Necati Özkan ve Seçim Zamanı

17 Haziran 2013 Pazartesi

İki yumurta çarpışırsa, her ikisi de paramparça olur...



Saraybosna, şimdi...
Geçen hafta konuşmacı olarak katıldığım Saraybosna Marka Konferansı’nın akşamında düzenlenen yemek ve sosyal etkinlikte çok sayıda genç pazarlama profesyoneli ile tanışma imkanım oldu.

Onlarla Bosna Hersek’in dünü, bugünü ve yarını üzerine konuştuk. Tabi Türkiye’nin de…

Çok şey öğrendim o genç profesyonellerden. Ama birinin hikayesi beni çok etkiledi.

Bugün 30’lu yaşlarında olan bu genç hanım Saraybosna'da içsavaş başladığında 13 yaşındaymış. Başlangıçta her şey savaştan çok, bir gerginlik ve sokak gösterileri düzeyindeymiş. Etnik gruplar birbirlerine göz dağı vermek için Saraybosna’nın karşılıklı tepelerinden uzun namlulu silahlarla havaya kurşun sıkıyormuş.

Genç kadının babası ilk bir kaç gün, onu ve annesini evlerinin bodrumunda saklamış. Bir kaç gün sonra da zarar görmesinler diye ikisini birden iki haftalığına Katar’a yollamış… ‘Bu çalkantı iki haftaya kalmaz biter’ diyerek…

Ama bitmemiş... Ülke ortak aklını tatile göndermiş... İki hafta içinde biteceği tahmin edilen o çalkantılı günler, dört yıla yakın bir süre devam eden içsavaşa dönüşmüş…

Gerçekten de Bosna Savaşı, 1 Mart 1992’de başladı. 14 Aralık 1995’e kadar sürdü. Avrupa’nın göbeğindeki o kanlı savaşta 110.000 kişi hayatını kaybetti. Yüzbinlercesi yaralandı. 2 milyon kadar insan yerini yurdunu terk etmek zorunda kaldı. Ülke parçalandı. Yakıldı, yıkıldı...

Hikayeyi anlatan genç hanımın hayatı ondan sonra bir göçmen hayatına dönüşmüş… Liseyi Katar’da, üniversiteyi Amerika’da okumuş… Annesi Katar’da kalmış… Babası savaşta kaybolmuş… Uzun yıllar doğduğu topraklara dönmeye cesaret edememiş...

Amerika’da pazarlama alanında çalışmış. Medya planlama uzmanı olmuş.  Ve kısa bir süre önce cesaret edip, diaspora hayatından vazgeçmiş. Ülkesine dönmüş… Bugün uzaktan akraba bir kaç tanıdık dışında kimsesinin kalmadığını söylüyor...

Saraybosna şimdi... Duvarların dili olsa...
Genç kadın bu hikayeyi anlatırken, Türkiye’yi ve Gezi Parkı olayları sürecindeki tehlikeli inatlaşmayı düşündüm…  

Küçük bir parktaki 50-100 kişilik masum bir krizi demokratik olgunlukla sonlandıramayışımızı…  Istanbul’u yöneten kadroların başlangıçta sergilediği inanılmaz basiretsizliği… 10 yılı aşkın bir süre bu ülkeyi okumayı en iyi becermiş olan siyasi kadronun, kriz karşısında aklının tutulmasını…  düşündüm!

Ve bu sıkıntılı süreç biraz daha devam ederse… karpuz gibi ikiye bölünmüş Türkiye toplumunun, hızla birbine çarpışacak iki yumurtaya benzeyeceğini… ve kazananı olmayacak bir çarpışmayla birbirini paramparça etmeye doğru gidebileceğini düşündüm, ürperdim… ve Allah bu ülkedeki herkesten; iktidardan, muhalefetten, sokaklardakilerden, devleti yöneten idari kadrolardan sağduyuyu eksik etmesin diye dua ettim...

Çünkü Bosna İçsavaşı, toplumsal olayların demokratik olgunlukla yönetilememesinin, ne büyük acılara, ne büyük pişmanlıklara dönüşebileceğinin dramatik bir örneğiydi... Bu tür olaylarda ortak aklın hiç bir şekilde tatile çıkarılmaması gerektiğini bizlere hatırlatan en yakın tarihli vakaydı...

Hiç yorum yok: