Necati Özkan ve Seçim Zamanı

28 Mart 2011 Pazartesi

Ya Kadın Olsaydın Devlet Bey?


Kadın siyasetçi adayları ve kadın seçmenler için resen hazırladığım kişisel kampanyamın 3. ve en sevimli ürünü Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile ilgili.

Devlet Bey ve partisi MHP, 12 Haziran Genel Seçimlerinde en az sayıda kadın aday adayı başvurusu almış. Ama ben umuyor ve diliyorum ki MHP, diğer iki büyük partiye oranla daha fazla kadın milletvekili adayını listesinde seçilecek yerlere yerleştirsin. Ve milliyetçiliğin sadece erkek işi olmadığını, kadınların da en az erkekler kadar milli konuları savunabileceğini cümle aleme göstersin.

MHP Genel Başkanı'na da sorum aynı:

"Ya Kadın Olsaydın Devlet Bey?
Örgü örecektin, Meclisi rüyanda görecektin."


2009 Yerel Seçimleri için yapmış olduğumuz Ka.Der kampanyasına Devlet Bey yargı yoluna giderek tepki vermişti. Umarım bu kampanyama daha töleransla yaklaşır :)

Ya Kadın Olsaydın Kemal Bey?


275 KADIN Kampanyasına destek için hazırladığım kampanyanın ikinci ilanında Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu'na sesleniyorum.

"Ya Kadın olsaydın Kemal Bey?
Çocuk bakacaktın, muhalefet yerine mama yapacaktın.


Çünkü, bugünün siyasi anlayışı yüzünden meclisteki kadın oranı sadece %9 (ASLINDA % 8.5) Gel bu haksızlığa bir son ver; seçimde kadınların CHP listelerinden yarı yarıya aday olmalarını sağla. Biz de kadın seçmenler olarak sizisonuna kadar destekleyelim."

Türkiye'deki kadın siyasetçi adayları ve kadın seçmenler adına hazırladığım bu kampanya, yayılmak için desteğinizi bekliyor.

275 KADIN Kampanyasına kişisel destek

Önümüzdeki 2 hafta, 12 Haziran Genel Seçimleri için son derece önemli. Çünkü, bu iki hafta içinde siyasi partiler milletvekili aday listelerini kesinleştirecekler.

Yüksek Seçim Kurulu takvimine göre siyasi partiler, 3 Nisan Pazar günü önseçim ve/veya aday yoklamalarını tamamlayacaklar. Ve 11 Nisan 2011 Pazartesi günü saat 17.00’ye kadar da “alındı belgesi karşılığı” YSK Başkanlığına teslim edecekler. Yani bu iki haftada siyasi partilerin adaylarla ilgili kararları netleşmiş olacak.

Her ne kadar, 25 Nisan tarihine kadar itirazlar, eksikliklerin tamamlaması ve düzeltmelerin yapılabilmesi gibi bazı imkanlar mümkün olsa da, 11 Nisan’da YSK’ya teslim edilecek olan aday listeleri, %95 kesin listeler olacak.

Ka.Der, bu iki hafta içinde kampanyasına biraz daha hız verecek. TV kanalları, internet siteleri, basın, outdoor gibi mecralar ve sinemalarda Ka.Der kampanyası daha fazla görünür olacak. KONDA’nın yapmakta olduğu bir araştırmayı kamuoyuyla paylaşacak...

Öte yandan, Ka.Der kampanyasının tetiklediği, Haklı Kadın Platformu ve Başörtülü Aday Yoksa Oy da Yok insiyatifi de bu iki haftada daha fazla etkin olacaklardır diye düşünüyorum.

Tüm bu çabaların hedefi belli: Yeni Anayasayı hazırlayacak olan yeni mecliste daha fazla kadın milletvekilinin yer almasını sağlayabilmek.

Ben de bu kapsamda, Türkiye’deki siyaset pazarının yüzde 90’a yakınını elinde tutan 3 büyük siyasi partimizin liderine seslenmek için burada gördüğünüz kampanyayı kişisel olarak hazırladım. Amacım, liderlerimizin empati yapmalarını talep etmek ve kadın adaylarla ilgili karar verirlerken kendi kendilerine “Ya kadın olarak doğmuş olsaydım?” diye sormalarını sağlamak.

Çünkü, son bir kaç yılda, Ka.Der, Kagider ve Kadın Partisi Girişimi gibi sivil toplum kuruluşları ve yöneticileriyle olan temaslarımdan öğrendim ki, Türkiye’deki kadınların durumu her türlü desteği hakediyor. Kadınlar ile ilgili ülkemizin sergilediği fotoğraf tam bir insan kaynağı israfı. Ve kadınlar kendileri sahip çıkmazlarsa, kadınların bu durumu değişmeyecek.

İlk ilanda, Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a soruyorum:“Ya kadın olsaydın Tayyip Bey? Misafir ağırlayacaktın, siyaset yerine börek yapacaktın.”


275 KADIN kampanyasına bir kişişel katkı ve kişisel destek olarak hazırladığım bu kampanyanın yayılmasına kişisel destek verirseniz, Türkiye’nin kadınları ve Türkiye’nin kadın siyasetçileri size minnettar kalacaktır. Şimdiden teşekkürler ☺

7 Mart 2011 Pazartesi

"275 KADIN" Kampanyasının Öyküsü


12 Haziran Genel Seçimleri için Kadın Adayları Destekleme Derneği-Ka.Der yönetimi bizden yeni bir seçim kampanyası istedi. Dernek yönetiminin briefi çok netti: Mecliste daha fazla kadın talep etmek yerine, eşitlik talep etmek. Madem ülkede kadın-erkek nüfus eşitti, mecliste de eşit temsil olmalıydı!

Ajans olarak bizden beklenen, daha önceki Ka.Der kampanyaları kadar ses getiren yeni bir kampanya hazırlamamızdı. Ama bu kez, “daha sert, daha agresif olabilirdik”; çünkü ortaya çıkmıştı ki, siyaset başka dilden anlamıyordu!

Ka.Der yönetimine 3 fikir sunduk.

Bunlardan ilki şok etkisi yaratacak, yayınlandığı andan itibaren olağanüstü dikkat çekecek, medyada ve toplumda ses getirecek bir kampanyaydı. Agresif, sert ve maskulen bir fikirdi. Ancak, kampanyayı yayınlayacak medya bulmak –muhtemelen- pek mümkün olamayacaktı. Viral olarak yayıldığında dahi, medyanın ve toplumun dikkatini hemen çekecek bir fikirdi.

İkinci fikir, neredeyse ilki kadar etki yaratacak, ve fakat daha az tepki toplayacak, daha pozitif bir fikirdi. Bu fikir de, çok konuşulacak ögelere sahipti. Bu ikinci fikri yayınlayacak medya bulmak pekala mümkündü, ama, bu fikrin bazı uygulamalarının dava konusu edilebilme olasılığı –Bir önceki kampanyada Devlet Bahçeli’nin yaptığı gibi- vardı.

Üçüncü fikir ise risklerden arındırılmış, tümden pozitif bir fikirdi. İlk görünüşü itibariyle bir “insan kaynakları ilanı” fikriydi. Ka.Der gazetelere çeşitli siyasi partiler adına İK ilanı gibi hazırlanmış ilanlar verecekti. Partiler 12 Haziran seçimlerinde kendi listelerinden göstermek için 275’er kadın aday arıyor gibi algılanacaktı. "Meclisin yarısı kadın olsun!" veya "TBMM sıralarında yüzde 50 kadın görmek istiyoruz" demek yerine, "275 KADIN" diyorduk.

Sunumda ilk iki fikir çok dikkat çekti, çok da sarsıcı oldu. Ka.Der yönetiminden sunumu izlemeye gelenler, 3. fikre bakmadılar bile. Bununla birlikte, toplantıda ilk fikrin uygulanamayacağı neredeyse ortaya çıktı. Daha çok ikinci fikir uygulanacakmış gibi bir eğilim belirdi. Buna rağmen, Ka.Der yöneticileri sunumu ve fikirleri alıp, 2 hafta kayboldular.

2 hafta boyunca, kendi içlerinde yönetimleri ve üyeleriyle, “akil insan” kabul ettikleri kurucular ve eski yöneticilerle fikirleri tarttılar. Ve bize kararlarını bildirdiler. İlk iki fikir, hem çok cesaret gerektirdiğinden, hem Ka.Der üyelerinin bir kısmının tepki gösterebileceğinden, hem de ayan beyan maskülen dillerinden dolayı kabul edilmiyordu. Tümden risksiz olan, 3. fikrin kampanyaya dönüştürülmesi isteniyordu.

Biz de, oturduk ve, aslında viral etki yaratsın diye İK ilanları gibi hazırlamış olduğumuz ve ilk ikisinin tamamlayıcısı olacak olan 3. fikri kampanyaya dönüştürdük. Fikir özü aynı kalmak kaydıyla uygulama sürecinde evrim geçirdi: Kampanyanın içine celebrity’leri dahil etmeye karar verdik. İK ilanlarını tümden iptal ettik.

Ve uygulama başladı: Önerdiğimiz celebrity’lerden kabul edilenlerle temasa geçildi. Temas kurulabilen tüm kadınlar, istisnasız olarak kampanyada yer almayı ve sözcü olmayı kabul ettiler.

Filmler, basın ilanları ve outdoor ürünlerinde Ayşe Kulin, Ayşe Özgün, Gülben Ergen, Ümit Boyner, Vuslat Doğan Sabancı, Nihal Bengisu Karaca, Sertap Erener, Nil Karaibrahimgil, Nebahat Alanç ve Çiğdem Aydın’dan oluşan 10 kadın, “Eşit Temsil için”, “Yeni Anayasa İçin”, “Gerçek Demokrasi için” “Engellerin Kalkması İçin” 275 Kadın diyorlardı.

Filmler ve fotoğraflar, bu isimlerin birer saat arayla stüdyoya gelmesiyle çekildi. Nil Karaibrahimgil gitarıyla gelip, kendi bestelediği jingle’ı canlı olarak seslendirdi.

2 Mart tarihinde yapılan basın toplantısıyla kampanya start aldı. Umarım, outdoor, sinema, TV, internet ve basın olmak üzere bu haftadan itibaren daha sık rastlayacağınız bir kampanya olacak.

Sonuçlarını 13 Haziran sabahı birlikte göreceğiz. ☺

Kampanya filmlerini izlemek için aşağıdaki linkleri tıklayınız.





Azimli Bir Karşı-Evrimci : Erbakan

Erbakan bir karşı-evrimciydi.

Hayatını, Türkiye’nin toplumsal nizamını kendi inancı doğrultusunda değiştirmeye adamıştı. Ve bir insan hayatı için inanılması zor bir başarıya ulaştı.

İster sevelim, ister karşı olalım… İster onun yarattığı toplumsal düzenden rahatsız olalım, ister mutlu… Şunu bilmeliyiz ki Erbakan, çok partili demokrasi hayatımızda, en köktenci toplumsal dönüşümü hedeflemiş ve büyük ölçüde başarmış bir liderdir. Üstelik, farkettirmeden yapmıştır ne yaptıysa.

Hoca’nın başarısı, kişisel hikayesinin başlangıcında saklıdır.

Erbakan, dindar bir ağır ceza reisinin ortanca çocuğu olarak, Cumhuriyet’in 3. kuruluş yıldönümünde dünyaya gelir. Babası, Cumhuriyet’in hedeflediği toplumsal yapıya karşıtlığının bir ifadesi olarak ona “Dinin yıldızı” anlamında “Necmettin” adını verir.

Necmettin, Nizamettin ve Selahattin’in küçük kardeşi, Kemalettin’in ise abisidir. Özetle, babalarının oğullarına (ve tabi ki kızına) doğdukları günden itibaren çizdiği hedef nettir: Mütedeyyin ve muhafazakar bir hayat!

Necmettin Erbakan’ın aileden aldığı eğitim, Nakşi şeyhi Mehmet Zahit Kotku’dan aldığı eğitimle tamamlanmıştır. Erbakan’ın siyasi mücadelesi, hedefleri ve “Milli Görüş” vizyonu bu iki kaynaktan beslenmiştir.

40 yıl önce formülize edilen Milli Görüş vizyonu, Osmanlı İmparatorluğu’nun mirasından yola çıkmış bir büyük hayaldi. Amaç daha muhafazakar bir toplum inşa etmek ve yüzü daha doğuya dönük “Yeniden Büyük Türkiye”yi yaratmaktı.

Bugün, Erbakan’ın hayalinin en azından ilk bölümünün gerçek olmadığını kim söyleyebilir?

Çok değil, 20 yıl öncesiyle karşılaştırın bugünün toplumunu, bireyini… Göreceğiniz fotoğrafa inanamazsınız. Hele 40 yıl öncesiyle kıyaslarsanız… fark muazzamdır!

Örneğin, başı örtülü kadın oranı açısından toplum nereden nereye gelmiş! 41 yaşında evlenirken Erbakan Hoca kendisi bile başı kapalı bir eş bulamazken… Bugün kadınların, yeni yetişmekte olan genç neslin ağırlıklı bölümünün başı kapalı.

Bu büyük değişimin, tetikleyici gücü ve mimarı, aslen ve yanlızca Erbakan’dır. Bu süreçte Erbakan tek bir gün bile devrimci olmamıştır.

Hoca’nın vefatı duyulduğu ilk saatlerden beri, TV kanallarında bazı yorumlar yapıldı: “Hoca sayesinde bugünlerde Ortadoğu ülkelerinde görülen türden halk ayaklanmaları Türkiye’de olmadı. Hoca bu konuda emniyet sübabı oldu!” Bu yorumlar külliyen yanlıştır.

Devrim yapacak bir toplumsal tabana sahip olmadığını bildiği için, Hoca evrim yolunu seçmiştir. Bu yüzden sistem ve sistemin kurumları ne kadar üzerine gelirse gelsin, dik duramamış ve hep alttan almıştır. Hoca zamanın ruhunun ne olduğunun hep farkında olmuştur. Amacına ulaşmak için hiç acele etmemiştir.

Ne zaman ki, 90’ların sonunda gücünün arttığını hissetmiştir, ancak o zaman meşhur “Kanlı mı olacak kansız mı?” sözlerini sarfedecek cesareti kendinde bulabilmiştir. O zaman bile, 28 Şubatçılar postmodern darbeyi tezgahladıklarında, sessizce çekilme yolunu seçmiştir.

Toplumu sessizce değiştiren uzun dönemli bir projeyi uygulayarak, inanılması güç bir karşı-evrim gerçekleştiren Necmettin Erbakan’nın adı, bize göre azim kelimesinin dilimizdeki karşılığıdır. MNP, MSP, RP, FP, SP onun kurduğu partilerdir. AKP, HAS PARTİ ve Türkiye Partisi ise onun talebelerinin kurduğu partilerdir.

Bugün, toplum iki ana kampa bölünmüşse, merkez partilerin tapulu arazisine, dünün marjinal siyasi akımını temsil eden Milli Görüş partileri bina kondurmuşlarsa, bunun nedeni Erbakan’dır. Bugün seçmen kitlesinin yarısı onun ilkelerini kabul eden partilerinin takipçisi haline gelmişse, bunun nedeni Erbakan’dır. Üstelik, Erbakan dünyada “Siyasal İslam” henüz yokken, İran Devrimi daha ufukta bile gözükmezken tüm bunları yapmaya başlamıştır. Dahası var mı?

Özetle, Milli Görüş, modern zamanların en etkili karşı-evrim projesi olmayı başarmış bir siyasi akımdır. Ve ayrıca tüm dünyada bugün etkili bir akım haline gelmiş olan “Siyasal İslam”ın öncüllerindendir.

Kıssadan hisse: Hep söylüyoruz; siyaset çok önemlidir. Sadece, birileri başbakan, bakan, milletvekili, belediye başkanı olabildikleri için değil. Sadece toplumsal kaynakların yeniden dağıtım merkezi olduğu için değil.

Aynı zamanda, toplumların onlarca yıllık geleceklerini şekillendiren en etkili ve yegane alan olduğu için de!

Devrimler Neden Şimdi Oluyor?

Neden ayaklanmalar şimdi oluyor? Neden 10 yıl önce değil de bugün? Ayaklanmaların bugün olmasının bir nedeni Obama’nın iktidara gelmesiyle birlikte ABD’nin bu bölgede kendine benzer rejimler görmek istemesi mi? Bu ülkelerde yıllardır egemen olan otoriter rejimlerin yarattığı baskının toplumları artık patlayacakları bir nokta getirmesi mi? Halkın fakirliği ve işsizliği mi? Yoksa, dünyadaki liberalleşme mi bu ayaklanmaların ana sebebi?

Bunların herbiri, elbette ki şu yada bu oranda etkilidir.

İletişim, internet çağının bir sonucu olarak kişiselleştikçe… İnternete erişimi olan her bir kullanıcı, dünyanın bir başka köşesiyle kimsenin bilmediği ve denetleyemediği ölçüde iletişim kurabildikçe… Devletlerin ve rejimlerin internette olan bitenleri denetleme kapasiteleri her geçen güç imkansızlaştıkça… Beklenmeyen pek çok şeyin beklenebileceği bir dönem başlamış demektir.

Tarihlerinde kitlesel ayaklanma tecrübesi bulunmayan, askeri bir lider darbe yapmadıkça kendi özgürlüklerine sahip çıkabilme becerisi gösterememiş olan Ortadoğu toplumlarının, bugün nasıl bu hızla örgütlenebildiklerini anlamak için bu ülkelerdeki internet ve sosyal ağ verilerine biraz derinden bakmak lazım.

Sosyal ağdan bihaber eski rejimler…

Tunus’ta 2000 yılında 100 bin olan internet erişimi bugün 3,5 milyonu aşmış. Yani 10 milyondan biraz fazla bir nüfusa sahip olan Tunus, yüzde 34‘lük internet erişim oranında Afrika kıtasındaki en ileri ülkelerden biri konumuna gelmiş. Facebook‘a üyelikte ise durum daha da çarpıcı: Tunus’ta toplam 2 milyon 100 kişi bu sosyal ağa üye olmuş.

Aynı dili konuştuklarından, sosyal medyada ortak platformlarda buluşan Arap kullanıcılar, isyanın hızla geniş bir coğrafyada yayılıp güçlenmesini sağlayabiliyorlar.

Mısır‘da ise internet erişimi son 10 yılda yüzde 3.600 kat artmış. 2000′lerin başında internet kullanıcılarının sayısı yarım milyonu bile bulmazken, bugün bu sayı 17 milyonu geçmiş. 5.5 milyondan fazla Mısırlı Facebook’a üye olmuş.

Hal böyle iken, Mübarek’in Dışişleri Bakanı Ebu’l-Geyt, Tunus’taki karışıklığın Mısır’a da sıçrayabileceği yorumlarına karşı çıkmış ve yorumları “saçmalık” olarak nitelemişti. Zaten sıçrasa ne yazardı ki! “Twitter” hadisesini defetmek Mübarek rejimi için iş miydi sanki? Yasaklarsınız ve “saçmalık” ta ortadan kalkardı.

Nitekim rejimin düşünce şekli böyle olduğu için, ayaklanma emareleri başlar başlamaz Mısır’dan yasak haberleri gelmeye başladı. Önce sosyal ağlara erişim engellendi. Ardından internetin ve mobil iletişimin şalteri tümden indirildi. El Cezire televizyonunun bürosu kapatıldı.

Mısır yönetimi internetin fişini çektiğinde, bu kez kablolu telefonlar aracılığıyla sosyal ağlara erişimi sağlayacak yeni teknolojik çözümler Amerika’dan, sosyal ağ şirketlerinin merkezlerinden devreye sokuldu.

Dijital devrimler için gerekli teknolojik altyapı Okyanus ötesinde hazırlanmıştı. Gerekli teknolojik destek de, yine Okyanus ötesinden veriliyordu.

Dijital Devrimler Çağı

Ocak 2009’da yayınladığımız Obama’nın Liderlik Sırları isimli kitabımızın arka kapağına şu cümleleri yazmışız:

“Obama'nın kazanması bir devrim. Böylesi daha önce görülmedi. Böylesi daha önce yaratılmadı. Bu devrim internette yaratıldı, internette geliştirildi, internet sayesinde yayıldı ve internet sayesinde kazandı.

Bu devrim Amerika'yı değiştirecek, dünyayı değiştirecek. Bu devrim düşünme şeklimizi değiştirecek. Bu devrim bundan sonra, stratejiyi değiştirecek, mesajı değiştirecek, siyaseti ve siyasetçiyi değiştirecek.

Bu devrim gösterdi ki, 10 milyonu aşkın insan, ülkenin bir köşesindeki tek odadan yönetilebilir ve koca bir ülkenin kılcal damarlarına kadar nüfuz edilebilir.

Bu devrim kanıtladı ki, tek kuruşsuz yola çıksan da kazanabilirsin. Böyle bir devrim sana gerekli olan her şeyi temin edebilir: Fikir, yaratıcılık, para, insan, örgüt, medya gücü...Obama'nın seçilmesi, beklenmeyenin artık beklenene dönüştüğü bir devrim. Bir dijital devrim. Bu devrim 4 Kasım 2008'de ABD'de gerçekleşti. Bu devrim her ülkeyi etkileyecek. Hazır olun, Türkiye’yi de etkileyecek.”


Wikileaks sızıntıları sonrasında Ortadoğu ülkelerinde gelişen olaylar acaba yukarda yazılanların gerçek olmaya başladığının işareti sayılabilir mi?

Wikileaks çağı…

Başta ABD olmak üzere pek çok ülke yönetimi, Wikileaks tarafından sızdırılan belgeler yüzünden sıkıntılı anlar yaşadılar.

ABD’nin Irak’ta yaptığı kepazelikler, Amerikan diplomasisinin dedikodu kıvamındaki ülke raporları ve bazı kirli operasyonlar dahil pek çok konu bir anda dünyanın tabloit haberlerine malzeme oldu. Türkiye’de ise kimi siyasi liderlerin yabancı bankalarda milyarlarca dolarlık servetlerinin olduğu deşifre edildi, yazıldı, konuşuldu.

Wikileaks belgeleri pek çok ülke vatandaşının gözünün açılmasını sağladı. Acaba yöneticiler, aslında sanıldığından daha mı kirliydiler? Acaba yöneticiler, sanıldığından daha mı çok kendi keselerini düşünüyorlardı?

Bir başka cephede ise bu sızdırmaların yeni bir ABD komplosu olabileceği iddiaları egemen oldu. Acaba bu sızdırmalar, yeni dünya düzenine uygun bir operasyonun hazırlığı olabilir miydi? Acaba ABD, bu yeni “soft power” ile, bazı ülkelerde rejim değişikliği yapmayı mı hedefliyordu?

“Turuncu Devrimler”

“Soft power” yoluyla rejim devirme operasyonları ilk kez doksanlı yıllarda görülmüştü.“Turuncu Devrim” adı verilen bu “operasyonlar”, Sırbistan, Ukrayna, Gürictan ve Kırgızistan’da iktidarları sivil ayaklanmalar yoluyla devirmişti.

O günlerde George Bush, “Son 18 ay içerisinde Gül, Turuncu, Mor, Lale, Sedir devrimlerine tanıklık ettik. Bunlar sadece birer başlangıçtır. Bu devrimlerde STK’ların ve ABD hükümetinin önemli rolleri bulunmaktadır. Yeni dönem savaşları milletleri değil, rejimleri hedef alacaktır” dediğinde olan bitenlerin aslında bir başka fotoğrafının olduğu net biçimde ortaya çıkmıştı.

Renkli devrimler belki devam edecekti ama, Rusya duruma müdahale etti! Orta Asya liderleri ile seri toplantılar yaparak Turuncu Devrimlerin yayılmasını engelledi. O kadar ki, bir ara Kırgızistan yönetimine Bişkek’teki Amerikan üssünü bile kapattırdı.

Acaba ABD, dün George Soros’un “think thank”leri yoluyla yaptığını, bugün Julian Assange’ın “Wikileaks”i yoluyla mı yapmak istiyordu? Ne de olsa ABD, Irak ve Afganistan’da öğrenmişti ki, “demokrasiyi” silahla getirmek ya mümkün değildi veya aşırı pahalıydı.

“Yasemin Devrimleri”

Derken, komplo iddialarını kanıtlarcasına Ortadoğu ülkeleri birbiri ardına karışmaya başladı. İlk kıvılcım Tunus’ta çaktı. 17 Aralık 2010’da 26 yaşında üniversite mezunu bir seyyar satıcı olan Muhammed Buazizi, zabıtanın işporta tezgâhına el koyması üzerine kendini yakmıştı.

Wikileaks’te sızdırılan belgelerden Tunus Devlet Başkanı ile eşinin yolsuzluklarının açıkça ortaya çıkması ve ABD’nin de Tunus liderinden kurtulmak istediğinin anlaşılması herşeyi tetikledi. Anlaşıldı ki Bin Ali, sanılandan daha kirli ve sanılandan daha korumasız.

Kendini yakan Muhammed Buaazi’nin tedavi gördüğü hastanede 5 Ocak 2011’de ölmesi bir işaret fişeği oldu. Gençler Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlar üzerinden hızla organize oldular. El Cezire televizyonu da, Arap coğrafyasında kanıtlanmış etkisiyle olan biteni Arap halklarına aktardı. Ve 16 Ocak 2011 günü Bin Ali’nin Suudi Arabistan’a kaçmasıyla sonuçlanan “Yasemin Devrimi”ni gerçekleştirdiler.

Barack Obama, tam da kendisinden bekleneceği gibi, Tunus halkına destek mesajları vererek, ayaklanmanın başarılı olmasında etkili oldu. Obama, devrim sonrasında, “Tunus halkının cesaretini ve onurlu duruşunu alkışlıyorum” diyerek ABD’nin, yeni devrimleri nasıl karşılayacağının işaretlerini de vermiş oldu.

MediaCat dergisi PrPlus eki, Mart 2011