Modern siyasi iletişim disiplininin kurucu babalarından Joe Napolitan “Her seçim aynıdır. Her
seçim farklıdır” der. Napolitan, bu
sözüyle süreçler ve kurallar itibariyle her ne kadar birbirinin aynı olsa da, her seçimde başka bir toplumsal ruhun
egemen olduğunu anlatmak ister. Bir diğer anlatımla, her seçimde farklı bir
toplumsal sıklet merkezinin baskın
olacağını ve seçimlerde başarılı olmak için bu ruhun iyi analiz edilmesi
gerektiğine işaret eder.
Seçim kampanyaları ile ilgili bir diğer konu, seçmenlerin % 80 civarındaki ağırlıklı kesiminin seçimlerden 6 ay önce kararlarını
vermiş olmalarıdır. Dünyanın hemen her demokrasisinde üç aşağı beş yukarı tablo
böyledir. Özetle, partilerin çekirdek seçmenleri, kampanyalar başlamadan
aylarca önce kararlarını kesinleştirmiş olurlar. Seçimlerin sonucunu ise “yüzer gezer oylar” denen “kararsızlar” veya oy vermeyi düşünmeyenler belirler. Kararsızları ikna edebilen veya oy vermeyi düşünmeyen seçmenleri motive edebilen seçimi kazanır.
CHP STRATEJİDE HATA
YAPTI
CHP işte bu iki ana konuda hata yaptı. 7 Haziran seçimlerinin
ruhunu kavrayamadı. 7 Haziran seçimlerini normal zamanda yapılan normal bir seçimmiş gibi gördü. Seçimin
sonucunu belirleyecek olan seçmen kesimlerindeki “rejim korkusunu” es geçti ve ekonomiye odaklandı. “AKP hep ekonomiyle kazandı, biz de aynı
yolu izlersek kazanırız” diye düşündü.
Kendi seçmen tabanının ana meselesini tümden bir tarafa
bırakıp, yeni seçmen kesimlerini fethetmeye odaklandı. Kendi çekirdek seçmen
tabanında ortaya çıkan HDP’ye kayma riskine karşı tedbir almadı. Sonunda “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan
oldu”
“MİLLETÇE ALKIŞLIYORUZ”
7 Haziran kampanya döneminden aklımızda kalanlar arasında örneğin
Aydın’da, Mersin’de, Iğdır’da, Mardin’de Davutoğlu’na, Erdoğan’a sırtını dönen HDP’li seçmenler, özellikle
de kadınlar da var. Bu seçimde
sırtını dönmek, iktidara yönelik sivil
tepkinin sembolü oldu. Oysa kampanya döneminin başında seçmenin“milletçe alkışlaması” bekleniyordu. Bu
beklentinin kaynağı da CHP’nin başlangıçta ciddi bir merak uyandıran “Milletçe alkışlıyoruz” temalı reklam
kampanyasıydı.
MERAK UYANDIRMAK
BAŞKA, İKNA ETMEK BAŞKA
Cumhuriyet Halk Partisi’nin ne kadar naif bir beklenti içinde
olduğunu görmenin en iyi yolu CHP’nin 7 Haziran seçimleri için hazırladığı “Parti İletişim İlkeleri” broşürüne
bakmaktır. Bu broşürde “CHP’nin seçim
kampanyasının iki aşaması vardır. Birinci aşamada’Milletçe alkışlıyoruz’ ana
başlığı ile ülkeyi yaşanmaz hale getiren zihniyet protesto edilecektir”
denildikten sonra alkış süreci tanımlanmaktadır.
Biraz uzun bir alıntı olacak ama, liderleri ve partileri
sadece birer marka ya da ürün, seçmeni de bir müşteri gibi gören, siyasetten ve siyasal davranışın dinamiklerinden habersiz bir
iletişim anlayışının siyaset ve sosyoloji karşısındaki sefaletini bu kadar net gösteren pek az metin bulunabilir. Şöyle
diyor CHP Parti İletişim İlkeleri Broşürü:
“….. CHP, milletle birlik olmuş
ve ülkenin bugünkü sıkıntılı halinden sorumlu olan ‘malum zihniyeti’ görülmemiş bir şekilde protesto etmeye
karar vermiştir. Toplumsal bir hareket şeklinde gelişecek protestonun
açılımı ‘alkışla protestodur’.
CHP’nin başlatacağı bu protesto alkışının toplumsal bir değer kazanarak, ülke çapında, büyük,yaygın, sürekli bir gösteriye dönüşebilmesi
için tüm parti örgütü kendi seçim bölgesinde, her fırsatta ‘protesto alkışı’
başlatmalı ve halkın da alkışa katılımını teşvik etmelidir.
Protesto alkışı başlatmanın yeri
ve zamanı yoktur. Stadyumda, meydanda, otobüste, evde, sinemada, sokakta,
restoranda, cafede, durakta, parkta, mağazada, alışveriş merkezinde, spor
salonunda, tren garında, otobüs terminalinde, iskelede, havaalanında,
uçakta, benzincide, trende, pazar yerinde
akla gelebilecek her yer ve durumda, küçük büyük her ölçekte insan kitlesiyle
protesto alkışı başlatılmalı ve katılım teşvik edilmelidir.
Protesto alkışı yaklaşık 120
saniye sürmelidir.”
MİLLETÇE
ALKIŞLAYAMADIK!
Hepimizin de bildiği gibi, 2015 seçim kampanyası boyunca
otobüste, sinemada, restoranda, alışveriş merkezlerinde, tren garlarında seçmen,
milletçe alkış koparmadı ve bu
“ironik alkış” işi, CHP’lilerin çok sınırlı bir kısmının kendi aralarında
yapmaya gayret ettiği eğreti bir
davranış olarak tarihteki yerini aldı. (Bu kampanya döneminde CHP’nin
siyasal iletişim tarihine geçecek bir başka eğreti işi de Kılıçdaroğlu’nun
seçim vaatleri arasından birini notere
tasdikletmesi oldu.)
Ancak gerçek bir toplumsal dinamiğin üretbileceği bir toplu seçmen davranışının, - alkışın saniyesine kadar - parti
genelgeleriyle yaratılabileceğine bu denli safça
inanabilmek insanın aklına ünlü bir sözü getiriyor: “Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkün olabilir.”
STRATEJİ YOKSA;
KAMPANYA KURU GÜRÜLTÜDÜR
Bu seçimde CHP’nin iletişimini üstlenenler bir parça yakın tarihe meraklı olsalar, 25 Ocak
2011 günü, yani 2011 genel seçimlerinden birkaç ay önce Kemal Kılıçdaroğlu’nun
şu açıklamayı yapmış olduğunu hatırlayabilirlerdi: “Mitinglerde ıslık çaldıracağız. Recep Bey’den korkmadan herkes
ıslık çalabilir. Sloganımız da bellidir,‘Bir
ıslık da sen çal". ( http://www.haberturk.com/gundem/haber/594937-iste-chpnin-secim-slogani
)
Evet, CHP 2011 kampanyasında da seçmene “milletçe” ıslık çaldırarak güçlü bir protesto havası yaratmayı hayal etmiş, hatta bu amaçla “Bir ıslık da sen çal” şarkısı kullanılmış
ancak ilk denemelerden sonra bu “parlak”
fikrin tutmadığı görülmüş ve rafa kaldırılmıştı. CHP’nin dört yıl sonra ıslık
çalmaktan gele gele alkışlamaya gelebilmesindeki hikmeti bulabilen olursa, bize
de bildirsin…
İşin en acınılacak yanı bütçe kullanımıyla ilgili olan
yanıydı. CHP’nin kampanya bütçesinin en
az yarısı bu alkış işine
harcandı. Mutsuz insanlardan oluşan CHP castingi, kimi ve neyi alkışladıkları
belli olmadan, ekranlarda haftalarca habire alkışlayıp durdular. “Milletçe
alkışlıyoruz” kampanyası bir kez daha kanıtladı ki, stratejisi olmayan kampanya
kuru gürültüden ibarettir.
Daha da tuhafı, CHP mitinglerinde Genel Başkan
Kılıçdaroğlu’nun konuşmaları arasında davul
sesi efektlerinin kullanılmasıydı. Kalitesiz esprileri seyirciye yutturmak
için Hollywood’un stand up
komedilerinde gülme efekti koymasından
ilham alan bu uygulama, Kılıçdaroğlu’nun konuşmalarının etkisini artırmadı,
azalttı.
“YAŞANACAK BİR TÜRKİYE”
CHP kampanyasının ikinci aşamasını ise “Yaşanacak Bir Türkiye”sloganı ve bu sloganın altını dolduran somut
vaatler oluşturuyordu. CHP seçim
beyannamesinin detayları olan asgari ücretin 1500 TL’ye çıkarılması, emeklilere iki maaş ikramiye, kredi kartı borçlarından faizin affedilmesi gibi somut vaatler doğal olarak seçmenin
dikkatini çekti. CHP bu vaatler sayesinde kamuoyunda daha önceki genel
seçimlerde ulaşamadığı kadar yüksek düzeyde bir ilgi yarattı, CHP’nin bu tercihi övgüye değer bulundu.
Ne var ki bu ilgi oya
dönüşmediği gibi, CHP 2011 genel seçimlerine oranla yüzde 1 oy kaybetti. Aslında 2011 seçimlerinden sonra oy kullanma
hakkı kazanan 3.600.000 yeni seçmenden, CHP’nin payına düşen minimum 900.000
(%25) seçmen düşünüldüğünde CHP’nin kaybı çok daha fazladır.
CHP tarihindeki en ekonomik vaatlerle dolu kampanyasının,
herhangi bir duygusal çekicilik içermeyen masa üstü filmlerle heba edilmesi de bir başka sorun oldu. (2011
Genel Seçimleri ve Cumhurbaşkanlığı kampanyalarını da yöneten CHP’nin seçim
kampanyaları “gurusu” Erdoğan Toprak
ve muhafazakar sağdan oy getirmesi umuduyla transfer edilen Mehmet Bekaroğlu’nun onca bütçeye
rağmen tek bir oy bile kazandırmayan bu kampanyayı nasıl savundukları merak
konusu.)
CHP SÖYLEDİKLERİYLE
DEĞİL, SÖYLEMEDİKLERİYLE TAKDİR GÖRDÜ
Çünkü ilgi çeken, övgüye değer bulunan asıl şey, vaatlerin kendisinden çok, CHP’nin bu
vaatlerden başka şeyleri konuşmamaya gayret
ediyor olmasaydı. CHP aslında bu kampanyada söylediklerinden çok söylemediklerinden ve yapmadıklarından dolayı takdir gördü. Örneğin, “kavgacılığı”
bıraktığı için, katı bir laiklik
anlayışıyla davranmadığı için, ilgiyi ekonomik vaatlere çekerek kendi
içerisindeki fikri ve ideolojik
dağınıklığı sergilemediği için CHP kampanyası başarılı kabul edildi. CHP’nin
ekonomik vaatleri temelde bir maske olarak işlevli oldu ve CHP’nin çeşitli
konulardaki belirsiz tutumlarının seçmenin gözünden saklanmasını sağlayabildiği
ölçüde işe yaradı.
CHP’nin geleneksel tabanı içerisinde örneğin “çözüm süreci” konusunda tam bir MHP’li gibi düşünenler olduğu gibi, adeta
bir HDP’li gibi düşünen kesimler de
vardır. CHP’nin geleneksel tabanı içerisinde, örneğin Diyanet İşleri
Başkanlığının kaldırılması gerektiğine
inanan kesimler olduğu gibi, devletin dini kontrol etmesinin bir zorunluluk
olduğuna ve Diyanet İşleri’nin çok
olumlu bir işlevi olduğuna inanan kesimler de vardır. Bu gibi “netameli”meselelerde net bir duruş,
ilkeli bir tutum sergilemeden, durumu
idare etmek, parti tabanındaki farklı hassasiyetlerin nabzına göre farklı şerbetler vermek bir süredir CHP yönetim
anlayışının ana karakterlerinden birini oluşturmaktadır.
CHP’nin bu kampanyada ekonomik vaatlere odaklanması da işte
bu yönetim anlayışının bir uzantısı olarak işlevli oldu. Ekonomik vaatler
konuşulduğu müddetçe,“netameli” konulara girmeye de gerek kalmıyordu. Bu konular konuşulmayınca da eldeki oyu
tutabilmek mümkün oluyordu.
“BENİM ADIM KEMAL;
KAYNAK BENİM”
Ancak seçim sonuçları artık Kılıçdaroğlu’nun şahsında
simgeleşen bu yönetim anlayışıyla CHP’nin her zamanki oy tabanını belki koruyabileceğini ama, asla
anlamlı ölçüde artıramayacağını bir kez daha gösterdi. Çünkü bu samimi, güçlü
ve cesur bir liderlik tarzı değildir ve
seçmen bu özelliklere sahip olmayan bir liderin ardından ancak çaresizlik nedeniyle gider.
Bütün olumlu insani özelliklerine ve iyi niyetine rağmen
Kılıçdaroğlu’nun samimi, güçlü ve cesur bir lider olarak algılanmaması CHP’nin
bu seçimlerdeki ekonomik vaatlerinin seçmen üzerindeki etkisini de doğal olarak
etkiledi. Kılıçdaroğlu’nun imajındaki
aşınma,CHP’nin ekonomik vaatlerinin seçmen nezdindeki kredisini de olumsuz etkiledi. Bundan önceki seçimlerde,
ekonomik vaatlerinin kaynağını ünlü “Benim
adım Kemal, kaynak benim” sözüyle ‘açıklamayı’ tercih etmiş bir Kılıçdaroğlu’nun
aslında gerçek bir hesap kitap adamı, çok iyi bir maliyeci olduğuna seçmeni inandırmak pek kolay değildi;
zaten mümkün de olamadı.
CHP’NİN AKP’DEN FARKI
Ayrıca CHP’nin bu seçimlerde ekonomiyi gerçekten konuşup konuşmadığı, konuştu ise AKP’den farkını ne ölçüde ortaya
koyabildiği de sorgulanması gereken önemli konular. Örneğin CHP’nin ekonomik
vaatlerine atfettiği değere ve öneme bakınca (Örneğin “yoksulluğu sıfırlamak” gibi) insan rahatlıkla Türkiye’nin aslında
hiç de fena bir noktada olmadığını düşünebilirdi. Ekonomi öyle bir noktadaydı
ki, bizzat Kılıçdaroğlu’nun“çok da fazla
kaynak gerektirmediğini”söylediği birkaç iyileştirme tedbiriyle bütün ülkedeki yoksulluğu sıfırlayabiliyorduk.
CHP’nin anlattığı ekonomi hikayesi topluma adeta şu mesajı veriyordu: “Endişe etmeyin, ekonomide öyle çok önemli, büyük meseleler yok. Bizim
iktidarımızda hiç kimsenin canı yanmayacak.
Ali Babacan’ın bir miktar daha insaflı davrandığını düşünün; onun gibi bir şey yapacağız.” Bu haliyle
de CHP’nin ekonomiye dair hikayesi aslında seçmenin önemli bir bölümünün iç
dünyasında yeni bir CHP iktidarından çok “eski
AKP’ye özlem” hissi yaratıyordu.
ÇILGIN PROJE Mİ,
“MERKEZ TÜRKİYE” Mİ?
CHP’nin seçmene anlattığı ekonomi hikayesi o kadar AKP’yi andırıyordu ki, özü itibariyle
kimi önemli farklar içerse de “Merkez
Türkiye” projesi de “bir tür çılgın
proje”olarak algılandı. Çünkü , zamanlaması
ve sunum biçimiyle, uzun vadesiyle, vaat ettiklerinin hacmiyle “Merkez Türkiye” projesi tam “AKP tarzı seçim kampanyasının”klasik
parçalarından biri gibi duruyordu.
Kamuoyunda yeterince konuşulup tartışılmasına izin verilmeden,
son anda büyük bir sürpriz, bir bomba proje havası yaratılarak sunulan,
tam olarak nerede hayata geçeceği belirsiz
bu proje seçmenin zihninde CHP’nin diğer ekonomik vaatlerinin güvenilirliğini de aşındırdı. “Çılgın” mı
gerçekçi mi olduğundan bağımsız olarak, “rakipler
çalmasın diye” son dakikaya saklanan devasa projelerin kampanya
ritüellerinden biri olarak “seçim
normalleri” arasına girmesinin siyasetin toplam güvenilirliği açısından
olumlu bir gidişatı ifade ettiği de söylenemez.
SEÇİMLERİ PROJELER
DEĞİL; LİDERLER KAZANIR
Bu gibi nedenlerle, CHP ekonomik vaatlerinin sayesinde anlamlı
bir oy kazanamadığı gibi, oy kaymalarını da önleyemedi. Örneğin
CHP’nin ekonomik vaatleri, partinin kendilerinin sorunları konusundaki tutumunu yeterince tatmin edici bulmayan Alevilerin CHP’den HDP’ye
yönelmesini önleyemedi. Önseçim
sayesinde kendi içindeki Alevi
tabana CHP içerisinde nispeten daha etkili olma fırsatı tanınmamış olsaydı,
bu yönelişin çok daha fazla olacağı
açıkça görülüyordu. Ve bu yönelişi Alevilerin
“stratejik oy” kullanmasıyla açıklayabilmek mümkün değildi.
CHP’nin ekonomik vaatlerinin aslında partiye önemli ölçüde
oy kazandırdığı fakat baraj sorunu yüzünden HDP’ye stratejik oy veren CHP’liler
nedeniyle bu oyun sonuçlara yansımadığı bu
seçimin efsanelerinden biri. Bu açıkça bir efsane çünkü, CHP’nin artırdığı
varsayılan oyunun aslında ne ölçüde artmış olduğu ve bu oyun hangi partilerden
gelmiş olduğu konusu bütünüyle muamma. CHP’nin, kendi seçmeninin stratejik oy kullanması nedeniyle kaybetmiş olabileceği
oy oranının en iyimser yaklaşımla yüzde 2
civarında olduğunu tahmin ediliyor. Yani en iyi koşullarda bile CHP, 2011’e göre oylarını en fazla yüzde 1, 1,5 artırmış
kabul edilebilirdi ki bunun, iktidarın yüzde 9 oy kaybettiği bir seçimde ana
muhalefet partisi için bir başarı
sayılamayacağı ortada.
Sonuç olarak, Dünya siyasal iletişim literatürünün en ünlü
anekdotlarından biri olan, “it’s the economy,
stupid” sözünün verdiği mesaj doğrudur
ama eksiktir. Seçmen elbette cebine girecek paraya bakar ama parayı verenin
hangi düdüğü çalacağından da emin olmak
ister.
Koalisyon ortağı
olmayı başaramazsa, CHP’yi sıcak bir yaz bekliyor olacak.
Radikal, 12 Haziran 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder