Necati Özkan ve Seçim Zamanı

29 Eylül 2011 Perşembe

MHP’nin Barajla Bitmeyen İmtihanı

MHP lideri Devlet Bahçeli "Püskevit" ile sempati yarattı.
MHP’nin İdeoloji Sorunu

Son yıllarda, MHP içinde ideolojiyle ilgili derin bir tartışma ve giderek berraklaşan bir ayrışma yaşanıyordu. Bu tartışmalar 12 Eylül Anayasa Referandumu’nda önemli orandaki MHP seçmeninin “evet” oyu vermeleri ile kamuoyunun gündemine de girdi.

MHP’deki tartışma bir çeşit “Gelenekçi”“Yenilikçi” tartışmasıydı. “Gelenekçi” tarafı eski iki kutuplu dünyanın dar milliyetçileri oluştururken, “Yenilikçi” tarafı MHP’nin ideolojisinin zamana uydurulmasını talep edenler oluşturuyordu. Yenilikçi grup, “Milliyetçiliği sadece Türkçülük olarak yorumlamaya devam edersek ülkemizdeki diğer etnik unsurların desteğini nasıl kazanacağız? MHP olarak milliyetçiliği 80 öncesindeki anlamıyla savunmaya devam edersek, milyonlarca Kürt vatandaşın sorununa nasıl cevap üreteceğiz? Milliyetçilik demokratikleşme taleplerine neden karşı olsun?” diyorlardı. Bu grup, kendini yenilemeden MHP’nin varlığını sürdürmesinin imkansız olacağına inanıyordu.

Bu gruba göre MHP’nin oy tabanı tamamen ülkücülerden oluşmuyordu. MHP geleneksel hayat tarzından da besleniyordu. Buna rağmen, değişen toplumsal yapı nedeniyle her geçen gün MHP’nin tabanı daralıyordu. Eğer MHP kendine yeni bir siyasi pozisyon tarif etmezse, ne yaparsa yapsın kısa sürede varlık sorunuyla karşı karşıya kalacaktı.

Ülkücü kadrolar arasındaki bu derin tartışma zamanla kamplaşmaya döndü. Parti içindeki ve parti dışındaki ülkücüler tartışmada saflarını netleştirdiler. Ülkücü çizgideki yayınlar da bu tartışmaya paralel olarak saflaştı. Seçime yaklaşırken “Gelenekçi” eski grup ağırlığını koydu. Mansur Yavaş, Vedat Bilgin gibi “Yenilikçi” isimler partiden ayrılmak durumunda kaldı.

MHP’nin Varlık Sorunu
2002 Genel Seçimlerinde seçmenlerinin büyük bölümünü AKP’ye kaptırmış olan MHP, 2004, 2007 ve 2009 seçimlerinde bu seçmenleri yavaş yavaş kazanmıştı. 12 Eylül referandum süreci, bu yolda bir dönüm noktasıydı. Ülkücü seçmenlerin bir bölümünün referandumda “evet” oyu vermiş olması, MHP için alarm zillerinin çalması demekti. MHP’nin artık bir baraj sorunu vardı, çünkü oy oranı % 8-9 bandına gerilemişti.

12 Haziran’a yaklaşırken saygın pek çok araştırma uzmanı AKP'nin bir kez daha seçimlerden birinci parti olarak çıkacağını söylüyordu. Cevabı bilinmeyen şuydu: AKP parlamentoda basit çoğunluk mu elde edecekti, yoksa, anayasayı tek başına yapabilecek bir çoğunluğa mı ulaşacaktı. İlk alternatifte AKP'nin yeni anayasa için meclise girecek diğer partilerden en azından biri ile uzlaşması gerekecekti. İkinci alternatifte istediği her şeyi yapma fırsatı olacaktı.

İşte bu iki alternatiften hangisinin gerçekleşeceği MHP’nin durumuna bağlı olacaktı. MHP yüzde 10 barajını aşarsa AKP uzlaşmaya zorunlu kalacaktı. Bu nedenle seçime doğru olan süreçte MHP ile AKP arasındaki ilişki bir çeşit hayatiyet mücadelesine dönüştü. İyi bir seçim kampanyasıyla MHP’nin barajın altına itilmesinin pekala mümkün olduğunu düşünen çevreler, bu partiyi barajın altına kesinlikle itmek amacıyla operasyona başladılar.

Başta Başbakan Tayyip Erdoğan olmak üzere AKP sözcüleri MHP seçmenini kazanacak söylemler kullanmaya başladılar. Amaç ortadaydı: MHP’yi yüzde 10 barajının altına itmek ve mecliste 367 sandalye elde edecek bir seçimbaşarısına ulaşmak! Televizyon ekranlarını dolduran AKP yandaşı onlarca yorumcu, durmadan MHP’nin barajı geçmesi ihtimalinin zayıflığını anlatıyordu. Milliyetçi seçmen kesimlerine oylarını heba etmemelerini öğütleniyordu.

Bahçeli yola erken çıktı

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, AKP’nin stratejisini erken fark etti. Henüz seçimlerin 12 Haziran’da yapılacağı kesinleşmeden sahaya indi. Ocak başından itibaren mitinglere başlayan Bahçeli doğru bir zamanlamayla, küskün ülkücü kadroları baba ocağına yeniden davet etmeye başladı. MHP ne yapıp yapmalı AKP’ye kaptırmış olduğu ülkücü -milliyetçi oyları yeniden kazanabilmeliydi.

Bu strateji sonuç verdi. MHP’yle yollarını ayırmış olan eski ülkücü kadroların bir kısmı ve bazı merkez sağ isimler, seçimlere doğru MHP rozeti taktılar.

MHP’nin Seçim Vaatleri

Türkiye AKP’nin açılım politikaları sonrası federasyon baştaolmak üzere, özerklik, iki dilli yaşam gibi önemli tartışmalardan geçiyordu. Seçmenlerin bir bölümü, Kürt sorununun demokrasi ve insan hakları bağlamında yeni anayasayla çözümünü umut ederken, bir bölümü Kürt milliyetçiliğinin bunlarla yetinmeyeceğini düşünüyordu. Önemli orandaki bir seçmen kesimi, ülkenin bölünmeye doğru her geçen gün yol aldığına inanmaya başlamıştı.

MHP “Ülke bütünlüğünün korunması konusunda seçmenlerin güç birliği yapması gerektiğini, AKP’nin ülkede yaptığı tahribatın bertaraf edilmesinin şart olduğunu, devletin bekası için 12 Haziran’ın kritik öneme sahip olduğunu” söyleyerek kampanyasına start verdi.

Buna rağmen MHP, bir 2023 vizyonu tanımladı. MHP’nin seçim beyannamesinde temel vurgu güvenlik değil, ekonomiydi. Türkiye kendi bölgesinde bir güç merkezi olacaktı. Ekonomide dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmak, yıllık yüzde 7 büyüme, 14 bin dolarlık kişi başı milli gelir, 200 milyar dolarlık ihracat, yılda 700 bin kişiye iş imkanı sağlamak gibi hedefler dikkat çekiyordu.

MHP Seçim Kanunu’nun gözden geçirileceğini, siyasi ahlak yasası çıkarılacağını, yeni anayasanın uzlaşmayla yazılacağını söylüyordu. Ama MHP, siyasi af çıkarılmasına asla müsaade etmeyeceğini, Türkçe dışında başka birdilde eğitime karşı duracağını da açıkça söylüyordu.

MHP'nin yoksullara vaadi: "Hilal Kart"
MHP beyannamesinde yoksul kesimlerde unutulmamıştı. Muhtaç ailelere temel ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri birer “Hilal Kart” dağıtılacak, aileler esnafı da desteklemek üzere bu kartlarlasadece ikamet ettikleri ilçe esnafından alışveriş yapılabilecekti.

MHP Kampanyası

MHP kampanyasına “Ses Ver Türkiye” sloganıyla başladı. Her ne kadar “ses” kelimesi Arapça’da “oy” anlamına gelse de, sloganın bu anlama geldiğini Türkiye’de çok az seçmen anladı. MHP kampanyası, soğuk ve renksiz bir kampanyaydı. CHP ve AKP kampanyalarıyla kıyaslanabilecek profesyonellik düzeyinde değildi.

Televizyon kanallarında CHP’nin Mart başında, AKP’nin ise Mayıs’ın ilk haftasında yayınlamaya başladığı reklam filmlerinin gösterimi devam ederken, MHP’nin reklam filmleri de Mayıs ortasında yayına girdi.

