Kısa bir süre önce, Kiev’de
bir dizi eğitim vermeye davet edilmiştim. Yaşları 25 - 40 arası olan 110
civarında profesyonel iletişimci grubu ve üniversitelerin gazetecilik
fakültelerinde okuyan 500’ün üzerinde öğrenci grubu için iki ayrı tip
eğitimlerdi.
Geleceğe ilişkin umudun ve cesaretin neredeyse yok edildiği Kiev’de 3 gün boyunca konumlandırma,
kampanya yönetimi, iletişim stratejisi ve uygulama içeren eğitimler verdim. Çok
ilgili, iletişimin stratejik ve taktik olanaklarını öğrenmeye odaklanmış iyi
eğitimli ve meraklı insanlarla muhatap oldum. Başka ülkelerde karşılaştığımdan
daha faal ve daha meraklı gruplardı.
Bunca ilgi ve odaklanmanın nedeni elbette
ki Ukrayna’da devam eden iç savaştı.
Kırım’ın dünyanın gözü önünde Rusya tarafından ilhak edilmesi; ardından
Doğu Ukrayna’da başlayan iç savaş,
Ukraynalıları iletişim konusunda daha fazla odaklanmaya yönlendirmişti. Çünkü
ülkelerindeki asıl savaşın Rusya ve Rusya yanlılarınca “sahada değil zihinlerde” yapıldığını düşünüyorlardı.
Eğitimlere
katılanların önemli bir bölümü, ben Kiev’den döndükten sonra mail ve sosyal
medya araçlarıyla benimle iletişim kurmaya devam ettiler. Hemen her gün Ukrayna’da olan bitenlerle ilgili bir
mail veya mesaj alıyorum.
Bugün sizlerle bunlardan birini, Psikolog Elena Grigoryev’in gönderdiği maili
paylaşacağım. Dr. Grigorvey, Karadeniz’in
karşı kıyısındaki komşumuzda son bir yıl içinde 16.000’den fazla insanın
hayatını kaybettiğini söylüyor ve Ukrayna’daki
iç savaşa duyarsız kalmanın dünya için yaratacağı tehlikelere dikkat çekiyor:
“Savaş, diğer birçok Ukraynalı gibi
beni de hazırlıksız yakaladı. Makyevelli’nin aforizmasını şimdi anlıyorum:
“Savaştan kaçılamaz. Savaş ancak ertelenir. O da düşmanınızın yararına.” Tabii
ki ben de başta “sağduyu muhakkak galip gelir” diye düşünüyordum.
Sonra savaş başladığında bir türlü inanmak
istemediğim dehşetin içine sürüklendim. İnsanlarımız için endişelendim... Askerlerimiz
için endişelendim... Geceleri uykuya dalmadan önce halkımız için dua ettim... Aylarca
sabah uyandığımda ilk düşüncem cephedeki askerlerimizin durumu oldu...
Profesyonel bir psikolog olarak
savaşın insan ruhunda nasıl travmalara yol açtığını iyi biliyorum. Bu yüzden Ukrayna’nın doğu bölgesindeki askerlerimize
yardım etmeye karar verdim.
Şunu belirtmeliyim ki Doğu Ukrayna’da geçirdiğim zamanlarda
kendimi çoğu kez gerçeklikten soyutlanmış hissediyorum. Özellikle Rus propaganda makinasının yaydığı
saçmalıkları görünce insan kendini öyle hissediyor. Kafka tarzı bir gerçeklik var orada.
Mesela Rus propaganda makinası bize “Nazi” diyor. Ama öte yandan aynı
makinanın sözcüleri bir “Rus dünyasından”
bahsediyor ve millet olarak varlığımızı inkâr ediyorlar. Şimdi düşünün; yarın
öbür gün gelseler ve size deseler ki “Türkiye yoktur; burası “Rus dünyasının”
bir parçasıdır. Buna karşı çıkanlar Nazi’dir ve yok edilmelidirler.” Bu argüman,
saldırgan bir politikayı haklı göstermeye çalışan sudan bir bahane değil mi?
Rusya, dünyayı ikna etmek ve askeri
hedeflerine ulaşmak için “vyshivatniki”
denen özel provakatör timler görevlendirdi. Kremlin bu özel timlere insanlık
adına utanç duyulacak işler yaptırıyor. Bu paramiliter ekipler, kendilerini
Ukraynalı gibi göstererek Doğu
Ukrayna’da provokasyonlar yapıyor. Dünyanın en uysal milletlerinden olan
Ukraynalıları cani gibi göstermek için sayısız cinayetler işliyorlar. Bu propaganda
yöntemi dünyada değil ama, belki Rusya vatandaşları arasında işe yarar.
Öte yandan Ukrayna’da yaşananlar konusunda Avrupa çok ilgisiz. Sadece
Avrupa halkının değil, entellektüel sınıfların ve siyasetçilerin bile ilgi ve
bilgi düzeyleri hayal kırıklığı uyandıracak kadar düşük. Az sayıda politikacı
ve parmakla sayılacak sayıda gazeteci Ukrayna'daki
iç savaştan kaynaklanan risklerin dünya için ne anlama geldiğini kavrayabiliyor.
Ukrayna’nın toprak bütünlüğünün ihlaline karşı duyarsızlık, yarın başka
ülkelerin topraklarının bölünmesini de tetiklemez mi? Ukrayna’nın kuruluşunu
sağlayan uluslararası anlaşmaların ihlaline karşı duyarsızlık, başka ülkelerin
kuruluşunu sağlayan anlaşmaları da prensip olarak ortadan kaldırmaz mı?
Peki ya “Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Antlaşması” ne olacak? Bütün
bu olanlardan sonra bugün örneğin Iran halkına, “dünya barışını korumak için
nükleer programınızı durdurun” denebilir mi? Bir ülkenin vatandaşları kendi
ülkelerini koruyamayacaksa, başka kimden korumasını bekleyebilir ki?
Rus hükümetinin neden bu kadar agresif
bir yol kullandığını çok düşündüm. İşgalci bir ülke olarak Rusya’nın, dün ne
yaptıysa bugünün modern dünyasında yine aynısını yapmaya devam ettiğini
anladım. Yakutistan , Buryatin,
Başkurdistan, Dağıstan ... gibi onlarca farklı etnik, kültürel ve dini
kökene sahip halkın yaşadığı tüm bu ülkeler hala Moskova’nın işgali altında.
Moskova, bu ülkelerin kaynaklarını yiyip bitiriyor ve geriye sadece çöp bırakıyor.
Daha net anlaşılması için size yakın halklardan örnekler vereyim: Örneğin,
Müslüman Türklerin yaşadığı Başkurdistan
Cumhuriyeti… Başkurdistan, Dubai
kadar zengin petrol yataklarına sahip bir ülke. Ama tüm bu zenginliğin Başkurtlara
hiç bir faydası yok. Başkurdistan’da bırakın petrole dayalı refahı, doğru dürüst
karayolu bile bulamazsınız. Üstelik ülke petrol endüstrisinin yarattığı muazzam
çevre sorunları ile başbaşa bırakılmıştır.
Unesco’ya göre ülkenin Yukarı Ural
bölgesi, dünyadaki en kirli alan. Son yıllarda bunlar yetmiyormuş gibi,
Başkurdistan’ın diğer önemli zenginliği olan ormanlar, Moskova tarafından talan
edilmeye başladı. Ülkenin akciğerlerine insafsızca kıyılıyor ve zenginlikler çalınıyor.
Zenginliklerin sahibi Başkurtlar ve diğer halklar ise kendi ülkelerinde dibine
kadar yoksulluğu yaşıyorlar.
Türk kökenli bir diğer halkın yaşadığı Dağıstan'da da durum aynı. Bu ülkenin petrol zenginlikleri de Moskova
tarafından çalınıyor. Yada Türk kökenli diğer iki halkın yaşadığı Moğolistan
sınırındaki Buryatya ve Yakutistan Cumhuriyetleri… Aslında federal cumhuriyetlerin hiç birinde durum
farklı değil.
Ekonomik zenginlik aracı olmanın ötesinde, çeşitli ülkelere karşı
stratejik bir şantaj silahı olarak da kullanılan meşhur “Rus doğalgazı” ise Kuzey
Buz Denizi’nin kenarındaki Yamal-Nenets
Özerk Bölgesi halklarına aittir.
Buna benzer acı tecrübeleri yüzlerce yıldır yaşamış olan biz
Ukraynalılar, yeniden Rus işgalinin ve soygununun bir parçası olmak
istemiyoruz. Bu nedenle ülkemizi savunuyoruz. Savunmaya devam edeceğiz. Lütfen çığlığımızın Türkiye’de duyulmasına yardım edin. Yardımlarınız
için şimdiden teşekkürler”
14 Ocak 2014, Radikal
14 Ocak 2014, Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder