2015’te yapılacak olan genel seçimlere en
fazla altı ay kaldı. Siyaset ve siyasetin iletişiminde görmekte olduğumuz
gelişmelerin ve emarelerin okumasını yaparken, seçimlerin yaklaşmakta olduğunu
gerçeğini hatırlamalı ve olaylara o pencereden bakabilmeliyiz.
12 yıl sonra ilk kez, AKP propaganda makinası
ve kampanya ekibi, başında resmi olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın olmadığı bir
seçime girecek. Cumhurbaşkanının bu süreçte yasal sınırlar içinde kalmayabileceğini;
Siyasi Partiler Kanunu, Seçim Kanunu ve Anayasa’nın tanımladığı çerçeveyi
sonuna kadar zorlayabileceğini ve hatta alenen ihlal edebileceğini
bekleyebiliriz. Ama yine de yaklaşan seçim kampanyası boyunca, seçmenin
zihninde AKP’nin sözcüsü ve yasal lideri Erdoğan değil, Davutoğlu olacaktır. Seçmen,
ister istemez Davutoğlu’nu diğer parti liderleriyle kıyaslayacaktır.
Siyasetle ve siyasetin iletişimiyle ilgili
olan herkes bilir ki, bir seçim kampanyasında ideolojiden, vaatten ve hatta stratejiden
daha önemli tek bir etken varsa, o da liderdir; liderin algısıdır, liderin
becerileridir. Seçmenin önemli bir bölümü, ideolojiye değil, lidere oy verir. Ahmet
Davutoğlu 3.5 aydır resmi olarak AKP’nin ve hükümetin başında bulunuyor ama, bu
süre zarfında ne türden bir liderlik kumaşına sahip olduğunu henüz öğrenme
şansımız olmadı.
Şu ana kadar sergileyebildiği performanstan toplumun
algıladığı o ki, Başbakan Davutoğlu resmi olarak oturmakta olduğu her iki
koltuğun da gücünü henüz devralabilmiş değil. Dahası o gücün bir gün kendisine
gerçekten devredilip devredilmeyeceği de belli değil. Belki bu nedenden dolayı,
Başbakanlık koltuğuna oturduğu günden bu yana Davutoğlu, toplumun hafızasında
iz bırakan bir eylem veya söylem ortaya koyamadı.
Ne eskisinden daha sert, ne daha yumuşak; ne
daha demokrat, ne daha özgürlükçü, ne de daha kapsayıcı bir liderlik performansı
ortaya koyabildi. Daha akademik bir dil kullanımından bahsetsek bile, yenilikten ve orijinallikten söz edebilmek
şimdilik mümkün değil. Bildiğimiz eski AKP politikalarını ve söylemlerini
tekrar etme dışında, üstelik de aynı retoriği düne oranla daha cılız bir sesle dillendirme
dışında ne bir yenilik, ne de fark yaratan bir dil ortaya koyabildi.
Davutoğlu’nun şansı ve şanssızlığı Erdoğan’dır. Çünkü AKP’nin müesses güçlerine
rağmen Davutoğlu’nu o koltuklara oturtan yegane irade Erdoğan’dır. Bu nedenle
de Davutoğlu’nun üzerindeki Erdoğan gölgesi fazlasıyla belirgindir.
Liderlik problemlerine ilave olarak, çözüm
süreci ile gerginleşen ortam, özgürlükleri kısıtlayan her türden antidemokratik
uygulamalar ve hepsinden önemlisi ekonomide alenileşen yavaşlama, önümüzdeki
seçimleri belirleyecek konular olacak.
Siyasi iletişimin kurucu isimlerinden Joe
Napolitan “Eğer bir şey işe yarıyorsa, işe
yaramaz hale gelene kadar onu kullanmaya devam edin” der. Son zamanlarda AKP cenahında ortaya
çıkan bazı emareleri böyle okuyabiliriz.
Ayrıca bu emareleri AKP’nin 2015’te kullanacağı
ana stratejik yönelişin belirtileri olarak da okumak mümkün. Örneğin Validebağ’ı
tırmandırma yaklaşımını... Örneğin “İsteseniz de istemesiniz de Osmanlıca
öğretilecek!” sözlerini... Örneğin 14 Aralık Operasyonunu... Vizyona sokabileceği
yeni bir senaryo ve o senaryoyu mükemmelen oynayacak güçlü bir aktör şansı kalmadığı
için AKP eski stratejiyi tekrar ediyor. Bu söylem ve emareler 2015 AKP
kampanyasının lansmanının halihazırda yapılmakta olduğunu gösteriyor. Tüm bu emareler
kutuplaştırma, ayrıştırma ve kendi tabanını konsolide etmek için, siyasette ve
siyasi iletişimde “savaş stratejisi”ne devam edileceğini de gösteriyor... Çevrecilerle,
“Gezi”cilerle, moderniteyle, cemaatle, uydurulmuş lobilerle, hayali
darbecilerle, düşmanlaştırılmış toplum kesimleriyle savaş!
Sadece emarelerini değil, geçmiş uygulamalarını
da çok iyi bildiğimiz bu strateji ayan beyan ortada: Tam bir yıl önce bugün ortaya
dökülen, tarihimizdeki en büyük yolsuzluk iddialarını kovuşturmak yerine,
dikkatleri Osmanlıca eğitime, “Tahşiye Örgütü” konulu dizi ve senaryoya
çekmek... Vatandaşın sesine kulak vermek yerine, her farklı sesi ve rengi
yasaklayacak inzibati tedbirleri geliştirmek... Bitmek tükenmez komplo
iddialarının üstüne yeni komplo iddiaları üretmek, yeni ve ne olduğu belirsiz
düşmanlar türetmek... Ve ne yapıp edip, mecliste anayasayı değiştirebilecek
koltuk sayısına erişmek.
Ama bu emareler net olarak ortaya koyuyor ki,
AKP bir kez daha kendi tabanını çantada keklik saymıyor. Öncelikle diğer
partilerin tabanına yönelmek yerine, kendi tabanını elde tutmaya odaklanıyor.
Ancak kendi tabanını sağlama aldığına emin olduktan sonra başka oyların peşine
düşmeyi hedefliyor. Çünkü biliyor ki, kendisine yakın seçmen çevrelerinde oy
oranını korumak, rakip çevrelerden oy bulmaktan çok daha kolay.
AKP’nin 2015 stratejisi bellidir. Bu stratejinin
ülkenin birliğine ve yurttaşların ortak yaşama idealine zarar verip vermemesi
ayrı bir konudur. AKP bir kez daha seçim kazanmak için zihinleri ve sahayı elde
etme çabalarına çoktan başlamıştır.
Asıl mesele, 2015 genel seçim kampanyası
sürecinde muhalefet partilerinin ne yapacağıdır. Demokratik kurumların ve
demokrasi kültürünün yok edildiği, serbest ve adil rekabet şansının kalmadığı, özgür
medya düzeninin ortadan kaldırıldığı bir ortamda demokratik muhalif güçlerin
yapacakları çok önemlidir. Çünkü, örgütlü devlet gücünün sınır tanımaz bir
iktidar gücüne dönüştürüldüğü; demokratik bir yarış yerine hile dahil her türlü
savaş stratejilerinin uygulandığı bir ortamda, muhalefet partilerinin tutumları
ortak geleceğimiz adına çok belirleyici olacaktır:
Demokrasiye devam mı edeceğiz, yoksa bir muz cumhuriyetine mi dönüşeceğiz? Özgürlüklerimizi savunmaya devam edebilecek
miyiz, yoksa Ortadoğu tipi baskıcı bir rejime razı mı olacağız? Bugünün ana
meselesi budur.
Özetle, 2015 genel seçimleri en temelde, “Umut”
ile “Korku” arasında yaşanacak bur seçim olacaktır.
17 Aralık 2014, Radikal
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder