Necati Özkan ve Seçim Zamanı

15 Aralık 2016 Perşembe

Başkanlık dediler, tek adam rejimi çıkardılar

Bu anayasa değişiklikleriyle Türkiye yeni bir sisteme geçiliyor değildir. Fiili bir duruma anayasal bir kılıf dikiliyor, hepsi bu.  Zaten Ekim ayındaki çıkışıyla bu değişiklik sürecini başlatan Devlet Bahçeli o günlerde bu durumu açıkça belirtmişti. 

Ekim ayında Bahçeli, Erdoğan'ı: "Cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren Anayasanın amir hükümlerini özüne ve ruhuna aykırı olarak yorumlayan; Anayasanın vermediği yetkileri kendisinde hak gören; partili Cumhurbaşkanı gibi davranan; tarafsızlığına gölge düşürecek şekilde hareket den ve yetkisini aşan; siyasi propagandalara katılan, AK Parti lehine oy isteyen; siyasi polemiklere katılan, fiilen hükümet başkanı gibi hareket eden" bir cumhurbaşkanı olmakla eleştirmiş ve "Ülkede hukuksuz, kanunsuz ve Anayasaya tamamen aykırı bir yönetim modelinin tecelli ettiğini" öne sürmüştü.

 "Türkiye Cumhuriyeti’nin beka mücadelesi verdiği bugünlerde, siyasi iktidarın ve devletin en tepesinde bulunan Cumhurbaşkanının hukukla ters düşmesi geleceğimiz açısından çok mahsurlu, çok tehlikelidir" diyen Bahçeli, bu açık tehlikenin bertaraf edilebilmesi için iki alternatif yol önermişti: "Bunlardan birincisi ve bizim açımızdan da en doğru, en sağlıklı olanı, Sayın Cumhurbaşkanı’nın fiilli başkanlık zorlamasından vazgeçmesi, yasa ve anayasal sınırlarına çekilmesidir. Şayet bu olmayacaksa, ikinci olarak, fiili durumun hukuki boyut kazanabilmesinin süratle yol ve yöntemlerinin aranmasıdır."

İşte 10 Aralık Anayasa değişiklik önerileri, bu değişikliklerin mimarı olan ismin, Devlet Bahçeli'nin ifade ettiği gibi, fiili durumun hukuki boyut kazanmasından başka bir şey değildir. 

Türkiye zaten Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı seçilmesinden bu yana fiilen bu modelle yönetilmekteydi, bu anayasa değişikliklerinden sonra da aynı şekilde yönetilecektir. Bu nedenle, 2019'dan sonra Binali Yıldırım'a Başbakan değil de Cumhurbaşkanı Yardımcısı adını vereceğimiz için Türkiye'nin bir sistem değişikliği yaşayacağına inanmak saflık olur.

BU DEĞİŞİKLİK ÖNERİSİNE "BAŞKANLIK" DEMEK  MERTEBE OLUR!

Bu anayasa değişikliklerini demokratik bir rejim türü olan Başkanlık Sistemi'yle ilişkilendirmek, hatta ona benzetmek de tamamen abesle iştigal olur.

Yürütme, yasama ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığını koruyup güçlendirmeyen bir sistemin gerçek anlamda ne parlamenter sistem olması mümkündür ne de başkanlık sistemi. Teklif edilen sistem gecekondu bir tek adam sistemidir!

Anayasa değişikliklerinin yürütme dışındaki kuvvetleri güçlendiren hiçbir yönü yoktur. Meclis'e verildiği söylenen HSYK üyelerinin yarısını belirleme hakkı aslında fiilen en çok sandalye sahibi olan partiye yani Cumhurbaşkanının partisine verilmektedir. (HSYK üyeliği için gösterilen adaylar ilk turda üçte iki, ikinci turda beşte üç oyla seçilmekte ancak bu oranlara ulaşılamazsa son turda en çok oyu alan iki aday arasından ad çekme ile belirlenmekte ki en çok oya sahip olacak adaylar çok büyük olasılıkla iktidar partisinin göstereceği adaylar olacaktır. HSYK üyelerinin diğer yarısı da zaten bizzat Cumhurbaşkanı tarafından belirlenmekte.)

Öte yandan meclisin yürütme karşısında gerçekten güçlü olabilmesinin yollarından biri de cumhurbaşkanın partisinden başka partilerin de mecliste temsilinin önünü açmaktır. Oysa yüzde on barajla bunun tam tersi söz konusu olmakta, birinci parti hak ettiğinin çok üzerinde mecliste sandalyeye sahip olmaktadır.

Seçim barajının demokratik ülkeler seviyesine indirilmesi ve siyasi partilerdeki tek adam hegemonyasını kırmaya yönelik hukuki düzenlemelerin yapılmasıyla ancak güçlü bir yasamadan söz etmeye başlayabiliriz.

REFERANDUM KAMPANYASINDA NELER OLACAK?

Bir süredir, konu ne olursa olsun aslında aynı şeyi tartışan bir toplum haline geldik. Bu anayasa referandumunda da muhtemelen aynı şey olacak. AKP, kendisini önlemeye çalışan, ülkeyi bölmeye, zayıflatmaya çalışan iç ve dış güçlere karşı mücadele etmek için seçmenden oy isteyecek. Muhalefet de AKP'nin ve Erdoğan'ın yaptıklarının daha fazla güç ve yetki adına yapıldığını, niyetin demokrasi olmadığını öne sürecek.

AKP'nin sürekli iç ve dış düşmanları işaret ederek, muhaliflerin tümünü rakip değil de düşmanmış gibi damgalayarak ve seçmeni düşmanla korkutarak oy alma stratejisinin toplumsal barışa, ülkenin hayrına olduğunu söyleyebilmek mümkün değil ama seçimi kazanmasında etkili olduğu bir gerçek. Bu kez de benzeri bir yol izleyeceklerdir ancak bu defa AKP'nin ikna güçlerini aşındıracak kimi unsurlar mevcut. Örneğin 12 Eylül 2010 referandumu ve sonrasında yaşananlar  gibi...

12 Eylül referandumunda AKP'nin bu ülkeye vaat ettikleriyle gerçekte yaşananlar arasındaki büyük uçurum önümüzdeki referandumda da ister istemez sorgulanacaktır. AKP'nin daha kaç defa askerin ve yargının vesayetini bitiriyoruz diyerek oy isteyeceği sorulacaktır. 

15 Temmuz ve FETÖ de mutlaka referandum kampanyalarının önemli eksenlerinden biri olacaktır ve eğer muhalefet doğru bir iletişim yürütürse bu konu da AKP'nin başını ağrıtacaktır. 6 yıl önce yargıda devrim diye referandumla getirdikleri düzenlemenin FETÖCÜ yapılanmaya sunduğu imkanlar sorgulanacaktır.

ÜLKENİN TEK MESELESİ PARTİLİ CUMHUR-BAŞBAKANI MI?

15 Temmuz'dan sonra FETÖ'yle ve kötü niyetli başka yapılarla mücadele için yargı ve bürokrasi reformu yapmayı konuşan Türkiye'nin birden Cumhurbaşkanlığı konusunu gündeme alması sorgulanacaktır. 

Onca büyük iç ve dış sorun arasında, Cumhurbaşkanının konumuyla ilgili, üç yıl sonra yürürlüğe girecek bir düzenlemenin bugün ülke gündemine oturmasının mantığı sorgulanacaktır. (Yalnızca Cumhurbaşkanın partisiyle ilişkisi kesilir hükmü hemen yürürlüğe giriyor.) 

MUHALEFET 2 - 0 GERİDE BAŞLAYACAK

Kampanyada, muhalefetin "Erdoğan fobisi" olarak damgalanmaya elverişli tutumlardan kaçınması ve anayasa değişikliklerinin yol açabileceği çok büyük ve karanlık ihtimallere odaklanmaması doğru olur. Siyasi gerilimin, kutuplaşmanın muhalefetin aleyhine sonuçlar ürettiğinin farkında olunmalıdır. 

Vatandaşın günlük hayattaki karşılığı açısından bu değişikliklerin hiçbir yenilik ifade etmediği, bir umut barındırmadığı vurgulanmalıdır.

MHP'nin ve Devlet Bahçeli'nin pozisyonu en zor olanı. Bahçeli, "Yanlış bir şey yapıyorsunuz bari hukuksuz yapmayın" diyerek girdiği bir yolda, yapılan o yanlışları da destekler, o yanlışlar için oy ister bir noktaya savrulma durumuyla karşı karşıya. AKP içinde Bahçeli'yi en iyi tanıyan kişi olan Tuğrul Türkeş'in, Bahçeli'nin kurt bir siyasetçi olduğu yolundaki uyarısının bir karşılığı olup olmadığını da göreceğiz.  

12 Eylül referandumunda MHP tabanı dikkate değer ölçüde evet oyu vermişti. Normal koşullar altında Erdoğan'ın başkanlığına evet demeyecek olan bu taban, ülkedeki iç ve dış tehditlerin arttığı algısı güçlendiği ölçüde bu referandumda da evet diyecektir. Ancak MHP'de genel kurula gitme /gidememe sürecinde görülen çatlaklar referandumla birlikte daha da derinleşecektir.

KILIÇDAROĞLU TEK BAŞINA!

"Seni başkan yaptırmayacağız" diyerek 7 Haziran seçimlerine damgasını vuran HDP o günlerinden çok uzakta. 7 Haziran ile 1 Kasım arasında HDP tabanında görülen kaymanın referandumda da devam edeceğini, 1 Kasım'da HDP'den AKP'ye giden oyların referandumda geri gelmeyeceğini varsayabiliriz.

Bahçeli'nin değişikliğe desteğini, Demirtaş'ın içeride oluşunu göz önüne alırsak Kılıçdaroğlu bu referanduma tek muhalefet lideri olarak gidiyor. Bu onun liderliği adına olumlu bir fırsat olabilir ancak evet oyu çıkması durumunda parti içindeki liderliği daha fazla sorgulanabilir.  

MUHALEFETİN MAKUS TALİHİ

12 Eylül 2010 referandumuna katılım oranı yüzde 73.71'di. Bundan bir yıl önce yapılan 2009 yerel seçimlerinde, belediye meclisi oylarına göre katılım oranı yüzde 84.06, bir yıl sonra yapılan  2011 genel seçimlerine katılım ise yüzde 83.16 idi.

Genel olarak referandumlara seçimlere oranla daha düşük bir katılım olması beklenir. Cumhurbaşkanlığı seçiminde katılım oranı yüzde 73.72 idi. Cumhurbaşkanlığıyla ilgili değişikliklerin referandumunda da buna yakın bir katılım oranı bekleyebiliriz. 1 Kasım seçimlerindeki yüzde 85'lik katılım oranıyla karşılaştırdığımızda yaklaşık yüzde 10 daha az bir katılım olması muhtemel.

Bu nedenle bu seçimde katılım için heves göstermeyecek seçmen gruplarını etkileyebilmek de sonuçta belirleyici olacaktır.  

Başkanlık sistemi neden dertlerimize derman olamaz?

Önce demokrasi tarihimizin bize öğrettiği üç tespiti paylaşalım:
  • Türkiye’de seçmen tercihleri kolay kolay değişmez. Partilerin adı değişse bile sağ ve sol partilerin aldıkları oy dağılımı çok değişmez; %60- %40!
  • Seçmen tercihi referandumlar söz konusu olduğunda daha da nettir. İktidar partisinin kim olduğundan bağımsız olarak seçmenlerin, iktidarın önerisini kabul etme eğilimi yüksektir. Tarihimizde sadece 1988 referandumunda iktidarın önerisi geçmemiştir.  Kalanların HEPSİ geçmiştir! Bu yüzden referandum kampanyalarında iktidarın işi nispeten kolaydır.
  • İlave olarak son dönemde yaşanan akıldışı kaotik gidişat ile ilgili de seçmen davranışı bilgisine sahibiz. Bizim seçmenimiz kaos ve belirsizlik durumlarında iktidarda fütursuzca güç kullanabilen liderler lehine oy kullanıyor. 1 Kasım’da bunu gördük.

Bu üç tespitten hareketle, referandumda iktidar partisinin işinin kolay olacağını düşünebiliriz. 

Eğer durum bu denli açıksa, referandumda başkanlık sisteminin geçmesini istemeyen güçler ne yapmalı? Gece gündüz demeden; sokakta, iş yerlerinde, fabrikada, atölyede, üniversitede, medyada, akla gelen her yerde çalışmalılar. Bütün güçleriyle, bütün üyeleriyle, bütün entelektüel çevreleriyle kampanyaya asılmalılar.

Türkiye’de parlamenter demokratik sistemin değişmesini istemeyen siyasi partilerin tamamına; bugünden itibaren sokağa çıkmalarını, her yerde her seçmene dokunmalarını; olası bir sistem değişikliğinde Türkiye’de yaşamın nasıl zorlaşacağını, nasıl yaşanılmaz bir ülkeyle karşı karşıya kalacağımızı anlatmalarını şiddetle tavsiye ederim.

Medya konusunda da muhalefetin durumu zor. İktidar medyanın ağırlıklı bölümünü domine ediyor ve iktidar kaynaklı mesajlar mevcut medya düzeninde hemen gündem yapılıyor. Bu ise seçmenin ikna edilmesi konusunda muhalefet aleyhine sonuç yaratıyor. O yüzden kısıtları ne olursa olsun, muhalefete düşen görev kendi medya kanallarına sahip olmaktır. Özellikle de dijital medya.

Öte yandan, ne tür bir anayasa ve başkanlık sisteminin tartışıldığını bırakın sokaktaki insanı, birçok AKP milletvekili bile bilmiyor. O nedenle seçmenin bilgilendirildiği bir enformasyon kampanyası hayati olacak. Kampanya, başkanlık sistemiyle biz vatandaşların yaşamında nasıl değişiklikler olacak sorularına net ve anlaşılır yanıtlar verebilmeli.

Bilindiği gibi başkanlık sistemini isteyen siyasi merkezlerin en önemli argümanı ülkeyi muhtemel askeri darbelerden korumak! Bu çevrelere, bırakın seçilerek geçici süreler için ülke yönetimine gelenleri, “mülkün sahibi” olan Osmanlı Padişahlarının akıbetini hatırlatmak isterim. Bilindiği gibi toplam 35 Osmanlı Padişahının 17’si askeri darbe ve isyanlarla devrildi... 12’si darbelerden sonra can verdi

Demek istediğim, gücün tek elde toplanması askeri darbe ihtimalini ortadan kaldırmaz. Darbeleri engellemenin yegane yolu katıksız ve radikal demokrasidir!

“İlle de başkanlık” diyenlerin diğer argümanı ise devlette hızlı karar alma ve uygulama ihtiyacı olduğudur. Oysa ki devlet meselelerinde tartışmadan hızlı karar almanın ne dramatik sonuçlar doğurduğunu son 14 yılda hep gördük. 

Suriye sorunundan, Rusya ile yaşanan krize ve PKK sorununa kadar son yıllarda oradan oraya savrulmamız bundandı. Siyasette hızlı değil, doğru karar almak önemlidir. Başkanlık sisteminin Türkiye’nin dertlerine derman olma ihtimali sıfırdır. 

Bu yüzden aklı başında olan herkes bu tehlikeli gidişe karşı çıkmalıdır.

1 Aralık 2016, Marketing Türkiye dergisine verilen mülakaat.