Necati Özkan ve Seçim Zamanı

9 Temmuz 2007 Pazartesi

İdeoloji ve Fikir

Siyasetin pazarlaması, her yeni gün biraz daha zorlaşan bir uğraş.1989 Kasım’ında Berlin Duvarı’nın yıkılması, bu alanda tamiri zor bir kırılma yarattı. O güne kadar iki ayrı kutupta yer alan siyasi partiler, liderlik sorunları ne denli derin olursa olsunlar, ideolojik bağlarla kendilerine bağlı olan seçmen kitleleri tarafından yine de tercih edilebiliyorlardı.

Berlin Duvarından sonra oyunun kuralları tümden değişti. İdeoloji devri sona erdi ve imaj devri başladı. İmaj devri, siyasette ve siyasetin pazarlamasında içeriği ikincil plana attı. Hatta içeriksizleştirdi.

Aynen Avrupa ülkelerinde olduğu gibi 90’lı yılların başından itibaren Türkiye de siyasi iletişim alanında dikkate değer bir Amerikanlaşmaya sahne oldu. İdeolojik tercihte bulunmaya alışmış olan seçmen kitlelerine ulaşmak ve onları bir siyasi lider lehine sandık başına gitme konusunda ikna etmek için kullanılmaya başlanan bu içi boş ama, görünüşte yeni ve renkli teknik, ülkemize Turgut Özal döneminde transfer edildi.

Ne var ki, Amerikan tarzı seçim kampanyalarının onca rengine ve gürültüsüne rağmen, pek çok ülkede seçmen sandıktan hızla uzaklaştı. Öyle ki, henüz bizde görülmese de, bazı Avrupa ülkelerindeki seçimlerde seçmenin yarıdan fazlasının sandık başına gitmediği ve bu yüzden seçimlerin iptal edildiği yada yenilendiği durumlara rastlandı.

Çağdaş demokrasiler için gün geçtikçe hayati ölçekte bir meşruiyet ve temsil sorununa doğru giden bu seçmen davranışının birkaç nedeni var:

a. Seçmenlerin bir kısmı seçimleri anlamsız buluyor. Bu seçmenler, adaylar ve partiler arasında bir fark göremiyor.

b. Bir kısım seçmen, kendi oyunu değersiz buluyor ve oyu ile hiçbir şeyi değiştiremeyeceğini düşünüyor.

c. Önemli bir kısmı ise siyasetçileri kendi çıkarlarını düşünen fırsat düşkünleri olarak görüyor ve kendi oylarıyla “bu fırsat düşkünlerinin” oyununa yardımcı olmak istemiyor.

Demokrasi içinde yaşamayı vazgeçilmez gören herkesin dikkate alması gereken bu tehlikeli gidişin çözümü, siyasetin daha profesyonel ellerce ve fikir odaklı pazarlamasında yatıyor.

Özü itibariyle siyaset bir fikir ve konumlama işidir. Siyasetin pazarlanmasında kullanılan yöntem ve teknik ne olursa olsun, bu odaktan uzaklaşılmamalıdır. Siyasi pazarlamanın gerçekte fikirlerin pazarlaması olduğunu bilen kişiler, bugünün cilalı imaj tekniklerini de kullanarak seçmeni motive ve mobilize edebilirler.

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaşanan gelişmeler nedeniyle ülkenizdeki seçmen kitleleri arasında yaratılan kutuplaşmanın etkisiyle 22 Temmuz Seçimlerinde daha yüksek oranda bir katılım bekleniyor olsa da, bu durumun sürdürülebilir olmadığının dikkate alınması gerekir. İdeoloji ve fikir yoksa siyaset, geniş yığınları daha az ilgilendiren bir alan olmaya devam edecektir. Seçmen fikirsiz siyaseti şu yada bu liderin menfaat ilişkileri yönetimi gibi algılayacak ve her geçen gün sandığa ilgisini kaybedecektir.

2002 ve 2004 Seçimlerinde gördüğümüz gibi, seçmenin sandığı boykot ettiği veya sandığa daha az rağbet ettiği durumlarda, kendi seçmenini sandık başına taşıyabilen partiler, hakettiklerinden kat kat fazla sandalye ile iktidar elde edeceklerdir.

Seçmenin ilgisini diri tutulabilmenin yegane yolu, siyasi fikir taşıyan seçim kampanyalarıdır. Çünkü fikir taşıyan seçim kampanyası bir program, bir plan ve bir gelecek vaadir.Bu tür bir kampanya, seçmenin yaşamı ile doğrudan ilintili olan bugünkü sorunları da içerir, seçmenin yarın ki sorunlarını da. Hatta, neslinin devamı ve çocuklarının geleceği gibi konular nedeniyle seçmenin ölümünden sonraki konuları dahi kapsar.

Yani seçim kampanyası yaşam demek olduğu kadar ölüm demektir. Umut demek olduğu kadar, korku demektir. Biraz parça daha açarsak seçim kampanyası, seçmene sunulan parti programının yeni toplumu nasıl değiştireceğini anlatması demektir. Seçim kampanyası hem seçmenin bireysel geleceğinin ve hem de ülkenin topyekün geleceğinin nasıl şekillendirileceğinin tarif edilmesi demektir.

Seçim kampanyası, “Bir işim olmaya devam edecek mi? Hayatımı idame ettirebilecek kadar kazanmaya devam edebilecek miyim? Hastalıkta ve ihtiyarlıkta, iş yapamaz hale gelirsem sosyal güvenlik kurumları bana bakabilecek mi? Çocuğum iyi bir eğitim alabilecek mi? Kişisel güvenliğim, ülkemin güvenliği ne olacak? Varlıklarım, benden sonra çocuklarıma sorunsuz intikal edebilecek kadar güvende olacak mı? Ülkem bölünür ve sistem değişirse varlıklarım elimden alınır, çocuklarıma devri engellenir mi?” gibi seçmenin bazen yüksek sesle sorduğu, bazen hiç sormadığı sorularına cevap vermelidir.

Seçim kazanmış pek çok kampanya incelendiğinde, seçmeni maceraya davet etmenin her zaman işe yaradığı görülür. “Yeter söz milletindir!” kampanyasında olsun, “Toprak işleyenin, su kullananın!” kampanyasında olsun durum böyledir. Ve hatta “Adil Düzen” kampanyası böyledir. Tüm bu kampanyalar, içlerinde taşıdıkları değişim ve demokrasi fikirleri ile seçmeni etkilemiş ve sandığa taşımışlardır.

Seçim kampanyaları umut, zenginleşme, barış, huzur ve adalet fikirleri ile seçmeni harekete geçirir. Siyasete çeker ve siyasetin bir parçası haline getirir. Özetle, fikir taşıyan seçim kampanyaları demokraside meşruiyet ve temsilde adalet için en güçlü yöntemdir.