MHP’nin reklam filminde hedef kitlesine ‘Karar anı geldi ’ diye seslenen MHP; “ 12 Haziran’da milletimiz temiz toplum, temiz siyaset ve temiz yönetime kavuşacak” diyordu. Yarı profesyonel bir şekilde hazırlanmış olan filmlerde animasyon ve arşiv görüntüleri kullanılıyordu. Bunların ilkinde, genel başkan Devlet Bahçeli’nin hareketsiz görüntüsüne de yer veriliyordu. ‘Ses Ver Türkiye’ sloganıyla yayınlanan reklam ilk kez 10 Mayıs’ta yayınlandı.

MHP “Ses Ver Türkiye” derken, kendi siyasi pozisyonunun gereği olarak ulusal birlik ve bütünlüğe odaklanıyor ve ülkenin her kösesinin sesi olmak istediğinin altını çiziyordu.

Gençler ve ilk oy

MHP kampanyası özellikle gençlerin ilk oylarını hedefliyordu. Seçimlere doğru patlak veren Şifre Skandalını anlatan bir genç : Yaşım 18, lise son sınıftayım. Bütün yıl gece gündüz çalıştım ama şifre skandalı moralimi çok bozdu. Sınavlarla bugünümüzü, şifreyle geleceğimizi karartmaya kimin hakkı var. 12 Haziran benim için karar anı olacak, bu yüzden ilk oyum Milliyetçi Hareket Partisi’ne!” diyordu.

Bir başka genç : İlk kez oy kullanacağım. Şifre skandalları, terör, bölücülüközellikle işsizlik beni çok kaygılandırıyor. 12 Haziran benim için karar anıolacak. Bir oyun bile ülkemin kaderini değiştireceğine inanıyorum. Ülkeme güvenmek, yarınımdan emin olmak için ilk oyum Milliyetçi Hareket Partisi’ne” diyordu.

MHP yaptırdığı “Her yıl 700 bin işsize işverilecek” ve “Hilal kart ile 13 milyon yoksul düzenli bir gelire kavuşacak” filmleri ile de CHP’nin oy almak istediği yoksul kesimlere seslendi.

Bahçeli ve “Püskevit” vakası

Devlet Bahçeli, aynen Kılıçdaroğlu ve Erdoğan örneklerinde olduğu gibi iki MHP filmini bizzat seslendirdi. Bahçeli bu filmlerde bir taraftan AKP iktidarında yaşananlar milletimizi üzüyor. Artık karar anı geldi. Sesime kulak ver Türkiye! 12 Haziran’da Milliyetçi Hareket iktidara gelecek. Hilal kart ile 13 milyon yoksul düzenli bir gelire kavuşacak. 700 bin işsiz, iş bulacak. Milletimiz temiz toplum, temiz siyaset ve temiz bir yönetime kavuşacak. “ diyerek sosyal adalet vurgusu yapıyordu.

Diğer taraftan da “Artık karar anı geldi. 12 Haziran’da terör ve bölücülük bitsin istiyorsanız; Milliyetçi Hareket olarak söz veriyoruz. Terörle müzakere değil, mücadele edeceğiz. Teröristleri dağdan indirip yargılayacağız. Örgütün İmralı’dan yönetilmesine izin vermeyeceğiz. Milletimizin birlik ve bütünlüğünü yeniden sağlayacağız” diyerek terörle mücadele ve milli birlik vadediyordu.

MHP kampanyası her ne kadar, soğuk ve donuk bir kampanya olsa da, Bahçeli’nin Mayıs başında Yozgat’taki mitingde seçmenlerle konuşurkensarf ettiği “Püskevit” kelimesi beklenmedik bir sempati yarattı. Püskevit, bir anda sosyal medyada fenomen oldu. Onlarca genç “Püskevit” kullanan viral video yaptı, yayınladı. Bahçeli farkında olmadan kampanyasına kişisel sempati katmıştı.
Seks kasetlerinden sonra MHP'den 10 üst düzey yöneticileri istifa etti.
Dünya Demokrasi Tarihinin En Kirli Kampanyası

Seçime haftalar kala, kendisini "Farklı ülkücülük" olarak konumlayan bir web sitesi, sözüm ona MHP ve ülkücülüğü arındırmak için bir seks videosunu yayınladı. Video’da MHP’nin iki genel başkan yardımcısı aynı mekanda, iki ayrı kadınla uygunsuz bir vaziyette görülüyordu. Bu kişiler sağ seçmenler ve Alevi seçmenler hakkında yakışıksız ifadeler de kullanıyorlardı. Zamanlama çok akıllıca gözüküyordu.

Seks videoları yayınlanır yayınlanmaz Devlet Bahçeli, videoda görüntülenen genel başkan yardımcılarının derhal gereğini yapmasını istedi. MHP’nin iki genel başkan yardımcısı Bahçeli’nin çağrısına uyarak istifaettiler. İlgili kişilerin istifasıyla boşalan adaylıkları sıradaki isimler doldurdu.

İlk kasetin yayınından sonra araştırma şirketlerinden gelen veriler MHP’nin oy kaybettiğini ve hızla barajın altına kaydığını gösteriyordu. Bu aşamada Bahçeli kriz yönetimi konusunda yeni bir şey yapmak yerine, normal programına devam etti.

Kasetleri serviseden web sitesi, 18 Mayıs’ta Bahçeli ve tüm MHP yönetimini istifayadavet etti. İstifa etmezlerse, MHP’nin diğer yöneticilerinin kasetleri servisedilecekti. Tüm Türkiye o andan itibaren tehdidin gerçek mi, blöf mü olduğunutartışmaya başladı. Devlet Bahçeli bu kez tavrını değiştirdi, tehdide pabuçbırakılmayacağını söyledi. Bunun üzerine site yeni kasetleri yayınlamayabaşladı. Blöf değil, gerçekti durum! Aynı gün, sitenin adlarını saydığıyöneticiler art arda istifa etmeye başladı. MHP neredeyse yöneticisiz kaldı.

İkinci kaset dalgasından sonra seçmende ilginç bir tepki ortaya çıktı. Bir kısım seçmenler MHP’yi terk etmeye devam ederken, bir kısım seçmenler MHP’ye oy vereceklerini beyan etmeye başladılar. Kaset operasyonunu düzenleyen güçlerin hedeflediğinin tersine MHP’nin oyları yeniden barajın üstüne yükselmeye başladı. Büyük bir olasılıkla bazı seçmen grupları, kasetlerdeki “ahlâksızlıkların” yanındadaha büyük boyutlu bir “ahlaksızlıklakarşı karşıya olduğunu anladı: Hedef, ülkücülüğün ahlaksızlıktan temizlenmesi değil, MHP’nin ortadan kaldırılmasıydı! Son iki haftada MHP oylarında hissedilir bir artış ortaya çıktı.

IPSOS KMG Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün 12 Haziran Genel Seçimlerinin yapıldığı gün gerçekleştirdiği sandık sonrası anketinde bu durum net olarak görülüyordu. 12 Haziran’da MHP’ye oy veren seçmenlerin %18’i kaset olayı nedeniyle MHP’yi tercih ettiklerini beyan ediyorlardı.

Ne yapan ortada, ne hesap soran!

Gelecekte Türkiye siyasi iletişiminin tarihini yazacak olanlar, 12 Haziran Genel Seçimlerini yazarken MHP’ye dönük kaset skandalını yazmadan geçemeyecekler. Bu skandal, sadece bizim tarihimizin değil, tüm demokrasi tarihinin en kirli skandallarından biridir. Çünkü bu skandalla ortaya çıktı ki, son derece organize bir güç, seçimlerin kaderini etkilemek için aylar ve belki yıllar önceden birsiyasi partinin tüm üst yönetimini takibe almıştır. Partinin tüm tepe yöneticilerinin evlerine, ofislerine, konakladıkları otellere ve hatta tanıdıklarının mekanlarına düzenekler kurulmuş ve yaptıkları, konuştukları herşey kaydedilmiştir. Zamanı geldiğinde de, yapılan kayıtlar servis edilmiştir.

Yapılan şey bir çok yönüyle kirlidir. Şurası kesin ki, bu operasyonu yapan güç, hem çok profesyonel bir güçtür, hem de finansal derinliğe sahiptir. Onlarca önemli siyasi kişiyi aylarca takip etmek sadece büyük bir organizasyon gerektirmekle kalmaz, emniyet güçleriyle en azından dirsek temasını da gerektirir. Gerçek bir demokraside bu denli kirli bir operasyon yüzlerce resmi görevliyi harekete geçirirdi. Ama, Türkiye’de ne emniyet, neyargı, ne de siyaset olayı aydınlatmak için kılını kıpırdattı. Daha da ilginci, seçimden sonra MHP yönetimi de işin peşini bıraktı.

Sonuç: MHP ihtiyaç olmaya devam edecek mi?

Bugün geriye bakıp konuşursak, dünyanın kirli operasyonlarından birine maruz kalmış olan MHP’nin barajı geçmiş olması bir mucizedir. İronik olsa da MHP, ikinci kaset operasyonuna teşekkür borçlu görünüyor. Operasyonu yapanlar ikinci kaset operasyonunda zamanlama hatası yapmamış olsalardı, çok farklı bir tablo ile karşı karşıya kalmış olacaktık.

Bununla birlikte MHP’nin mevcut pozisyonun sürdürülebilir olmadığı artık aşikardır. Bugün yeniden seçimlere girilse, MHP muhtemelen barajın altında kalma tehlikesiyle yine karşılaşacaktır. Çünkü MHP, giderek toplumsal bir ihtiyaç olmaktan çıkıyor. Partinin pozisyonu ve ideolojisi 1980 öncesindeki noktada durdukça bu problem devam edecek. MHP kendini yenileyemezse hem kadrolarını, hem de seçmenlerini kaybedecek. Her ne kadar Türkiye CHP’nin kendini yenilemesiyle meşgul olsa da, yenilenme sorunu MHP için de can alıcı bir sorun olmaya devam edecek.

Milliyet Gazetesi için hazırladığım 12 Eylül 2011'de başlayan "KİM NEDEN KAZANDI; KİM NEDEN KAYBETTİ" başlıklı yazı dizisinin 15 Eylül 2011'de yayınlanan MHP bölümü...

25 Eylül 2011 Pazar

CHP’de ölümcül hata kendine propaganda

12 HAZİRAN ANALİZİ
: KİM NİYE KAZANDI, KİM NİYE KAYBETTİ? - 4

CHP lideri Kılıçdaroğlu, eşiyle birlikte görüldüğü reklam filminde...
Yeni CHP: Deve mi kuş mu?


CHP’nin yeniden konumlamasıyla ilgili olarak yapılan ikinci stratejik hata, Ergenekon sanıklarının aday gösterilmeleriydi. Zira Ergenekon sanıklarının adaylığı “Yeni CHP” ile formülize edilen stratejik yönelime kökünden darbe vurdu. Ergenekon sanıklarının adaylığı seçmenin zihnini karıştırmakla kalmadı, bazı sol ve liberal oyların kaybedilmesine de neden oldu. Çünkü CHP’nin yeniden konumlanmasına ait olarak orta yerde giderek belirmekte olan şey ne kuş, ne de deveydi; bir devekuşuydu!

Ergenekon sanıklarının adaylığı açıklandıktan sonra, Kılıçdaroğlu’nun genel başkanlığı ile CHP’ye sempati duymaya başlayan sol aydınların desteği de kaybedildi. Merkez sağdan son anda partiye alınan isimlerin CHP listelerinden aday gösterilmeleri de benzeri bir problem yarattı. 20-30 yıldır milletvekili elde edilemeyen illerde aday gösterilseler bir taktik başarıya dönüşecek olan bu yöntem, sağdan oy getirmediği gibi metropollerdeki garanti sandalyelerin bir kısmının merkez sağa ikram edilmesine yaramış oldu.



Eski kadroların gücü küçümsendi

CHP’nin yaptığı üçüncü stratejik hata, partinin eski kadrolarının ve cari teşkilatlarının gücünün küçümsenmesiydi. Deniz Baykal dışında son 15-20 yıldır parti yönetiminde kilit pozisyonlarda bulunmuş olan hiçbir isim milletvekili adayı gösterilmedi. Daha da beteri, adaylık için istifa etmeye cesaretlendirilen il ve ilçe başkanlarından da neredeyse kimse listelerde kendini bulamadı. İlave olarak seçime bir kaç ay kala üç büyük ilin yönetimleri toptan değiştirildi. İstanbul il yönetimi, seçim arifesinde bir kez daha yenilendi.


Doğal olarak partinin cari örgütüne hakim olan eski yapı, top yekün bir tasfiye harekatıyla karşı karşıya olduğunu algıladı. Ve sonuçta parti teşkilatları, seçim için çalışacak motivasyondan uzaklaşmış oldu. Ortaya çıkan iklim yüzünden, kendi bölgelerinde seçmenlerle güçlü bağlara sahip olan eski yöneticiler ve eski milletvekilleri kampanyaya destek olmak yerine köstek olmayı tercih ettiler.



Bas bas paraları Leyla’ya!

Dördüncü hata; seçim kampanyası sürecinde CHP parti teşkilatlarının ihtiyaç duyduğu finansman desteğinin verilmemesiydi. Hazine yardımı ve aday adaylıkları dolayısıyla partinin kasasında bulunduğu bilinen yaklaşık 100 milyon TL’lik bütçenin neredeyse tamamı genel merkez tarafından kullanıldı. İl örgütlerine ya hiç para gönderilmedi, ya da sembolik rakamlar gönderildi. Örgütler finansman olmadan yapılamayacak pek çok kampanya görevini bu nedenle yerine getiremedi.


Çünkü parti yönetimi televizyon reklamlarıyla seçimlerin kazanılabileceğine inanmıştı. Parti yönetimi “Örgüt seçim kazandırmaz, seçim kaybettirir”e inandırılmıştı. Kampanyada “Mümkünse örgüt karışmasın“ anlayışı hakimdi. TV reklamlarıyla seçimin kazanılabileceğine o kadar inanılmıştı ki, kampanya sürecinde yapılanların seçmeni ikna edip etmediğini araştırmaya dahi bütçe ayrılmadı.


Oysa ki demokrasilerde seçim kazanmak bu kadar basit bir iş olsaydı, medya veya sermaye sahipleri bunu kendileri yapardı. Parti teşkilatlarına da gerek kalmazdı!

‘Türkiye rahat bir nefes alacak!’

Nihai ve öldürücü hata seçim kampanyasının stratejisinin kökten yanlışlığıydı. “Türkiye rahat bir nefes alacak” sloganıyla yapılan kampanya biz seçmenlere şunu söylüyordu:



“Türkiye, AKP iktidarları döneminde ekonomik olarak kaybetmiştir. Halk mağdur edilmiştir, fakirleştirilmiştir. Demokrasi yozlaşmıştır. Biz iktidara gelince bunları düzelteceğiz; herkese rahat nefes aldıracağız.”



Seçim kampanyaları toplumsal algılarla ilgili bir profesyonel alandır: Algıları esas alır ve işini algıların üstüne bina eder. Kısa sürelerde onu değiştirmekle uğraşmaz. Uğraşsa bile başaramayacağını bilir.


Gerçek yada değil; Türkiye ekonomisi ile ilgili net olan toplumsal algı şudur: 2002 - 2011 yıllarında Türkiye ekonomisi iyileşmiştir. Açık kaynaklarda pekala bulunabilecek onlarca bağımsız araştırma gösteriyor ki, Türkiye’deki çoğunluk, geçmişle kıyasladığında, AKP iktidarları dönemindeki ekonomik gelişmelerden ve kendi durumundan memnun. Bazı seçmen kesimleri AKP’nin demokrasi ve devlet yapılanması konusunda attığı kimi adımlardan ürkse de çoğunluk memnun olduğunu ifade ediyor. 12 Eylül referandumunun sonucunda seçmenin yüzde 58 oranıyla AKP’yi ödüllendirmiş olmasının nedeni de buydu zaten.



İşte bu yüzden CHP’nin “nefes aldırma vaatli” kampanyası seçmeni harekete geçirmedi. Çünkü, AKP iktidarları döneminde kaybeden kesimler zaten CHP’nin seçmeniydi. CHP’nin ulaşmak ve ikna etmek zorunda olduğu seçmen çoğunluğu ise “nefes alamama” gibi bir durum hissetmiyordu.

 TV reklamlarının dili karamsar ve negatifti
.

Şubat sonundan itibaren CHP’nin profesyonel reklam filmleri birbiri peşi sıra TV kanallarında yayınlamaya başladı. Aile Sigortası, CHP Manifestosu, Çocuk Bütçesi, Söz Veriyoruz, İşçi Bayramı, Çiftçi Filmi gibi hedef kitlesi farklı olan filmler beş ay boyunca onlarca kanaldan, yüksek bir toplam izlenme oranı (GRP) elde edecek şekilde yayınlandı. CHP’nin TV reklam filmlerinde duygusal tonu yüksek bir dil kullanıldı. Filmlerin seslendirmesi parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından yapıldı. Ama CHP kampanyasının tonu karamsar ve dili negatifti. Reklam filmlerinin kareleri karanlık görüntüler, fakirlik, umutsuzluk ve endişe içeriyordu. Kampanya özetle bir sosyal adalet kampanyasıydı: Aileler sigortalanacak, sosyal yardım alanlar utandırılmayacak, emeklilerin maaşı ayarlanacak, çocuklar süt içebilecek, vs...

En önemli şey unutulmuştu: CHP kampanyasında ülkenin topyekün geleceğine ilişkin bir toplam vizyon yoktu. Ne bir Türkiye hayali, ne de bir büyük umut! Varsa bile bunu seçmen anlayamamıştı.

CHP internette varlık göstermeye çabalıyordu ama, sahada sıkıntılıydı.

CHP ilk kez bu seçimde internette varlık gösterdi. Sosyal medyada çeşitli denemeler yaptı. Her ne kadar AKP ile kıyaslanacak oranda olmasa da www.chp.org.tr , www.herkesicinchp.com, www.seffafsayfa.com gibi resmi CHP sitelerinin yanısıra il başkanlıkları ve bazı adaylar için web siteleri açıldı. “CHP Sosyal Medya” adıyla oluşturulan parti içi birimi, bir taraftan sosyal medyada tohumlama yapmaya uğraşırken, diğer taraftan AKP’nin reklam filmlere internetten viral videolarla cevap veriyordu.


Saha işleri ise sıkıntılıydı. İl yöneticilerinin bir kısmına göre örgütlere propaganda malzemesi dağıtımı yönetilemiyordu. “Yıllarca bu konuda deneyimi olan parti çalışanları bir tarafa bırakıldı. İşe yeni alınan tecrübesiz görevliler propaganda malzemelerinin dağıtımını organize edemedi. Tonlarca afiş, broşür depolarda kaldı.”


Mitinglerde yaşananlar bundan farklı değildi. Kemal Kılıçdaroğlu planlama hataları yüzünden her gün ülkenin bir ucundan bir başka ucuna sürüklendi. Siyasi iletişim tecrübesi olmadığı anlaşılan kişilerce hazırlanan içeriksiz ve AKP’nin belirlediği gündeme cevap yetiştirme gayretindeki metinlerle, Kemal Kılıçdaroğlu’nun verimi ve ikna gücü zayıflatıldı.

SONUÇ:
 Stratejide yapılan hata, taktik çabalarla bertaraf edilemez!


12 Haziran akşamı alınan sonuç CHP yönetimi için bir felaketti. Yüzde yüzde 30’un üzerine ulaşacağına kesinlikle inanmış olan yönetim hüsrana uğradı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçim gecesi yaptığı konuşma bu şaşkınlığın tüm izlerini taşıyordu. Seçim gecesi için Genel Merkez önünde hazırlanmış olan konuşma kürsüsü ve Kılıçdaroğlu’nun açıklaması sırasında yaşananlar, kampanyanın yönetiminden sorumlu olanların ne kadar hazırlıksız ve amatör olduklarının açık özetiydi.

Özetle CHP tarihinin en yüksek bütçeli kampanyası, seçmeni ikna etme ve CHP’nin oylarını artırma konusunda sınıfta kaldı. CHP’nin yüzde 25- 27 bandındaki durumunu değiştiremediği gibi, MHP lehine gelişen seçmen kaybını dahi önleyemedi. Siyasi iletişim tarihine geçecek kadar önemli hezimetlerden biri yaşandı. Bir kez daha ortaya çıktı ki, stratejide yapılan hata, taktik çabalarla düzeltilemiyor! Bir kez daha ortaya çıktı ki, doğru strateji olmadan yaratıcılığın hiç bir anlamı olmuyor.


CHP ve CHP’nin lider kadrosu, ülkeyi rakibinden daha iyi yönetebileceğine seçmeni ikna edemediği için kaybetti. Kılıçdaroğlu’nun kişisel heyecanı ve olağanüstü bireysel eforu bu bağlamda sonuçsuz kaldı. Zaten 13 Haziran hesapları yapmakta olan parti içi muhalefet, seçimden sonra derhal harekete geçti. Ama bu kişiler kısa sürede eski çamların bardak olduğunu anladı. İşler artık eskisi gibi değildi. “Yeni CHP” yerine, “Yeniden CHP” şeklinde formülize etmeye çalıştıkları eskiye dönüş çabaları sonuçsuz kaldı. Kurultay toplamak için aradıkları imzaların sayısı 250’yi bile bulamayınca strateji değiştirdiler. Taleplerini “Yeni CHP”yi temsil ettiğine inandıkları isimlerin yönetimden uzaklaştırılmasına indirgediler.

Parti içi muhalefet başaramadı ama Kılıçdaroğlu seçimin faturası birilerine kesti. Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir yılda MYK’da yapmış olduğu dördüncü değişikliğin detayları bu nedenle önemlidir. Görünen o ki, CHP liderliği seçim yenilgisinin faturasını, seçim kampanyasının yönetiminden sorumlu olanlara değil, “Yeni CHP”ye kesiyor. Ve “Eski CHP”ye dönüş sinyalleri veriyor. Eğer durum gerçekten buysa, CHP’yi ve Türkiye’yi daha sıkıntılı günler bekliyor demektir.

Milliyet Gazetesi için hazırladığım 12 Eylül 2011'de başlayan "KİM NEDEN KAZANDI; KİM NEDEN KAYBETTİ" başlıklı yazı dizisinin 14 Eylül 2011'de yayınlanan CHP-3 bölümü...

CHP 5 dramatik hata yaptı, kaybetti



CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, 12 Haziran kampanyası için mitingde


Eski CHP’ - ‘Yeni CHP’

Ana muhalefet partisinin yaptığı dramatik hatalardan ilki, bir siyasi parti olarak bizzat CHP’nin kendisiyle ve politik pozisyonuyla ilgilidir. Pazarlama iletişimi diliyle ifade edersek, bizatihi ürünle ilgili olandır.


Kemal Kılıçdaroğlu, Önder Sav’ı diskalifiye ettiği gün ilk kez “Yeni CHP” kavramını kullanmıştı. O andan itibaren de bu kavram, entelektüel kesimlerde, medyada ve seçmenlerin arasında heyecan yarattı, geniş yankı buldu. Başta Önder Sav olmak üzere partinin eski ve cari kadrosunun bir bölümü bu diskura aynı günden başlamak üzere derhal refleks gösterdi. Eskilerin söz konusu refleksi CHP liderliğinde çekingenlik yarattı. Ve CHP yönetimi ertesi sabahtan itibaren “Yeni CHP” kavramını ya hiç kullanmama veya çok çekingen bir şekilde kullanma yolunu tercih etti.


Bu utangaç tavrın sonucu “Yeni CHP”nin ne olduğunu kimse tam olarak anlayamadı. Yapılmaya çalışılan her ne idiyse ortaya konulamaması, kavramın içinin doldurulamaması; doldurulduysa dahi anlatılamaması seçime giden süreçte yapılan en önemli stratejik hataydı.


Oysa “Yeni CHP”, CHP için başarıya ulaşması yolunda gerçek bir madendi. Neden?


Dünya demokrasi tarihindeki tek örnek 
CHP, İstiklal Savaşı’nı örgütleyen kadro tarafından fakat, istiklal kazanıldıktan sonra kurulmuş bir parti. Buna rağmen CHP, seçmenin özgürce oy kullandığı 1950’den sonra hiç bir seçimde tek başına iktidar yüzü göremedi. Partinin eski efsane lideri, “Kıbrıs Fatihi” ve "Karaoğlan” lakaplı Bülent Ecevit dahi CHP’yi tek başına iktidar yapmayı başaramadı. CHP’nin bu durumunun dünya demokrasilerinde bir başka örneği yoktur!


CHP’nin bu başarısızlığının nedeni CHP liderlerinin yetersizlikleri veya parti örgütlerinin zayıflığı değildir; CHP’nin kendini konumlama biçimidir. Özetlersek; son yarım asırdır, CHP’nin bütün liderleri, üyeleri söze, “Cumhuriyeti biz kurduk” ve “Cumhuriyeti biz koruyacağız” diye başlıyorlar. Farkında değiller ama, bu söylem bir ötekileştirme söylemi. “Cumhuriyeti biz kurduk, biz koruyacağız” derken, aynı zamanda seçmenin bir bölümüne “siz de karşıydınız” ve ”yıkmak istiyorsunuz” demiş oluyorsunuz. Bu söylem ve bu söylemin sebep olduğu politikalar yüzünden CHP, tek parti tekelinin ortadan kalktığı günden sonra muhafazakâr seçmen kesimlerinin ne oyunu kazanabildi, ne de sempatisini.



Yeniden konumlandırma açık şekilde anlatılamadı


Kılıçdaroğlu yönetiminin başarılı olabilmesi için ana muhalefetin yeniden konumlandırılmaya ihtiyacı vardı. CHP’nin onlarca yılda oluşmuş ve seçmenin hafızasında yer etmiş olan negatif pozisyonunun değiştirilmesi ve pozitif, yeni bir iletişim dilinin geliştirilmesi şarttı. Bu yeni dille CHP, ülkenin geleceği için umut dolu bir vizyon ortaya koyabilmeliydi.


Siyaset pazarında AKP muhafazakâr-milliyetçi, MHP Türk Milliyetçisi, BDP ise Kürt milliyetçisi konumlarını doldurduklarına göre CHP’ye evrensel sosyal demokrasi konumu kalıyordu. “Yeni CHP” kavramı işte bu doğrultuda stratejik bir yöneliş gibi telaffuz edilmişti. Ama CHP liderliği bu niyetini açık bir şekilde anlatmadı, anlatamadı.


Bu stratejik konumlama yerine, parti liderliği seçim kampanyası sürecinde seçmen kesimlerini segmente ederek, o kesimlere dönük politikaların paketlendiği muhtelif  “açılımlar” yaptı. Üstelik bu açılımları sadece entelektüel kesimlerin anlayabileceği şekilde yaptı. Her bir açılım akademik bir “paper” gibi hazırlanıp, sınırlı sayıdaki gazeteciye veya aydına anlatıldı.


Aslında ortada politik bir netlik yoktu; sadece bir arayış vardı. Arayış partiye yeni katılmış olan akademisyenlere ihale edilmişti. Akademisyenler de kendilerinden bekleneceği gibi bu süreçte CHP’yi bir akademiye çevirdiler. Seçmeni dinlemek ve örgütü işin içine katmak yerine, masa üstü teorik analizlerle zamanı doldurdular.


Öyle ki, seçime haftalar kala parti liderliği, örgütü ve seçmeni dinlemek yerine, akademisyenlerden her gün bir başka sunum dinliyordu. Kılıçdaroğlu’nun tabiriyle parti MYK’sı “Sunum manyağı" yapılmıştı. Ama bizler, seçmen olarak “Yeni CHP” neydi, nasıl bir Türkiye vizyonu öngörüyordu; eski, “devletçi” ve “ceberut” CHP’den farkı neydi anlayamadık.



‘Yeni CHP’nin potansiyeli geç idrak edildi


CHP liderliği “Yeni CHP” konumlamasının değerini ve kazanma potansiyelini seçime sadece bir kaç hafta kala idrak etti. Parti sözcüleri hemen her TV programında, gazete söyleşisinde “Yeni CHP” tanımını kullanmaya başladı. Lakin iş işten geçmişti. Zaten profesyonel seçim kampanyası tek kelime ile bile olsa “Yeni CHP”den bahsetmiyordu.


Oysa ki İpsos KMG Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün seçim günü yapmış olduğu sandık sonrası (exit-poll) araştırması, CHP’ye oy veren seçmenlerin yüzde 77’sinin eski CHP’ye değil, Kılçdaroğlu’nun yeni çizgisine oy vermiş olduklarını gösteriyordu. Üstelik “Yeni CHP” konumlamasının içi; özgürlükler, insan hakları, demokrasi ve yurttaşların günlük hayatının iyileştirilmesi konusunda henüz tam olarak doldurulmamışken.


Araştırmadan net olarak çıkan şuydu ki, eski yapının refleksinden çekinen CHP liderliği, “Yeni CHP” söyleminin içini doldurma konusunda utangaç davranmak yerine cesaretle tam tersini yapmış olsaydı, partinin yüzde 35’leri geçmesi pekala mümkün olacaktı. Tüm bulanıklığına rağmen “Yeni CHP” diskuru bir önceki seçime nazaran ana muhalefete ilave yüzde 17 seçmen kazandırmıştı.


IPSOS KMG Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün seçim günü yaptığı anket, CHP’ye oy veren seçmenlerin yüzde 77’sinin Kılıçdaroğlu’nun yeni politikaları nedeniyle oy verdiğini işaret ediyordu.

Milliyet Gazetesi için hazırladığım 12 Eylül 2011'de başlayan "KİM NEDEN KAZANDI; KİM NEDEN KAYBETTİ" başlıklı yazı dizisinin 13 Eylül 2011'de yayınlanan CHP-2 bölümü... 

Seçmen mazideki başarıya değil gelecekteki umuda oy verir!


Churchill, 2. Dünya Savaşı'nın sonunda zaferini ilan ederken... 


Başarılı bir seçim kampanyası yürütebilmek için tarih ve demokrasi bilgisi şarttır. Dünya seçimler tarihi, seçimlerle ve seçmen davranışlarıyla ilgili ipuçlarıyla doludur. İngiltere’de koalisyon iktidarının Başbakanı olarak görevlendirilmiş olan Sir Winston Churchill, 2. Dünya Savaşı’nda ülkesini yok olmaktan kurtarmakla kalmamış, Nazileri dize getiren bir performans sergileyerek, insanlık tarihindeki en büyük savaş makinesi olan Hitler ordularını ortadan kaldırmaya liderlik etmişti. 

Bu tür bir başarı elde etmiş her liderin seçimlerde rakiplerini silip süpürmesi beklenir değil mi? Tersine, Churchill savaştan sonraki ilk seçimleri kaybetmişti. Çünkü Churchill seçim kampanyasında İngiltere için yeni bir umut projesi ortaya koyamamıştı.

O seçimlerde o umudu ortaya koyan İngiliz İşçi Partisi seçimlerin galibi oldu ve tek başına iktidar oldu. Bu büyük ders, seçmenlerin aslında neye oy verdiğini anlamak adına siyasetçilerin asla unutmaması gereken bir ders oldu!

CHP : Nereden Nereye?


12 HAZİRAN ANALİZİ
 : KİM NİYE KAZANDI, 
KİM NİYE KAYBETTİ - 2   

TBMM’ye girmeyi başaran 4 siyasi partinin kampanyalarını ve neden kazanıp, neden kaybettiklerini değerlendirirken CHP’ye biraz daha detaylı bakacağız. Çünkü siyasi atmosferdeki en dikkate değer değişiklik ve en büyük düş kırıklığı ana muhalefet partisinde yaşandı.
 

2010 Mayıs’ında yapılan 33. Kurultay’da Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçilmesiyle güçlü bir çekim merkezine dönüşen CHP’ye yönelik seçmen desteği, son yirmi yılda ilk kez yüzde 30’ların üstüne çıkmıştı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun 33. Kurultay‘la birlikte başlatmış olduğu yeni söylem iktidar partisinin oylarında ciddi bir gerilemeye de neden olmuştu. İlk defa bu dönemde CHP ile AKP’nin seçmen desteği arasındaki uçurum kapandı ve yüzde 2-3 puanlık bir seviyeye geriledi. İktidar partisi ve hükümet sözcüleri, Kılıçdaroğlu’nun genel başkan olmasıyla çıkan yeni duruma ve Kılıçdaroğlu’nun diline uyum sağlama konusunda kısa bir bocalama dönemi geçirdiler. 

Ama referandum kampanyası sürecinde psikolojik üstünlüğü yeniden ele geçirdiler.
 CHP içinde yaşanan değişim - dönüşüm süreci ustalıkla yönetilemediği için ana muhalefet lehine esen rüzgar kısa sürede dindi. Önder Sav ve ekibinin profesyonel bir referandum kampanyası yapılmasına izin vermeyişi bu süreçte bir başka önemli kilometre taşı oldu. CHP sert ve aktif bir tutum aldığı anayasa referandumunda, neyi neden savunduğunu hemen hemen hiç anlatamadı. Sav ve ekibi, Referandumun sonucunu, ülkenin geleceğinden çok parti içi iktidar ilişkileri açısından önemli buluyor gibiydi. 



Yönetimdeki kaos ve üst üste yapılan hatalar
 

Referandumdan alınan sonuç ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun 12 Eylül’de oy kullanamamasıyla ana muhalefetin seçmen desteğinde gözle görülür bir düşüş başladı. Önder Sav ve ekibinin tasfiye edildiği 18 Aralık Kurultayı'yla oluşan yönetimdeki kaotik yapı ve üst üste yapılan iletişim kazaları sonucunda ise partinin seçmen desteği Ocak 2011’de yüzde 25 - 27 bandına kadar geriledi.
30’un üstündeki araştırma şirketinin ilan ettiği bu oran seçime kadar bir daha hiç değişmedi. Örneğin hiç yüzde 28’e yükselmedi, ya da hiç yüzde 24’e inmedi. MHP’ye yönelik ikinci kaset operasyonunun etkisiyle seçime iki hafta kala küçük bir düşüş gözlendi. Ve sonuçta parti sözcüleri, yüzde 30-35 bandında bir oy alacaklarının propagandasını yaparken, yüzde 25.9’la yetinmek durumunda kaldılar. (Benim bu blogumu takip edenler, Ocak ayından beri bu konuda yazdıklarımı bilirler.)

Ocak ayından seçim gününe kadar olan 6 aylık sürede CHP oylarında neden bir artış olmadı? Parti tarihinin en yüksek bütçeli seçim kampanyası yapıldığı halde, seçmen neden ikna olmadı? Başlangıçta çok büyük bir heyecan ve umut dalgası yaratmış olan Kemal Kılıçdaroğlu, başlangıçtaki başarısını nasıl oldu da sürdüremedi? CHP’ye dönük seçmen desteği psikolojik sınır gibi algılanan yüzde 30 sınırında neden tutunamadı? Bunun birden çok nedeni var. Ama seçime doğru olan süreçte CHP, 5 konuda öylesine dramatik hatalar yaptı ki, bu sonucu kendi eliyle yaratmış oldu.



Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan seçildiği Mayıs 2010 tarihinde CHP ve AKP’nin oyları ilk kez birbirine 2 puan yaklaşmıştı. Bu tarihten sonra CHP oyları Ocak 2011’de en düşük seviyeye indi. Ve orada kaldı.


Seçime doğru ‘Kayseri kazası’
 

Siyasal iletişim danışmanları, seçim kampanyalarında siyasilere bilhassa kendi ayaklarına kurşun sıkmamalarını öğütler. Buna rağmen bu basit kuralın ne kadar çok ihlal edildiğini görmek şaşırtıcıdır. 

Siyasette bazen sizin bir şey yapmanıza gerek kalmadan, ayağınıza müthiş paslar gelir. Rakipleriniz öyle hatalar yapar ki, size düşen şey topu rakip kalesine atmaktan ibarettir. Özellikle rakibiniz kolay çürütülebilir bir suçlama yapıyorsa, karşı saldırıya geçtiğinizde rakibinizin inandırıcılığına büyük darbe indirebilirsiniz.
 

Aralık ayında yapılan bütçe görüşmeleri sırasında tam da böyle bir olay yaşandı. CHP Genel Başkanına iletişimle ilgili ciddi bir kaza yaptırıldı. Kılıçdaroğlu, TBMM’de bütçe hakkındaki konuşmasında, Kayseri Büyükşehir Belediyesi’nde bazı yolsuzlukların söz konusu olduğunu dile getirdi ve olaya karışan kişinin nerede olduğunu hükümete sordu.
 

Başbakan Erdoğan’ın arayıp ta bulamadığı bir fırsattı bu. Erdoğan jet hızıyla, ilgili kişinin evrakta sahtecilik ve dolandırıcılıktan hapiste yatmakta olduğunu, soruşturmayı başlatan tarafın ise Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı’nın bizzat kendisi olduğunu söyledi.
 Günlerce toplumun tartıştığı bu ciddi olayda CHP iddialarını kanıtlayıp, Kılıçdaroğlu’nu haklı kılacak bir algı yaratılamadı. 

Konuyu gündeme taşıyan CHP Kayseri milletvekili hakkında ilerleyen günlerde gündeme getirilen çeşitli iddialar, CHP savlarının daha da zayıflamasına neden oldu. Gerçek her ne olursa olsun, iletişimle ilgili süreç doğru yönetilemedi. Sonuçta ana muhalefet liderinin belgeye dayalı siyasetçi algısı ve inandırıcılığı ciddi biçimde yara almış oldu.

Milliyet Gazetesi için hazırladığım ve 12 Eylül 2011'de başlayan "KİM NEDEN KAZANDI; KİM NEDEN KAYBETTİ" başlıklı yazı dizimin 13 Eylül 2011'de yayınlanan CHP-1 bölümünden..

18 Eylül 2011 Pazar

Seçmen, 12 Haziran'da AKP'nin vaadettiği ‘Liderleşen Türkiye’ hayalini satın aldı



AKP lideri Erdoğan kampanyadan önce açılışlar yaparken...
AKP bugünden 2023’ü kazanma hedefiyle yola çıktı

AKP, 12 Haziran Genel Seçimlerinde profesyonel seçim kampanyasına en geç başlayan partiydi. AKP kampanyaya geç başladı ama seçmenin karşısına çok iddialı bir programla çıktı.

Referandumdan sonra iktidar sözcüleri ve AKP paralelindeki kalemler zihnimize şu algıyı kazımakla meşguldüler. “Biz bu seçimi çoktan kazandık. Biz bu seçimde elde edeceğimiz sonuçla 2023’ü de içine alan tüm seçimleri kazanmanın peşindeyiz. Biz lider Türkiye yaratmanın peşindeyiz.”

AKP’ye yakın kaynaklarda yazılıp çizilenlerden okunan seçim hedefi ise özetle şöyleydi: “Mümkünse anayasayı tek başına değiştirebilecek bir çoğunluğa erişmek ve yeni anayasayı hazırlamak. Başkanlık veya yarı başkanlık sistemine geçmek. Erdoğan‘ın Cumhurbaşkanı / Başkan olmasını ve 5 artı 5 = 10 yıl süreyle Cumhurbaşkanı / Başkan kalmasını sağlamak”.Hedeflenen uzun dönemli bir siyasi mühendislik projesiydi. Öyle isteniyordu ki, seçmenler bu seçimlerde 4 yıl için değil, 12-13 yıl için oy versinler. Görünürde bu kurguyu bozabilecek bir rakip de yoktu. MHP yüzde 14-16 bandına, CHP ise yüzde 33-35’lere ulaşabilse bu ihtimal ortadan kalkabilirdi ama, muhalefet partileri bahsedilen oranlardan çok uzaktı.

Muhalefet partileri kendi kampanyalarına ocak ve şubat aylarında start verirken, Başbakan Erdoğan kampanya gibi gözükmeyen yurt içi ve yurt dışı gezilerle meşgüldü. Hemen her hafta sonu bir ilde toplu açılışlar yapıyordu. Ve bu açılışlar onlarca TV kanalından canlı yayınlanıyordu. Birer hükümet icraatı olan bu açılışların yaratmakta olduğu muazzam algı, AKP’nin seçim kampanyasını rakiplerine göre daha geç başlamasının nedenlerinden biriydi.

Asıl neden siyasi gelişmeleri son ana kadar okumak, rakiplerin oyun planlarını anlamak ve rakiplerden daha taze fikir ve çok daha güçlü projelerle başlamaktı. Geç başlasa da en kapsamlı profesyonel kampanyayı AKP uygulayabilirdi. Çünkü başta Başbakan Erdoğan olmak üzere, tüm AKP kadrosu idmanlıydı. AKP’nin saha örgütü mükemmel işleyen, deneyimli bir seçim makinesiydi. Seçim Koordinasyon Merkezi, rakip partilerinkiler gibi seçimden seçime açılıp kapatılan göstermelik bir organ değil, 365 gün çalışan devamlı bir siyasi pazarlama aracıydı. Partinin kurulduğu günden beri hizmet aldığı profesyonel ekip de, parti kadar deneyimli ve hazırdı.

CHP, MHP ve BDP’ye sert eleştiriler getirdi

Aralık 2010 Şubat 2011 arasındaki CHP’nin her kafadan ayrı ses çıkan kaotik dönemini Başbakan Erdoğan iyi değerlendirdi. CHP kampanyası başlayınca kimi AKP sözcüleri CHP’nin “Aile Sigortası”nı önemseyip, kaynak sorununu dile getirdiler. Ama sonra muhatap olmamanın daha doğru olacağını kavradılar. Başbakan sadece Kılıçdaroğlu’nu değil, İsmet İnönü dönemi de dahil olmak üzere tüm CHP tarihini gündem konusu yapıyor ve toplumsal hafızadaki negatif CHP algısını pekiştiriyordu.

Başbakan Erdoğan’ın ana muhalefet liderinin mezhepsel kökenine vurgu yaparak muhafazakar seçmenin oylarını kendi partisi lehine çekmek için miting alanlarında söylediği “Biliyorsunuz kendisi Alevi” şeklindeki sözü, Kılıçdaroğlu tarafından değerlendirilemedi. Erdoğan, miting meydanlarından kendisini sürekli TV’de tartışmaya davet eden Kılıçdaroğlu’nun talebini “Ustalarla çıraklar aynı sahnede ne yapsın?” diyerek savuşturdu.

Bir yandan milliyetçi bir söylem geliştirilirken diğer yandan MHP’nin baraja takılacağı algısı işleniyordu. Öte yandan, devletin Öcalan ile görüşmekte olduğu ve tek başına anayasa yapacak çoğunluğa ulaşılması halinde Kürt sorununun yeni anayasa yoluyla halledileceği, Öcalan’ın şartlarının iyileştirileceği anlatılıyordu.

Bu arada BDP’nin geliştirdiği sivil itaatsizlik eylemleri eleştiriliyor, resmi imamlara ilişkin BDP politikaları sadece bölgenin değil tüm Türkiye’nin muhafazakar seçmenine her gün şikayet ediliyordu.

İktidar partisi ile aynı görüşleri paylaşan düşünce kuruluşlarının sözcüleri, akademisyenler ve medya temsilcileri iyi planlanmış bir orkestrasyonla kampanyanın entelektüel arka planını dolduruyorlardı. Psikolojik üstünlük başta olmak üzere muhalefette olmayan her şey iktidarda vardı. Baskın bir medya desteği, finansal güç, örgütlü iş kesimleriyle ilişkiler, uluslararası ilişkiler, seçmenle örgütlü ilişkiler ve yüz binlerce kişiden oluşan, kazanmaya imanlı ve idmanlı saha örgütü!

‘Çılgın Proje’yi açıklamak için hiç acele etmedi

Seçim kampanyalarında bir konuyu çok erken ya da çok geç gündeme getirmek, o konunun etkisini azaltabilir de artırabilir de. O nedenle siyasi kampanyalarda zamanlama hayatidir. Çünkü, her seçim kampanyasının tek bir amacı vardır: Sandık başına gittiklerinde seçmenleri rakibinize değil de, size oy vermeye ikna etmek.

Ana muhalefet partisinin seçim kampanyasında tek ciddi silahı olan Aile Sigortası projesine ait kampanya filmi Mart ortasına doğru yayınlanmaya başlamıştı. Aile Sigortası projesi mart ayı boyunca seçmenlerin dikkatini çeken en önemli muhalefet projesi oldu. Köşe yazarları, TV yorumcuları, siyasi konularda program yapan medya temsilcileri günlerce bu projeyi tartıştılar. Proje nasıl çalışacaktı, ne kadar aileyi kapsayacaktı, kaynak nerden sağlanacaktı, vs.

Başbakan Erdoğan’ın Aile Sigortası’nın etkisini kırmak için “Çılgın Proje”yi kullanacağı anlaşılıyordu. Erdoğan hiç acele etmedi. Daha çok merak edilmesi için projeyi sır gibi sakladı, Nisan’ın son haftasına kadar bekledi. Nisan sonunda “Çılgın Proje” açıklandığında, gündemde Aile Sigortası’ndan eser kalmamıştı. Seçmenler arasında veya medyada CHP’nin en somut projesi artık eskisi kadar rağbet görmüyordu.

Sosyal adalet vaadine karşı ‘Yeni Osmanlı’ rüyası

AKP’nin profesyonel kampanyası rakip partilerden aylar sonra, Mayıs başında başladı. AKP kampanyası içiçe geçmiş ve birbirinin devamı olan iki strateji birden kullanılıyordu. İlk aşamada 9 yıllık iktidar döneminde gerçekleştirilenlerin bir envanteri yapılıyordu. İkinci aşamada ise yeni bir kalkınma hamlesi vaadediliyordu.

AKP’nin bir siyasi parti olarak çok net çizilmiş olan kalkınmacı ilerlemeci pozisyonu, kampanyayla bir kez daha pekiştiriliyordu. Bu sırada, kampanyadan aylarca önce işe başlayan seçmen ilişkileri yönetimi, yüzbinlerce gönüllüyü sahada ustalıkla kullanmaya başlamıştı bile...

‘Hayaldi, gerçek oldu!’ sloganı ve filmler

AKP altı hafta süren yoğun bir profesyonel kampanya programı uyguladı. İlk üç hafta yayınlanan kampanya AKP döneminde başarılanların bir dökümüydü. Bolu Dağı Tünelini anlatan reklam filmiyle başlayan filmler, havayolları, duble yollar, TOKİ, yüksek hızlı tren, Karadeniz sahil otoyolu, sağlıkta dönüşüm, ücretsiz ders kitapları, kırsal kalkınma programları, engellilere sosyal destek ve engelliler için özel eğitim programlarıyla devam etti.

CHP kampanyasının finansman yönetim sorunu nedeniyle ivme yitirmiş olduğu bu dönemde, AKP kampanyası başta onlarca ulusal ve yüzlerce yerel TV kanalı olmak üzere tüm medyayı kapsıyordu. Basın, outdoor ve internet bu kampanyanın görselleriyle donatıldı.TV reklamlarında oynayan gerçek seçmenler, AKP iktidarları sayesinde hayatlarında gerçekleşen olumlu değişikliklerin tanıklığını yapıyorlardı.

AKP kampanyasının ilk aşamasının biz seçmenlere söylediği özetle şöyleydi: “Biz dokuz yıldır iktidar gücümüzü ülkeyi kalkındırmak, toplumsal refahı tabana yaymak için kullandık. Bizden önceki iktidarlardan daha yüksek bir ilerleme yarattık. Onların beceremediklerini becerdik. Bu ülkede hayal olan pek çok şey bizim iktidarımız sayesinde gerçek oldu.”

20’den fazla projeyi tek tek anlatan kampanya filmleri tümden aydınlık karelerden oluşuyordu. Her biri 45 saniye olan filmlerin tonu pozitif, dili neşeli ve eğlenceliydi.

‘Hedef 2023 Türkiye hazır!’

AKP kampanyasının üç hafta süren ikinci bölümü yeni ve daha büyük bir umudu pazarlıyordu. “Hedef 2023” olarak özetlenen vizyon, yeni ve büyük bir kalkınma hamlesi vaat ediyordu.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bizzat rol aldığı ve seslendirdiği 3 filmde seçmene vaat edilen makro hedefler arasında neler yoktu ki: 150 milyar dolarlık gelirle tarımda en büyük 5 ülkeden biri olmak. Yıllık 500 milyar dolarlık ihracat. Kişi başı 25 bin dolarlık milli gelir ile en büyük 10 ekonomiden biri olmak. 50 milyon turist ve 50 milyar dolarlık gelirle turizmde liderlik. Milyonlarca yurttaşımıza istihdam imkanı.

Erdoğan ikinci filmde, altyapı vaatlerini sıralıyordu: 17 bin kilometre yeni duble yol. İstanbul- İzmir otobanı. İzmit Körfezine dünyanın en uzun köprüsü. Çanakkale Boğazına köprü. 10 yeni yüksek hızlı tren hattı. Yeni hava alanları. Kendi uçağını, kendi uydusunu, kendi otomobilini yapan ülke olmak. Kendi tankını, kendi helikopterini, kendi savaş uçağını üreten ülke olmak.

Üçüncü film ile seçmenlerin gündelik hayatının 2023 yılına kadar nasıl iyileştirileceği anlatılıyordu: 22 dev şehir hastanesi inşa edilecek. Üniversiteye herkes gidebilecek. Okullarımız dünyayla rekabet edecek standarda yükseltilecek. Öğrencilere ücretsiz tablet bilgisayar dağıtılacak. Yeni inşa edilecek 500 bin konutla ev sahibi olmak daha da kolaylaşacak.

Başbakan Erdoğan filmleri aynı sözlerle bitiriyordu: “Büyük hedefler için biz hazırız! Milletimiz hazır! Türkiye hazır!” Erdoğan seçim mitinglerinde bir taraftan yeni anayasa ve özgürlükler konularını işlerken bir taraftan da seçime doğru olan süreçte İstanbul, Ankara ve İzmir için “Çılgın Proje”lerini açıkladı. Büyük kentlerin yakın çevresinde hayata geçirilecek mega projelerle bu kentler birer kalkınma havzası haline getiriliyordu.

Erdoğan böylelikle 2023 yılına kadar beş ana hedef ortaya koyuyordu: 1. İleri demokrasi, 2. Büyük ekonomi, 3. Güçlü toplum, 4. yaşanabilir çevre ve marka şehirler, 5. lider ülke.

‘Biz birlikte Türkiye’yiz!’

Bazı yorumculara göre CHP’nin duygusal tonlu filmlerine karşı, AKP filmlerinin tonu rasyoneldi. Fakat kampanyanın sonuna doğru CHP’nin filmlerinin duygusal tonunu aşan bir AKP filmi yayına girdi. Mayıs ayının son günü, kampanyanın ikinci aşamasıyla birlikte yayınlanmak üzere TV kanallarına gönderilen film “Aynı yoldan geçmişiz biz. Aynı sudan içmişiz biz” diye başlıyordu.

Genç yaşlı, zengin fakir, köylü kentli, kadın erkek, başı açık başı kapalı onlarca sıradan seçmenin kullanıldığı 60 saniyelik film, iyi kotarılmış bir ulusal birlik filmiydi. Filmde yer alan halktan kişiler tüm doğal halleriyle AKP filmine gerçeklik duygusu katıyordu. Filmde kullanılan enstrümanlar, kültürel semboller izlenme katsayısını artırıyordu.

AKP kampanyası online dünyada da son derece etkindi. www.akparti.org.tr, www.akkanal.com , www.akicraatlar. com.tr, www.ililakicraatlar.com.tr, www.akhedefler.com, www.akadaylar.com gibi resmi AKP web sitelerinin yanı sıra www.buyuyenturkiye.com gibi resmi olmayan siteler kampanya başlamadan önce hazırdı. Bir taraftan bu web sitelerinin sosyal ağlarda tutunması için gerekli destek sağlanırken, diğer taraftan muhalefet parti liderleri ve kampanyaları ile ilgili olarak sosyal ağlarda etkin olumsuz tohumlamalar (seeding) yapıldı.

Sonuç: Şans,hazır olana güler!

AKP, kampanyasının mesajı açık net ve basitti: “Daha önce başardık. Yine başarırız, Türkiye’ye sınıf atlatır, sizi rahat yaşatırız.” Seçmen, bu büyük hayalden kendi payına ve çocuğunun payına düşeni alabileceğini hayal etti.

Vaat ettiklerini yapıp yapamayacağı gerçeği ne olursa olsun, AKP’nin vaatleri seçmen beklentilerinin önemli bir kısmıyla örtüştü. Seçmenin yarısına AKP kampanyası abartılı, gerçekleşmesi imkansız ve hatta tehlikeli gelse de, bir başka yarısı AKP kampanyasıyla neredeyse bir “Yeni Osmanlı” rüyasına inandırılmış oldu. CHP’nin sadece sosyal adalete odaklanan karamsar kampanyasının yanında, AKP’nin büyük umutlar vadeden Türkiye hayali kıyas kabul edilemeyecek ölçüde cazipti. Seçmen, bekleneceği gibi AKP’nin sunduğu “liderleşen Türkiye” hayalini satın aldı. Başbakan Erdoğan elde ettiği yüzde 49.8 orandaki seçmen desteği ile ender görülen bir başarıya imza attı. Meclisteki sandalye sayısı her ne kadar 2002’den beri sürekli düşse de, seçmenlerin oyunu kazanmada sürdürülebilir bir başarının mimarı oldu.




Seçmen kime, neden oy veriyor?

ÖDÜLLÜ İLETİŞİMCİ NECATİ ÖZKAN, 2011 GENEL SEÇİM SONUCUNU MİLLİYET İÇİN İNCELEDİ" (12 Eylül 2011)


12 Haziran seçimlerinin üstünden tam 90 gün geçti. Bu sürede CHP ‘nin yemin krizi ile BDP’nin meclis boykotu yaşandı. TSK’nın tepesindeki 4 general istifa etti. Yeni bir global ekonomik krizin öncü sarsıntıları hissedilmeye başlandı. Güneydoğu’da kanlı olayların artmasıyla Ramazan ortasında Kandil’e dönük yeni bir hava operasyonu daha başlatıldı vs...

Bu yoğun gündem, 12 Haziran’da hangi partinin neden kazandığını, hangi partinin neden kaybettiğini sakin bir kafayla analiz etmemizi engelledi. Bu yazılarla bunu yapmaya çalışacağız.

Seçmen kime, neden oy veriyor?
Literatürde seçmenlerin neden bir partiye değil de diğerine yöneldiğini açıklayan çok sayıda model bulmak mümkündür. Seçmen; ideoloji, liderlik gücü, partinin konumu, politikalar, parti örgütlerinin gücü, etnik köken, ulusal-kültürel ve manevi değerler, ekonomi, uluslarası koşullar gibi faktörlerden etkilenerek karar vermiş olabilir. Seçimlerin mekanizması aynı olsa da, her seçimde değişkenler farklıdır. O yüzden siyasi iletişim disiplininde “Her seçim aynıdır; her seçim farklıdır” denir.

Bir başka anlatımla, seçmen davranışını açıklayabilmek için her ülkede ve her seçimde geçerli tek ve sihirli bir model mevcut değildir. Seçmenlerin medyada yayınlanan anketlere bağlı olarak karar verdiklerini gösteren bilimsel bir çalışma da yoktur. Yani, anketlerin seçmenleri yönlendirdiği ve herkes kime oy veriyorsa ona oy verme eğilimi - “bandwagon etkisi”- yarattığı şeklindeki düşünüş tümden bir şehir efsanesidir.

Bunu söylerken elbette ki kamuoyu araştırmaları gereksizdir demiyoruz. Araştırmalar önemlidir ama, araştırmalar seçim sonucunu belirlemezler. Araştırma yaptırmadan seçim kampanyası planlanamaz, planlanmamalıdır. Araştırma yapmanın nedeni bulguları medyaya servis etmek değil, seçimi kazanmanıza yardımcı olacak bilgilere ulaşmak olmalıdır.

Seçmen tercihlerinin nedenlerini anlamak için, en kolay değerlendirme yapılabilecek alan siyasi partilerin seçim kampanyalarıdır. Çünkü kampanyalar alenidir. Seçimlerde oy verecek olan seçmenlerin kararını etkilemek için yapılan her şey bu kampanyalara dahildir. Bununla birlikte, seçimden seçime değişiklik gösterse de genel olarak, seçmenlerin çoğunluğu (yüzde 75- 85 arası) seçim gününden aylar önce kararını vermiş olur. Seçim kampanyaları, kalan yüzde15 -25’lik dilimdeki seçmenin kararını etkilemek için yapılır.


İPSOS KMG Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün 1200 seçmenle yaptığı araştırma, seçmenlerin yüzde 80’lik ağırlıklı çoğunluğunun hangi partiye oy vereceğine seçimden aylar önce karar verdiğini gösteriyor.

Bu nedenle biz bu dizide, seçim sonucuna etki eden faktörler arasından seçim kampanyalarına odaklanacağız. Ve partilerin başarı yada başarısızlıklarını siyasi iletişimi kullanabilme becerilerine bakarak değerlendireceğiz.

12 Haziran’ın mağlupları ve galipleri
Bu kez genel merkez binası 22 Temmuz 2007 gecesinde olduğu kadar karanlık ve tenha değildi belki ama, seçimleri CHP’nin kazanacağına inananlar 12 Haziran akşamı yeni bir şok daha yaşadılar. Cumhuriyet Halk Partisi’nin kimi sözcüleri kampanya boyunca ısrarla araştırma şirketlerinin yayınladığı verilerin doğru olmadığını söylemiş ve CHP’nin sandıkta sürpriz yapacağını iddia etmişlerdi. CHP’nin en azından iktidar ortağı olacağına ya gerçekten inanıyor ya da yalnızca buna yönelik bir algı oluşturmaya çalışıyorlardı. Ne var ki sandıklar açıldığı zaman, saygın araştırma şirketlerinin bir iki puanlık yanılmalarla doğruya yakın tahminlerde bulundukları ortaya çıktı.

2007 seçimlerine göre oyunu bir nebze artırmış gibi gözükse de genel algı CHP’nin 2011 Genel Seçimlerinin asıl mağlup partisi olduğuydu.

MHP barajı net biçimde geçtiği halde kaybeden partilerden biri olarak algılanırken, MHP’nin yarısından daha az oy alan BDP kazanan parti algısı yaratmayı başarmıştı

12 Haziran’ın kesin tek galibi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) oldu. AKP 10. kuruluş yılını henüz geride bırakırken, 3’ü genel seçim, 2’si yerel seçim ve 2’si referandum olmak üzere 7 seçim zaferi elde etmişti. AKP bu zaferleriyle, ülkemiz demokrasi tarihinde benzersiz bir seçim makinası olduğunu kanıtlamakla kalmamış, aynı zamanda dünya demokrasilerinde eşine ender rastlanır bir başarının sahibi de olmuştur.

Diğer yandan 12 Haziran Genel Seçimleri, siyaset arenasındaki onlarca küçük partinin iddialarını, kısa vade için, topyekün ortadan kaldırmıştır. Parlamentoya girebilen dördü dışında, yasal olarak varlıklarını sürdürmekte olan 60’ın üzerindeki siyasi parti, 12 Haziran tarihi itibariyle artık toplumsal ihtiyaç olmaktan çıkmış oldular.

Milliyet Gazetesi'nde 12 Eylül 2011'de başlayan "KİM NEDEN KAZANDI; KİM NEDEN KAYBETTİ" başlıklı yazı dizisinin ilk bölümünden....