Seçim kazanmak bir fikrin temsilcisi
olmakla mümkündür. 2002 Genel seçimlerinde Erdoğan
“yenilenme” fikrinin temsilcisi olmayı başardığı için kazandı. 2007’de “kalkınma”
fikrinin temsilcisi oldu. 2011’de ise “istikrar” fikrinin…
Benzer şekilde Obama, 2008’de sadece “değişim”
fikrine odaklanarak devrim yapabildi. Keza 2012’de “ilerleme” fikriyle
kazanabildi.
2016 ABD başkanlık seçimlerine yönelik
önseçimde Cumhuriyetçi Parti’de yarışan 16 adaydan Donald Trump, “göçmenler”
konusuna odaklanan bir kampanya fikrinin sahibi olduğu için yılların
tecrübeli siyasetçilerini geride bırakabiliyor...
7 Haziran AKP kampanyasının bir fikri var mıydı? “Yeni Türkiye” seçmen için bir
fikir miydi, yoksa sadece Erdoğan’ın kişisel kariyer planını mı tarifliyordu? “Onlar
konuşur, AKP yapar” derken Davutoğlu kendisiyle ilgili bir şey mi diyor
muydu, yoksa Erdoğan’la ilgili bir şey dediği için mi kaybetmişti?
7 Haziran kampanyasında Kılıçdaroğlu’nun fikri neydi hatırlayan var mı? Fikir “Emekliye
çift ikramiye” miydi? Yoksa “Milletçe alkışlıyoruz” muydu? Fikri
anlaşılamadığı için mi CHP tarihindeki en yüksek bütçeli kampanyaya rağmen
Kılıçdaroğlu oy kaybetti?
Bahçeli 7 Haziran’da ne diyordu bilen
var mı?
Peki Demirtaş’ın “Seni başkan
yaptırmayacağız” cümlesindeki ana fikri unutabilen var mı?
Az konuşmak mı, her şeyi konuşmak mı?
Tüm bu örneklerden de anlaşılacağı gibi,
seçim kampanyaları sadece ve sadece fikirlerin ve liderlerin yarışıdır. Lider
bir fikri temsil etmenin ne demek olduğunu anlayabilir ve o fikre odaklanmayı
başarabilirse seçimi kazanabilir.
Kendi pozisyonuna uygun olan basit ve
temel bir “fikre odaklanmak” yerine her konuda konuşmaya yönelik bir
strateji uygulayan her lider, sandıkta kaybetmeyi garantiler. İşin kötüsü,
neden kaybettiğini de çoğu kez anlayamaz.
Davutoğlu ne yaptığını biliyor mu?
Aslında Davutoğlu, 1 Kasım kampanyası
için başlangıçta “İlk günkü aşkla hadi bismillah” diyerek yola çıkmak
istemişti ama, “hadi bismillah” lafı CHP’li Tanal’ın başvurusu sonucu YSK’ya
takılınca “İlk günkü aşkla hep birlikte” diyerek kampanyasına
başlayabildi.
AKP’nin 2002 seçimlerindeki sloganlarından
biri de “Adalet için, Kalkınma için,
İstikrar için, Türkiye için, Tek Başına İş Başına”ydı. 13 yıllık tek parti iktidarından sonra Davutoğlu yine “Tek
başına iş başına” diyerek seçmenden oy istiyor.
Bunun anlamı, “benim
sözüm, benim vaadim tükendi, bir arpa boyu yol gittim” demektir. 7 Haziran
yenilgisinden sonra AKP içerisinde “fabrika ayarlarına dönmek”ten söz
edenler, partinin son yıllardaki performansını mahcup da olsa eleştirenler
vardı.
Ancak sonuçta şu ortaya çıktı ki, Davutoğlu ve partisi
2002’ye ancak slogan düzeyinde dönebilecek
durumdalar...
Öte yandan, Davutoğlu “Sen ben
yok Türkiye var” dediğinde de insanın aklına “Peki hangi Türkiye? Yeni Türkiye mi Eski Türkiye mi?”
sorusu geliyor ister istemez. Seçmenlerin en az % 60’ının “Yeni” ve “Eski”
Türkiye biçiminde sözde bir ayrımın üzerinden kutuplaştırıcı politikalar
ürettiğine inandığı AKP, 1 Kasım kampanyasında “Yeni Türkiye”yi unutmaya
hazır bir görünüm sergilemek istiyor, ama, bir kez daha samimiyet duvarına
tosluyor.
Davutoğlu’nun
bu kampanyadaki en önemli sorunu, kendisine oy veren seçmenlerinin bile
inanmadığı sözler ve pozisyonlarla kampanya yürütmeye çalışmasıdır. Kendine
ait, kendini ve yapacaklarını tarif edebilen ve 1 Kasım seçiminin yapılma
gerekçesini samimiyetle savunabilen bir fikrinin olmamasıdır.
O nedenle kampanyasında, tek ve
güçlü bir ana fikir yerine, hemen her şey var. O nedenle her gün bir başka
lider profili sergiliyor ve ne yapacağını bilemiyor.
O nedenle de, 7 Haziran CHP Seçim Bildirgesi'ndeki
taktik vaatlerin bir bölümünü kopyalama yoluna gitti.
Özetle Davutoğlu, ülkeyi Erdoğan
değil de kendisi “yönetiyormuş gibi” yapmaya dayalı bir kampanya
yönetiyor… Bugünün verili siyasi ortamında tek başına bu fikir bile işe yarayacak
gibi görünebilirdi ama, Davutoğlu’nun bu fikrin samimiyetine inanacak seçmen
bulması dahi zor.
1 Kasım akşamı Davutoğlu’nun göreceği muhtemel fotoğraf
Türkiye seçim tarihi, seçmen davranışları ve seçmenlerin tarihi anlardaki demokratik refleksleri
hakkında azıcık fikir sahibi olan herkes, Davutoğlu’nun bu seçimden zaferle
çıkmasının imkansız olduğunu tahmin edebilir. Bunun için veriye bile gerek
yok..
Bir lider; bırakın sağlam ve güçlü bir fikri, liderlik yaptığı kısa dönemde
kendi kararlarını vermekten uzak olduğuna dair oluşan algıyı tersine
çevirememişse… Ekonomideki riskli gidişe karşı bir varlık gösterememişse…
Dövizin artışını durduramamışsa… Ülkenin kan gölüne dönmesini engelleyememişse…
Ülkenin en köklü sorunu olan Kürt sorununu Arap saçına çevirmişse… Dış
politikada aldığı stratejik kararların hemen hepsinin battığı tescillenmişse… O
liderin kazanmasını sağlam ve güçlü bir “fikir” bile sağlayamaz.
Belki, güvenlik politikalarına dayalı bir korkutma kampanyasına bel bağlayarak seçmen
tarafından ödüllendirilmeyi
bekleyebilir…
Ama bir iktidar partisi korkutma kampanyasına ihtiyaç
duyuyorsa, kazanmak için değil, mutlak yenilgiyi geciktirmek için uğraşıyor
demektir.
Yarın: Peki ya muhalefet
partileri?
Radikal, 29 Ekim 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder