Öte yandan
Hillary Clinton, belki de Amerikan başkanlık tarihinin en eğitimli, en
tecrübeli, başkanlığa en hazır adaylarından biri. İlk kadın aday olması ve
Demokratik Parti’nin sevgilisi olması ise bir başka avantajı. Keza Latino ve
Afrika kökenli Amerikalı seçmenler nezdindeki Clinton soy isminin sarsılmaz
gücü de Hillary Clinton’un yanında. Trump kendini bir türlü Cumhuriyetçi
Parti’nin esas oğlanı olarak kabul ettiremezken, Demokratik Parti seçim
makinasının tümüyle Hillary’nin emrine amade olması da cabası.
Ama
olmuyor. Tümüyle sistem dışından gelen, yarı cahil bir işadamı, dürüstlükten bi
haber bir profil sergileyen Trump onu tehlikeli bir biçimde zorladı, zorluyor. Oysa
şimdiye kadar Clinton’un Trump’tan kilometrelerce önde olması gerekirdi. Eğer
Trump’a karşı yarışı kaybederse bu duruma Hillary Clinton bizzat kendisi neden
olacak.
Çünkü Hillary
fazlasıyla geleneksel. Renksiz. Duygusuz. Bir türlü heyecan ve momentum
yaratmayı başaramıyor. Kendisi neredeyse Amerikadaki statükonun ve müesses
nizamın ete kemiğe bürünmüş hali. Onun bu pozisyonu o kadar öne çıkıyor ki,
ülke tarihinin ilk kadın başkan adayı olduğu gerçeği bile çoğu kez unutuluyor.
Çünkü,
Hillary Clinton eski iki hatasını da tekrarlıyor. Öncelikle net bir
odağı yok. Son iki yılda rakibi tek bir slogan ve stratejide istikrarlı bir
şekilde iletişimini sürdürüken, Hillary Clinton slogan üstüne slogan
kullanıyor. Sırasıyla
“Birlikte daha güçlü” “Bizim için mücadele ediyor” ve “Onunlayım”.
İkinci
hatası mesajda karmaşık bir yol tercih ediyor olması. Her konuda konuşuyor,
uzun uzun konuşuyor. Bunca mesaj karmaşası arasında belki de öne çıkabilen tek
önemli mesajı, Trump’ın seçilmesinin kıyametle eş anlamlı olacağı… Bu yüzden kendisini
tek ve doğru seçenek olarak konumlamaya çalışıyor. Dili fazlasıyla elit ve
entellektüel. Ad Age’te bir makalesi yayınlanan Simon Dumenco, Hillary
Clinton’un bu konuda zirve yapan hatalarını üst üste sıralıyor ve “Donald
Trump’ın Göçmen Mürekkep Lekesi” isimli filmini örnek veriyor. Bir psikolojik
test yönteminden yola çıkarak yapılmış sözkonusu soyut ve animasyon film,
Trump’ın göçmenlerle ilgili bilinen tüm söylemlerini kendi sesinden kullanarak
güya onu mahkum ediyor.
Latin Amerika kökenli seçmenlerin seçimi
Demokrat Parti
adayları, Bill Clinton’dan beri Demokrat Partiye çoğunlukla oy veriyorlar. 2008
ve 2012 seçimlerinde ise Obama siyahi seçmenlerin çok ağırlıklı oranda oylarını
elde etti. Siyahi seçmenler bu kez de ağırlıklı bir oranda Hillary Clinton’a oy
verecek gibi görünüyor.
Asıl kırılma ise
Latin Amerikalı seçmenlerde bekleniyordu. Ancak o seçmen kitlesi ile ilgili
araştırmalar beklentiler dışında bir eğilimin olabileceğini de gösteriyor. Anketlere
göre Donald Trump, Latin Amerikalı seçmenlerle ilgili olarak, Cumhuriyetçi
Parti adayı Mitt Romney’in 2012 seçiminde gösterdiği kadar iyi bir performans
gösteriyor. Bu durum hem Demokratları ve hem de Cumhuriyetçileri şaşırtıyor.
Pek çok yorumcu Trump’ın başta Meksikalılar olmak üzere yasa dışı göçmenlerle ilgili söylemlerinin tartışmalı olması nedeniyle Latin Amerikan asıllı seçmenler arasında kayıplar yaşayacağını tahmin etmişti.
İki adayın Latino
seçmenler için kıran kırana mücadele ettiği Arizona, Colorado, Florida ve
Nevada’da yapılan son anketler Trump’ın dört yıl önce Romney’in aldığı kadar
Latin kökenli seçmenden oy alabileceğini gösteriyor. Hillary Clinton’ın ise
Obama’nın 2012 yılında aynı eyaletlerde elde ettiğinden daha düşük bir oyda
kalabileceği ortaya çıkıyor.
Bir diğer anket, Clinton’a
olan desteğin Latin kökenli seçmenlerde Obama’ya kıyasla %6 kadar düşük
olduğunu iddia ediyor. Bazıları bu durumun hem stratejik hatalardan, hem de
Clinton’ın İspanyolca reklamlarının çok geç başlamasından kaynaklandığını
düşünüyor.
Bazı yorumcular
ise Clinton’ın “doğru ekibe sahip olduğunu ve seçmenlerin eninde sonunda ‘eve
döneceklerini’ düşündüğünü” söylüyor ve ekliyor: “Latin kökenli seçmen henüz
eve gelmemiş olabilir.”
Gündelik hayatta
karşılaştıkları sorunlar ne olursa olsun, Trump’ın Obama’dan memnun olmayan bir
grup Latin Amerika kökenli muhafazakar seçmenin mutsuzluğundan
yararlanabileceği anlaşılıyor.
Evet Donald
Trump, Clinton ile arasındaki seçmen desteği farkını kapatıyor. İlki 26 Eylül
gecesi yapılan ve Hillary Clinton’un görece üstün bir performans sergilediği
kabul edilen TV münazaralarında (debate) Trump’ın daha fazla seçmen desteği
elde etmesi hala bir ihtimal. Belki Trump, ön seçimlerde gösterdiği ivmeyi
yeniden yakalayabilir ve Clinton’dan daha üstün bir performas sergileyerek
farkı sıfırlayabilir ve hatta bir miktar öne gecebilir.
Ama iş sadece seçmenden elde edilecek oy ile
bitmiyor. Çünkü ABD başkanlık
seçimlerinde seçmenler doğrudan başkanı seçemiyorlar; başkanı seçecek olan
delegeleri seçebiliyorlar. Ulusal çapta 50 eyaletten toplam 538 delege
seçiliyor. Sonuçta 270 delege toplamayı başaran aday ABD başkanı seçiliyor.
Delegelerin seçimi konusunda ise her eyaletin başka bir seçim kanunu var. Bazı
eyaletlerin çıkardığı delegeler, adayların aldıkları oy oranına paralel biçimde
paylaştırılırken, bazı eyaletlerde tek bir oy bile fazla alan aday “kazanan
hepsini alır”(winner takes all) kuralına göre tüm delegeleri elde edebiliyor.
Bu nedenle de, yandaki grafikte de görüldüğü gibi Clinton’un
yarışı kazanma olasılığı hala % 54. Çünkü Demokrat Parti’nin geleneksel oy deposu
konumundaki eyaletlerden elde edilecek delege sayısı daha yüksek. Ve bu nedenle Ohio, North Carolina, Florida
gibi bazı eyaletlerin vereceği karar seçimin kaderini tayin edecek.
Canlı TV tartışma programları kararsızları
harekete geçirecek mi?
Ekim ayı, seçim
kampanyasının en kritik dönemeci. Her iki başkan adayı TV’lerden canlı
yayınlanacak olan 3 tartışma programına katılacaklar. Prime Time’de canlı olarak
kapışacaklar, tartışacaklar. Ardından 2 kez de başkan yardımcısı adayları benzeri
canlı TV münazaları ile kozlarını kapışacak. Dolayısıyla Ekim ayı, henüz karar
vermemiş olan seçmenin karar vermesi için motive edileceği en önemli süreç
olacak.
Bu süreçte
olan bitenleri biz de dünya ile birlikte izleyeceğiz. Bu sayıda, sadece biz
değil, Amerika’dan da önemli siyasi danışman ve kampanya yöneticilerinin
görüşlerine ver veriyoruz. Her bir danışman seçimlerin bir başka tarafına
ilişkin sizlere ip uçları veriyor. 9 Kasım 2016 sabahı tüm bu
değerlendirmelerin ne denli isabetli olduğunu hep birlikte anlayacağız.
Nisan
ayında Charleston’daki C&E Reed Ödül törenleri sırasında benimle Clinton –
Trump eşleşmesine ait büyük veriye dayalı analizleri paylaşan ve Clinton’un
sadece Trump’a karşı kazanabileceğine ilişkin fotoğrafı görmemi sağlayan
Amerikalı Demokrat danışman dostumun öngörüsünün de ne denli sağlam bir öngörü
olduğunu o sabah göreceğiz.
8 Kasım günü Amerika kimi seçerse seçsin, kesin olan şu ki, 9 Kasım sabahı system bir kez daha kazanacak.
MediaCat, Ekim 2016'dan...
8 Kasım günü Amerika kimi seçerse seçsin, kesin olan şu ki, 9 Kasım sabahı system bir kez daha kazanacak.
MediaCat, Ekim 2016'dan...