AKP ile CHP arasında bir ayı bulan görüşmeler Pazartesi
akşam saatleri itibariyle nihayet konuşmaya değer bir noktaya geldi. Ülkenin
kaotik gidişatına çözüm olabilecek en önemli alternatif olarak algılanan AKP-
CHP koalisyon seçeneğinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini Cuma akşamı net
olarak göreceğiz.
Görüşmeler devam eder ve zayıf bir ihtimal gibi görünse de
koalisyon kurulabilirse, bu koalisyon “normal” bir koalisyon olabilir mi? Bir
başka anlatımla gireceği onca riske karşın CHP, bu koalisyondan ülke, demokrasi
ve kendi lehine sonuçlar üretebilir mi?
AKP – CHP koalisyonunun işleyen, dünyada örneklerini
gördüğümüz “normal” bir koalisyon
olabilmesi için her şeyden önce AKP’nin yeniden “normal” bir parti olmaya karar
vermesi gerekir.
Evet, 7 Haziran seçimlerinin birinci partisidir, yüzde 40,5
oy almıştır ama AKP, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olduğu 10 Ağustos 2014’ten bu
yana normal bir parti değildir.
Bir partinin bütün üyeleri, genel başkanlarının, - üstelik
aynı zamanda başbakan olduğu halde -
partinin gerçek lideri olmadığına inanıyorsa….
Bir partiyi gerçekte yöneten kişinin resmen o partiyle
hiçbir ilişkisi yok ise…
Bir partiyi fiilen yöneten kişinin, o partiyle ilişkili
olması bir Anayasal suç oluşturuyorsa…
O parti “normal” bir parti değildir. O parti içerisinde
geçici bir durum söz konusudur ve bu sürdürülebilir bir durum değildir. Eninde
sonunda istikrarlı bir dengeye kavuşmak durumundadır, yoksa o parti yok olur gider.
AKP, kendi içindeki ikiliği aşarak istikrarlı bir iç yapıya
kavuşma imkanı olarak Başkanlık rejimine bel bağlamıştı ve 7 Haziran
seçimlerine bu açıdan yaklaştı. Ancak Erdoğan’a göre tasarlanmış “Başkanlık rejimi”
vaadi seçmenden onay almadı.
AKP artık 10 Ağustos 2014’ten bu yana içinde bulunduğu
anormal durumu başkanlık sistemiyle aşamayacağını anlamak ve “normalleşmek”
zorundadır. AKP açısından “normalleşme”, partinin yalnızca seçilmiş yetkili
organları tarafından yönetilmesini kabullenmek demektir. Bu kadar basit.
Erdoğan’sız bir AKP’nin olamayacağına inanan AKP’lilerin 7
Haziran’dan sonra önlerinde tek bir seçenek kalmıştır: Erdoğan’ı, Çankaya’dan
inerek partinin başına geçmeye ikna etmek. Erdoğan ile AKP genel başkanı
arasındaki ilişkinin son bir yıldır olduğu gibi devam edebilmesi gerçek bir
parlamenter demokraside mümkün değildir. Seçmen 7 Haziran’da AKP’ye “parlamenter
demokrasiyi değiştiremezsin” dediğine göre, AKP’nin önünde tek bir seçenek
kalıyor: Kendini değiştirmek ve Erdoğan vesayeti altında yönetilmekten çıkarak “normal”
bir parti haline gelmek. Aksi takdirde Erdoğan’ın 7 Haziran’da olduğu gibi
AKP’ye yeni maliyetleri söz konusu olacaktır.
AKP’nin “normalleşmesi” meselesi sadece bir Davutoğlu –
Erdoğan meselesi değildir. Davutoğlu değil de örneğin Sümeyye Erdoğan Başbakan
olsa da sonuç değişmez. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasındaki ilişkileri demokratik
kural ve teamüller çerçevesinde yürütemeyen her parti, hem sistemi aşındırır,
hem de kendisi aşınır ve sonuçta kaybeder.
Örnek olarak verdim ama, eğer AKP’liler arasında Tayyip
Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı, Sümeyye Erdoğan’ın Başbakan olduğu bir düzeni hayal
edenler var ise onlara Fransız Ulusal Cephe Partisi’nin onursal başkanı Jean
Marine Le Pen ile kızı, partinin mevcut genel başkanı Marine Le Pen arasındaki
ilişkiden ders almalarını öneririm.
Mayıs 2015’te, Ulusal Cephe Partisi genel başkanı Marine Le
Pen, partinin onursal başkanı ve aynı zamanda babası olan Jean-Marie Le Pen
hakkında medyaya şöyle bir açıklama yaptı: “O
artık parti adına konuşmamalı. Onun önerileri artık partiyi bağlamayacak.
Yönetimde olmadığı partinin hala varlığını sürdürmesine ve gücünü artırmasına
maalesef tahammül edemiyor. Partiye oy verenlerin görüşlerine artık saygı
göstermesi gerekir.”
Benzeri bir örnek Tayland’da da yaşandı. Tayland’ın ilk
kadın başbakanı Yingluck Shinawatra Mayıs 2011’de
ağabeyi Thaksin Shinawatra’ın kurduğu partiden başbakan
seçilmişti. Ama, görevini kötüye kullandığı için askeri darbeyle görevinden uzaklaştırılmış
olan ve Dubai’de kaçak yaşayan ağabeyinin 2011 - 2014 boyunca partiyi ve ülkeyi
dışardan yönetmesine ses çıkaramadı. Gerçek bir başbakan gibi davranamadı. Öz
abisinin kanun dışı taleplerine karşı koyamadı. Sonunda ülkede olaylar patlak
verdi ve Mayıs 2014’te Anayasa Mahkemesi tarafından görevinden alındı. Bugün Yingluck’ın
elinde ne başbakanlık koltuğu kaldı, ne de parti…
Bu örnekler de gördüğümüz gibi, davulun ve tokmağın başka
ellerde olmasına dayalı bir sistem, sistem değildir ve uzun vadeli yürümesi de
imkansızdır. İmkansızdır, çünkü eşyanın ve siyasetin tabiatına aykırıdır.
AKP ile koalisyon yapmak için son derece öz verili bir tutum
sergileyen ve aslında pek çok şeyi riske eden CHP’nin de her şeyden önce hangi
AKP ile koalisyon yapmakta olduğu konusunda kafasının net olması şarttır.
Söğütözü’nden, parti genel merkezinden yönetilen AKP mi, Beştepe’den Saray’dan
yönetilen AKP mi? Çünkü Kılıçdaroğlu’nun
daha sonra seçmene dönüp, “Ben Davutoğlu
ile koalisyon yaptığımı sanıyordum, meğer Erdoğan ile yapmışım” deme hakkı
ve lüksü yoktur.
Cuma akşamından itibaren görüşmelerin devam edebilme
ihtimali ortaya çıkarsa, belki de CHP yönetiminin daha önce ilan ettiği 14
ilkeden “Cumhurbaşkanı anayasal sınırlar içine çekilmelidir” şeklindeki ilkenin
Erdoğan’a siyasi husumetten kaynaklanmadığını, bu ilkenin aslında en çok AKP’nin
“normalleşebilmesi” için gerekli olduğunu muhatabına anlatabilmesi gerekir.
Tabi muhatabının dinleme gücü varsa.
Radikal, 12 Ağustos 2015
Radikal, 12 Ağustos 2015
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder