benim için
de büyük bir sürprizdi…
Dün sabah erken saatlerde, ülkesinin en
önemli siyasi danışmanlarından biri olan Moskovalı bir meslektaşımdan mail
aldım. THY ile Istanbul aktarmalı Orta Batı Afrika ülkelerinden birine
gidiyordu. Saat 16.00 gibi Atatürk Hava
Limanı’na inecekti ve Istanbul’da 6 saat kadar vakti vardı… “Birlikte bir akşam yemeği yiyebilir
miyiz?” diye soruyordu.
Buluştuk ve 3 saate yakın sohbet ettik.
Özellikle gelinen noktayı, iki ülkeyi yöneten siyasi liderlerin pozisyonlarını,
kullanılmakta olan siyasi dilin yakın geleceğe muhtemel etkilerini ve iki taraf
medyasının tutumu tartıştık.
Ben Rus
meslektaşıma yukardaki olayı aktardım ve sordum: “Sibiryanın göbeğindeki sıradan bir ev hanımını, bu denli hızla etki
altına alabilen bir propaganda makinası nasıl mümkün olabiliyor?”
Meslektaşımın
verdiği cevap manidardı: “Biliyor musun,
ben de aynı hafta Antalya’da bir Türk kocanın, jet krizinden sonra Putin’in
tutumunu protesto etmek için Rus karısını boşamaya karar verdiğini okudum.”
Meslektaşım
haklıydı! Her
iki taraf ta siyasi iletişim konusunda elinden gelenin en kötüsünü yaptı.
Olayın ertesinde derhal “doğrudan
iletişim kanallarını” devreye sokmak yerine medya aracılığıyla birbirleriyle konuşmayı tercih ettiler. Gerek
Rus medyası, gerekse Türk medyası, siyasilerin agresif tavırlarından
kendilerine “milli görev”
çıkarttılar. Krizi köpürttükçe köpürttüler.
Meslektaşımın
anlattığı onlarca detaydan Rusya Devlet Başkanı Putin’in bu denli agresif bir tutum takınmasının psikolojik arka
planını daha iyi anladım. Mesele, savaş uçağının düşürülmesi ertesinde Türkiye
tarafının Putin’i doğrudan aramak
yerine, 8 - 10 saat süreyle ABD ve AB liderlerini araması ve NATO’yu devreye sokmasıymış. Batı ile
yapılan görüşmelerin bitiminden sonra Putin’in
aranması Rusya tarafında kırılma yaratmış. Putin
özellikle de bu nedenle kendini “sırtından
hançerlenmiş” hissediyormuş.
Acaba, Rus
liderin bu duygusunun Türk muhataplarınca bilinmesi, ilişkilerin tamiri için
bir başlangıç olabilir mi? Acaba Putin’in
bu hissiyatının anlaşılması Türk tarafına farklı bir bakış açısı kazandırabilir
mi? Belki de, taraflar için nihai bir kazanç ihtimalinin gözükmediği bu
gidişatın durdurulması için mevcut iletişim yönetimi gözden geçirilebilir…
Medyanın durumdan vazife çıkarması ve “pireyi
deve yapması” engellenebilir… Yeni bazı doğrudan iletişim kanalları bu
bakış açısıyla devreye sokulabilir… Veya formel olmayan iletişim yollarına
başvurulabilir…
Her iki
tarafın da bu konularda daha yaratıcı olmaya ihtiyacı var sanki. Aksi halde bu
gidiş Evgenia Romanova’ın
Novosibirsk kentindeki patlamadan sonra
aklına ilk gelen “riski gerçeğe
dönüştürebilecek” pek çok mayınlı alan yaratıyor
Radikal, 17 Aralık 2015