Tarihteki destansı zaferlerin hepsi orantısız mücadele
koşullarından doğmuştur.
Bundan yaklaşık üç bin yıl önce Ortadoğu’da savaşan taraflar,
kendilerini temsil etmek üzere birer savaşçı tayin eder, böylelikle meydan
muharebesinde binlerce erkeğin telef olmasını önlerlerdi. Eski Ahit günlerinde
İsrail Krallığı ile Filistin orduları karşılaştığında, Filistinliler de kendilerini
temsil etmek üzere 4 metre boyundaki dev bir savaşçıyı çıkarırlar. Golyat adlı
bu azman dev, tunçtan bir miğfer ve tüm bedenini kaplayan kalın bir zırh giymiştir.
İsrailoğulları tarafında ise bu korkunç deve karşı toy, çelimsiz ve genç bir çoban olan
Davut çıkar. Davut’un gözle görünür bir gücü yoktur ama, çarpışmayı
kazanabileceğine ilişkin bir inancı ve kendine güveni vardır. Tarihin en
unutulmaz çarpışması böylesine adil olmayan şartlarda başlar.
Golyat’ın karşısında teke tek mücadelede hiç bir insan
evladının şansı yoktur, değil ki çelimsiz Davut’un olsun. Ama Davut, oyunun
kurallarını değiştirir. Azametli devi hiç kimsenin aklına gelmeyen bir yöntemle alt eder.
Golyat ile kol mesafesinde çarpışmaya girmek yerine ona doğru koşarken, beklenmedik şekilde sapanını çıkarır ve
Golyat’ın başındaki miğferde bulunan tek açık yerden alnına taş fırlatır.
Golyat’ın devirdikten sonra da, kendi kılıcıyla devin kellesini bedeninden
ayırır.
Olağan mağlupların kendilerinden kat kat üstün rakiplerine karşı zafer kazanabilecekleri fikrinin ilham kaynağı olan Davut ve
Golyat’ın o unutulmaz çarpışması, bugünlerde bu topraklarda ansızın çıkıveren referandum kapışmasında gerçekleşebilir mi?
AKP’NİN İNSANLIĞA
ARMAĞANI
Türkiye bu referandumda önemli
bir buluşu oylayacak. Bugüne değin yeryüzündeki demokratik hükümet sistemlerinin
4 türü olduğu bilinirdi: Parlamenter sistem - Başkanlık sistemi - Yarı
başkanlık sistemi - Meclis hükümeti sistemi.
Beşinci bir hükümet sistemi "keşfeden" AKP şimdi seçmeni
buna ikna etmeye çalışıyor. Yeni sistem arayışlarını başlangıçta "Başkanlık sistemi" olarak
tanımlayan AKP, önerdikleri ile gerçek başkanlık sistemi arasındaki uçurum
ortaya çıktıkça bu tanımlamadan geri adım attı ve önerisini "Türk tipi başkanlık sistemi"
olarak damgalamaya çalıştı.
Ancak bu da önerilen sistemin gerçek başkanlık sistemiyle
kıyaslanmasını ve hayati farklılıkların gösterilmesinin önüne geçemediği için
AKP keşfettiği sisteme yeni bir ad daha verdi: "Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi".
İşte Türkiye 16 Nisan'da bu bütünüyle kendine özgü sistemi oylayacak. Bu sistemin en temel
özelliği kuvvetler ayrılığını, kontrol ve dengeyi bütünüyle sistemin dışına
çıkarmış olması. Geriye kalan sisteme de her türlü isim verilebilir ancak demokratik diyebilmek imkansız.
Aksi söylense de bu değişiklik devletin bütünüyle Erdoğan'ın
sahip olduğu güce göre ve onun istekleri doğrultusunda dizayn edilmesinden
ibaret. Zaten kamuoyu da referandumu temelde Erdoğan'ın oylanması gibi
algılıyor.
EVET KAMPANYASI
Tabii Evet cephesi de Hayır cephesi de açıkça bu algının
üzerine bir kampanya inşa etmeyi riskli gördükleri için konunun etrafından
dolaşan, ağırlıklı olarak duygulara seslenen kampanyalar yürütüyorlar.
Örneğin AKP bugüne kadar 4 farklı temaya sahip filmler
yayınladı.
"Milyonlarca Evet" ve "Evet ile güçlü Türkiye" diyen ilk filmler AKP'nin icraatlarına övgü niteliğindeydi. Görkemli kalabalıklara, önemli inşaat başarılarına ve müziğe dayanan bu filmler AKP'nin gücünü ve tabii bu gücün arkasındaki isim olan Erdoğan'ı vurgulamayı amaçlıyordu.
AKP'nin ikinci ve üçüncü grup filmleri yeni sistemin ne
getirdiği ve siyasi hayatta hangi sorunları çözeceğine dairdi. Bu filmler daha
önceki AKP filmlerine göre oldukça etkisiz kaldılar ve çok da fazla
yayılamadılar. Çünkü resmen öyle görünse de bu anayasa değişikliklerinin özü
fiilen bu referandumun konusu değildi.
Son olarak yayınlanan "Tüm
kalbimle Evet" filmleri başlangıçtaki "Evet ile güçlü Türkiye" mesajına geri dönen ve bu mesajı
bu kez de tek tek, ülkenin tüm kentlerinden vatandaşların ağzından ileten
çalışmalardı.
AKP, "Kararımız
net, oyumuz evet", "Türkiye
için tüm kalbimle evet", "Daima millet kararımız evet" gibi,
aslında bir fikir içermeyen sloganlarla kampanyayı yürüttü. Bu hiçbir şey
söylemeyen, fikirsiz kampanyanın aslında AKP açısından doğru bir yol olduğunu
da kabul etmemiz gerekiyor. Çünkü 15 yıldır iktidarda olan bir partinin ve çok
güçlü liderinin neden daha fazla güç istediğini rasyonel olarak anlatabilmek
kolay değildi.
Evet kampanyası dijital dünyada da aynı tek boyutluluk
içerisinde devam etti. Kampanya sosyal medyada gerçek anlamda sivil bir katkı bulamadı. Sivil toplum
kuruluşlarının ya da bireylerin evet mesajı veren farklı farklı ve etkili
işlerine pek tanık olunmadı.
HAYIR KAMPANYASI
Buna karşılık, çok geniş bir siyasi yelpazeyi içeren Hayır
cephesi sosyal medyada da aynı çeşitliliği etkili biçimde yansıttı. CHP, muhalif
MHP'liler, HDP ve hatta İslamcı Saadet Partisi’nden farklı boyutlarıyla Hayır
diyen işler görüldü. Çok sayıda sivil inisiyatif ve STK'nın da girişimleriyle çok başlı ve çok renkli bir Hayır
kampanyası yürütüldü.
Hayır cephesinin merkezi gücü olan CHP bütün boyutlarıyla tam
bir kampanya yürüttü. CHP'nin kampanyası da "Geleceğim için hayır" diyen küçük bir kız çocuğu görseli
ve bu mesajı veren çocukları gösteren filmlere dayanıyordu.
Pozitif bir etki yaratmayı hedefleyen bu kampanya da tıpkı
AKP kampanyası gibi hiçbir şey söylememe
başarısına sahipti. Böylece CHP de hiçbir
şey söylemediği için hata yapmamış, kendisiyle aynı cephede yer alan diğer
siyasi partileri rahatsız edecek görüş ve tutumlar sergilememiş oluyordu.
İki tarafın sözcülerinin kampanya süresince birbirlerine
karşı kullandıkları dil, resmi kampanyaların pek bir şey demeden ve soft bir
tonda konuşan dilinden yüz seksen derece farklıydı. Evet kampanyasının sözcüleri
Hayır oyu verecekleri “darbeci”, “düşman”,
“terörist” olmakla itham eden şeyler söylediler. Kampanya boyunca hem böyle
şeyler söylediler hem de seçmenler arasında hiçbir ayrım yapmadıklarını iddia
ettiler.
Örneğin Erdoğan, Hayır diyenlerin 15 Temmuz darbecilerinin
yanında yer alacağını söylerken, Hayır cephesinin önde gelen aktörü
Kılıçdaroğlu da, 15 Temmuz darbe girişiminin Erdoğan'ın
kontrolünde gelişen planlı bir eylem olduğunu iddia etti.
Bu referandumda AKP, tam olarak anlaşılmayan bir biçimde anayasa
değişikliklerini öneren ve destekleyen MHP ile birlikte Evet kampanyası
yürüttü. Ancak milliyetçi bir parti olan MHP tabanının ve önde gelen
isimlerinin önemli bir bölümü Hayır cephesi içerisinde yer aldılar. Bu durum da
AKP'nin milliyetçi seçmenlere özel bir ağırlık vermesine yol açtı. Bu
zorunluluk nedeniyle Türkiye'nin zaten uzun bir liste oluşturan "dış düşmanları"na, referandum
dönemine özelmiş gibi görünen yeni düşmanlıklar eklendi. Örneğin Hollanda birden Türkiye'nin ve referandumun
önemli bir gündem maddesi haline getirildi.
Türkiye zaten demokrasi, yargı ve medya bağımsızlığındaki
büyük sorunları nedeniyle seçimlerde eşit ve adil bir rekabetin
yürütülebileceği bir ülke konumunda değildi. Sonuç olarak bu referandumda da bu
özelliğini pekiştirdi. Evet cephesi 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde yüzde 62'lik bir oy oranına sahip
partilerden (AKP - MHP - BBP) oluşuyor ve çok önemli bir kamu gücüne sahip.
Bununla birlikte, 16 Nisan'a birkaç gün kala görünen tablo, referandumun başa
baş geçeceği ve her iki seçeneğin de kazanmasının sürpriz olmayacağı şeklinde.
ADALETSİZ REKABET
Referandumda tarafların güçleri o kadar orantısız ki. Ne adil
bir yarıştan, ne demokratik teamüllerden, ne hakkaniyetli bir devlet
yönetiminden, ne de hukuktan bahsedebilmek mümkün. OHAL koşullarının
kanırtırcasına zorlandığı antidemokratik bir ortamda cereyan ediyor herşey.
Evet cephesinin tek, güçlü ve kararlı bir lideri var. Muazzam
bir seçmen ilişkileri yönetim becerileri, sınırsız finansal imkanları var. Anormal bir medya
desteği ve ülkenin medya evrenini domine eden bir kampanya dağılımı var. Ülkedeki
24 TV kanalından 22’si Evet cephesine çalışıyor. Devlet kurumları, devlet
bankaları, bakanlıklar, belediyelerin büyük çoğunluğu ve örgütlü devlet gücü,
yasaları ve demokratik teamülleri çiğneme pahasına Evete lojistik destek
sağlıyorlar. Doğu ve Güneydoğu’da kolluk güçleri bile “ya devletin yanındasın yada
karşısında” diyerek seçmeni baskılıyor. Özetle Evet tarafı, aynen Golyat gibi
azametli, korkutucu bir büyük makina.
Hayır cephesi güçlü lider bir yana, güçlü bir kampanya
makinasına dahi sahip değil. Parası yok, medyası yok, seçmen ilişkilerini
yönetebilecek becerisi ve hazırlığı yok. Ama Hayır cephesinde çok renklilik ve
çok seslilik var. Hayır cephesinde, seçmenin ve seçmen kümelerinin, sivil toplum
kuruluşlarının, platformların, inisiyatiflerin demokratik katılımı ve heyecanı
var. Üç beş kadından, az sayıda gençlerden, sekiz on akademisyenden, hukukçulardan oluşan amatör ama
inançlı, iradeli yüzlerce sivil oluşum... Hayır cephesinin muhtemelen en önemli
kozu, elini taşın altına koyma iradesi sergileyen bu yüzlerce insiyatif. İlk kez Hayır cephesini temsil eden kesimlerde
güçlü bir “Kazanabiliriz” umudu ve
iştahı var.
YENİ BİR
EFSANE MÜMKÜN MÜ?
16 Nisan’a 3 gün kala, referandumda yarışan tarafların
güçleri Davut ve Golyat karşılaşmasındaki fotoğrafı andırıyor. Bir tarafta
fütursuzca güç kullanan, gerçek olmayan konuları bile gerçekmiş gibi
pazarlayabilen bir büyük propaganda güçü... Diğer tarafta çelimsiz, acemi
insiyatiflerden ve yetersiz muhalefetten oluşan ama, karşısındaki devi yenebileceğine
inanan grupçuklar.
Eğer yayınlanan- yayınlanmayan araştırmalar doğruysa, eğer o
araştırmalarda denekler gerçek kararlarını dile getirebildilerse 16 Nisan günü Hayır cephesi kazanabilir. Ve eğer Hayır kazanırsa, 17 Nisan’dan itibaren tüm dünya bir efsaneden
bahsetmeye başlayabilir. İşte o zaman bu efsane Türkiye’nin geleceğinde, huzurunda ve
demokrasisinde pek çok olumlu gelişmeyi ateşleyebilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder