Necati Özkan ve Seçim Zamanı

10 Ekim 2016 Pazartesi

Hillary Clinton avantajlarını tek tek heba ediyor…

Öte yandan Hillary Clinton, belki de Amerikan başkanlık tarihinin en eğitimli, en tecrübeli, başkanlığa en hazır adaylarından biri. İlk kadın aday olması ve Demokratik Parti’nin sevgilisi olması ise bir başka avantajı. Keza Latino ve Afrika kökenli Amerikalı seçmenler nezdindeki Clinton soy isminin sarsılmaz gücü de Hillary Clinton’un yanında. Trump kendini bir türlü Cumhuriyetçi Parti’nin esas oğlanı olarak kabul ettiremezken, Demokratik Parti seçim makinasının tümüyle Hillary’nin emrine amade olması da cabası.

Ama olmuyor. Tümüyle sistem dışından gelen, yarı cahil bir işadamı, dürüstlükten bi haber bir profil sergileyen Trump onu tehlikeli bir biçimde zorladı, zorluyor. Oysa şimdiye kadar Clinton’un Trump’tan kilometrelerce önde olması gerekirdi. Eğer Trump’a karşı yarışı kaybederse bu duruma Hillary Clinton bizzat kendisi neden olacak.

Çünkü Hillary fazlasıyla geleneksel. Renksiz. Duygusuz. Bir türlü heyecan ve momentum yaratmayı başaramıyor. Kendisi neredeyse Amerikadaki statükonun ve müesses nizamın ete kemiğe bürünmüş hali. Onun bu pozisyonu o kadar öne çıkıyor ki, ülke tarihinin ilk kadın başkan adayı olduğu gerçeği bile çoğu kez unutuluyor.

Çünkü, Hillary Clinton eski iki hatasını da tekrarlıyor. Öncelikle net bir odağı yok. Son iki yılda rakibi tek bir slogan ve stratejide istikrarlı bir şekilde iletişimini sürdürüken, Hillary Clinton slogan üstüne slogan kullanıyor. Sırasıyla “Birlikte daha güçlü” “Bizim için mücadele ediyor” ve “Onunlayım”.

İkinci hatası mesajda karmaşık bir yol tercih ediyor olması. Her konuda konuşuyor, uzun uzun konuşuyor. Bunca mesaj karmaşası arasında belki de öne çıkabilen tek önemli mesajı, Trump’ın seçilmesinin kıyametle eş anlamlı olacağı… Bu yüzden kendisini tek ve doğru seçenek olarak konumlamaya çalışıyor. Dili fazlasıyla elit ve entellektüel. Ad Age’te bir makalesi yayınlanan Simon Dumenco, Hillary Clinton’un bu konuda zirve yapan hatalarını üst üste sıralıyor ve “Donald Trump’ın Göçmen Mürekkep Lekesi” isimli filmini örnek veriyor. Bir psikolojik test yönteminden yola çıkarak yapılmış sözkonusu soyut ve animasyon film, Trump’ın göçmenlerle ilgili bilinen tüm söylemlerini kendi sesinden kullanarak güya onu mahkum ediyor.

                          
Latin Amerika kökenli seçmenlerin seçimi
Demokrat Parti adayları, Bill Clinton’dan beri Demokrat Partiye çoğunlukla oy veriyorlar. 2008 ve 2012 seçimlerinde ise Obama siyahi seçmenlerin çok ağırlıklı oranda oylarını elde etti. Siyahi seçmenler bu kez de ağırlıklı bir oranda Hillary Clinton’a oy verecek gibi görünüyor.
Asıl kırılma ise Latin Amerikalı seçmenlerde bekleniyordu. Ancak o seçmen kitlesi ile ilgili araştırmalar beklentiler dışında bir eğilimin olabileceğini de gösteriyor. Anketlere göre Donald Trump, Latin Amerikalı seçmenlerle ilgili olarak, Cumhuriyetçi Parti adayı Mitt Romney’in 2012 seçiminde gösterdiği kadar iyi bir performans gösteriyor. Bu durum hem Demokratları ve hem de Cumhuriyetçileri şaşırtıyor.

Pek çok yorumcu Trump’ın başta Meksikalılar olmak üzere yasa dışı göçmenlerle ilgili söylemlerinin tartışmalı olması nedeniyle Latin Amerikan asıllı seçmenler arasında kayıplar yaşayacağını tahmin etmişti.
İki adayın Latino seçmenler için kıran kırana mücadele ettiği Arizona, Colorado, Florida ve Nevada’da yapılan son anketler Trump’ın dört yıl önce Romney’in aldığı kadar Latin kökenli seçmenden oy alabileceğini gösteriyor. Hillary Clinton’ın ise Obama’nın 2012 yılında aynı eyaletlerde elde ettiğinden daha düşük bir oyda kalabileceği ortaya çıkıyor.
Bir diğer anket, Clinton’a olan desteğin Latin kökenli seçmenlerde Obama’ya kıyasla %6 kadar düşük olduğunu iddia ediyor. Bazıları bu durumun hem stratejik hatalardan, hem de Clinton’ın İspanyolca reklamlarının çok geç başlamasından kaynaklandığını düşünüyor.
Bazı yorumcular ise Clinton’ın “doğru ekibe sahip olduğunu ve seçmenlerin eninde sonunda ‘eve döneceklerini’ düşündüğünü” söylüyor ve ekliyor: “Latin kökenli seçmen henüz eve gelmemiş olabilir.”
Gündelik hayatta karşılaştıkları sorunlar ne olursa olsun, Trump’ın Obama’dan memnun olmayan bir grup Latin Amerika kökenli muhafazakar seçmenin mutsuzluğundan yararlanabileceği anlaşılıyor.
Clinton hala kazanmaya yakın.

Evet Donald Trump, Clinton ile arasındaki seçmen desteği farkını kapatıyor. İlki 26 Eylül gecesi yapılan ve Hillary Clinton’un görece üstün bir performans sergilediği kabul edilen TV münazaralarında (debate) Trump’ın daha fazla seçmen desteği elde etmesi hala bir ihtimal. Belki Trump, ön seçimlerde gösterdiği ivmeyi yeniden yakalayabilir ve Clinton’dan daha üstün bir performas sergileyerek farkı sıfırlayabilir ve hatta bir miktar öne gecebilir.

Ama iş sadece seçmenden elde edilecek oy ile bitmiyor. Çünkü ABD başkanlık seçimlerinde seçmenler doğrudan başkanı seçemiyorlar; başkanı seçecek olan delegeleri seçebiliyorlar. Ulusal çapta 50 eyaletten toplam 538 delege seçiliyor. Sonuçta 270 delege toplamayı başaran aday ABD başkanı seçiliyor. Delegelerin seçimi konusunda ise her eyaletin başka bir seçim kanunu var. Bazı eyaletlerin çıkardığı delegeler, adayların aldıkları oy oranına paralel biçimde paylaştırılırken, bazı eyaletlerde tek bir oy bile fazla alan aday “kazanan hepsini alır”(winner takes all) kuralına göre tüm delegeleri elde edebiliyor.

Bu nedenle de,  yandaki grafikte de görüldüğü gibi Clinton’un yarışı kazanma olasılığı hala % 54. Çünkü Demokrat Parti’nin geleneksel oy deposu konumundaki eyaletlerden elde edilecek delege sayısı daha yüksek.  Ve bu nedenle Ohio, North Carolina, Florida gibi bazı eyaletlerin vereceği karar seçimin kaderini tayin edecek. 

Canlı TV tartışma programları kararsızları harekete geçirecek mi?

Ekim ayı, seçim kampanyasının en kritik dönemeci. Her iki başkan adayı TV’lerden canlı yayınlanacak olan 3 tartışma programına katılacaklar. Prime Time’de canlı olarak kapışacaklar, tartışacaklar. Ardından 2 kez de başkan yardımcısı adayları benzeri canlı TV münazaları ile kozlarını kapışacak. Dolayısıyla Ekim ayı, henüz karar vermemiş olan seçmenin karar vermesi için motive edileceği en önemli süreç olacak.

Bu süreçte olan bitenleri biz de dünya ile birlikte izleyeceğiz. Bu sayıda, sadece biz değil, Amerika’dan da önemli siyasi danışman ve kampanya yöneticilerinin görüşlerine ver veriyoruz. Her bir danışman seçimlerin bir başka tarafına ilişkin sizlere ip uçları veriyor. 9 Kasım 2016 sabahı tüm bu değerlendirmelerin ne denli isabetli olduğunu hep birlikte anlayacağız.

Nisan ayında Charleston’daki C&E Reed Ödül törenleri sırasında benimle Clinton – Trump eşleşmesine ait büyük veriye dayalı analizleri paylaşan ve Clinton’un sadece Trump’a karşı kazanabileceğine ilişkin fotoğrafı görmemi sağlayan Amerikalı Demokrat danışman dostumun öngörüsünün de ne denli sağlam bir öngörü olduğunu o sabah göreceğiz.

8 Kasım günü Amerika kimi seçerse seçsin, kesin olan şu ki, 9 Kasım sabahı system bir kez daha kazanacak.

MediaCat, Ekim 2016'dan...

Ad Age'e göre Trump'ın Yöntemi

1. Mesajı basitleştir.
2. Asla savunmada kalma, sürekli saldır.
3. Cesur ol ve asla özür dileme.
4. Etkinlikleri kaldıraç olarak kullan.
5. Sosyal medyada gerçek zamanlı reaksiyon göster.
6. "Earned medya"yı asla küçümseme. 

Trump’ın stratejisi ve dili

İlk günden itibaren kullandığı net ve meydan okuyan stratejisi ile Trump, Cumhuriyetçi Parti içinde kendisine karşı yarışan ağır topları tek tek elemişti. Güvenlik stratejisi ile başlamıştı. Aynı strateji ile yoluna devam ediyor. Bu konudaki en son filmlerinden biri olan “İki Amerika” adlı reklam filminde Clinton’un Amerikasını ve kendi Amerikasını net olarak tarif ediyor.


Her ne kadar kendisi sistemden sonuna kadar yararlanmış bir iş adamı olsa da Trump, Orta Amerikanın beyaz seçmenini sisteme karşı kışkırtıyor. Sistemden hoşnutsuz olanların kalbine hitap edebilmek için her yolu deniyor. Özellikle sistemin dışında kalan veya kaybeden beyaz seçmene sesleniyor ve “Biliyorum kızgınsınız. Çünkü ben de kızgınım” diye sesini yükseltiyor.

Kısa konuşuyor. Basit ve kesin bir dil kullanıyor. Belki, bir siyasetçi için fazlasıyla basit bir dili var. Destekçileri kıvrak zekasını, kimseyi iplemeyen hazır cevaplığını seviyor. Kendine güvenli. Pek çok kişi bu güveni “cahil cesareti” olarak yorumlasa da aldırmıyor. Çoğu kez kasten kullandığı ayrıştırıcı diliyle ve günlük olaylara verdiği anlık reaksiyonlarla, kendi kitlesinde güçlü ve eğlenceli bir figür olarak kabul ediliyor.

Öte yandan dilinin kemiği yok. Bu dilin bir başkan adayına uygun inceliğe sahip olduğunu kabul edecek neredeyse kimse yok. Kampanyasının Hillary ile olan ikinci aşamasına “Sahtekar Hillary” diye seslenerek başlamıştı. Bu konuda bir reklam filmi bile yaptırdı.

Siyasi doğruculuk gibi bir derdi hiç yok."Amerika’nın siyasi doğruculukla uğraşacak vakti yok. Çünkü başımız dertte. Artık kazanamıyoruz. Ticarette Çin, sınırlarda Meksika bizi dövüyor. Önüne gelen bizi yeniyor. Ben seçilirsem Çin’i sürekli döveceğim” diyor. Japonya’ya karşı da tavrı aynı. “Japonlar bize milyonlarca otomobil satıyor. En son ne zaman Tokyo’da bir Chevrolet gördünüz? Amerika için neyin doğru olduğunu ben bilirim” diyor.

Siyasi doğruculuk derdi olmadığı gibi, Trump’ın kişisel doğruluk derdi de yok. Pek çok önemli konuda bir gün öyle bir gün böyle konuşabiliyor, davranabiliyor. Sık sık yalan söylediği ifade ediliyor. Gerçekten de bazı konularda gerçeklerle pek te örtüşmeyen şeyler söylediği ortaya çıktı. Ama özür dilediği hiç görülmedi.

Siyaseten pek çok önemli konudan bihaber bir görünüm arzediyor. Bir konuda sıkıştırıldığında veya önemli sorunların çözümü konusunda ne önerdiği sorulduğunda “Şimdiden bunları söyleyip, düşmanlarımıza kopya vermek istemiyorum” diye sıyırabiliyor. Bir diğer ifadeyle Trump kendisini, Amerikalı seçmene büyük fotoğrafa odaklanan, büyük meseleleri çözebilecek olan ve o nedenle de detaylarla pek ilgilenmeyen büyük adam olarak satıyor.

Seçmenleri ise gerçekte her meseleye sahip olduğu ve hayatın her alanında süper hazırlıkları olduğu için değil, sistemi sarsabileceğine inandıkları için Trump’ı destekliyorlar. Gerçekler veya entellektüel düzey onlar için çok ta önemli değil. Yeter ki, Trump “Amerikayı yeniden büyütsün!”
Saldır saldırabildiğin kadar!
2016 Başkanlık kampanyası şimdiye kadar hatırlanan en çılgın başkanlık kampanyası. Bugüne kadar görülmüş en az sevilen adaylar ve en kalifiye ile en az kalifiye başkan adayları yarışıyor. Ve ilk defa bir aday rakibine aklına ne gelirse söyleyebiliyor ve bunlar yanına kar kalabiliyor.
Bu kampanya siyasi yorumcularının habire “Buraya kadar! Donald Trump artık çok ileri gitti” demeleriyle ve her seferinde yanıldıklarını anlamaları ve sadece birkaç gün içerisinde çok daha büyük bir feveran ile yorum yapmaya zorlanmalarıyla hatırlanacak.
Trump geçen yıl adaylığını açıkladığında Başkan Obama’ya saldırarak işe başlamıştı. Günlerce Obama’nın ABD sınırları içinde doğmadığını, o nedenle başkanlığının meşru olmadığını söyledi ve hatta bunun için sahte sivil bir “Doğum hareketi” bile başlattı.
16 Haziran 2015’te, tüm Meksikalı göçmenleri “suçlu” ve “tecavüzcü” ilan etti, Meksika sınırına dev bir duvar öreceğini ve masrafını da Meksika’ya ödeteceğini söyleyerek vaadde sınır tanımadığını kanıtladı. Üç ay sonra, ülkeye kaçak yollarla gelen 12 milyon göçmeni sınır dışı edeceğini söyleyerek Latin karşıtlığına yeni bir seviye getirdi. Arkasından da yasal yollarla girseler dahi Müslümanların ülkeye girişini yasaklayacağı şeklindeki vaadi geldi.
Trump parti içinde de doğrudan rakibi olmayan çeşitli isimlere eleştiri oklarını yöneltti. Senatör John McCain’i hor gören bir dil tutturdu. Ülkede savaş kahramanı kabul edilen McCain ile alay etti ve o da yanına kar kaldı. Dahası 12 yıl önce Irak’ta bir intihar bombacısı tarafından öldürülen Müslüman bir yüzbaşının madalyalı ebeyenlerini bile meşru hedef ilan etti. Yetmedi; Papa Francis’e saldırdı.
Bu sene yaz aylarında ise Obama’yı IŞİD’in “kurucusu” ilan etti. Ve daha yakın zamanda “neler olduğunu görmek için” Clinton’ın Gizli Servis korumasını kaldırmayı önerdi. Tüm bunları yaparken Vladimir Putin’i ise sürekli olarak övüyordu.
Nihayet geçtiğimiz ayın sonunda Obama’nın ABD’de doğduğunu kabul etti, ama ardından Clinton’ı sahte “Doğum Hareketini” başlatmakla suçladı. Bu suçlama açıkça bir yalandı.
Bu ölçüsüzlüklerden herhangi biri bile bir başka adayı çökertmeye yeterdi. Buna karşın Donald Trump söylediği şeylerden hiçbiri için özür dilemedi veya sözleri için herhangi bir bedel ödemedi. Medyada hep daha fazla yer edinmeye ve her gün gündemi belirlemeye devam etti.
Pek çok kişi özellikle medyanın bu tutumunu çifte standart olarak yorumluyor.
Oysa destekçilerinin gözünde Trump dosdoğru- dolambaçsız bir savaşçı. Ne zaman argo ve seviyesiz bir dil kullansa, “işte bu, adamın dilinin sansüre ihtiyacı yok” diye yırtınıyorlar. “Donald, yine Donald’lık yapıyor!”

“Earned” medya ve sosyal medya avantajı

Donald Trump için “bilgisiz, cahil, yalancı, çapsız” diyenler bile onun medya ve sosyal medya alanındaki becerisini görmezden gelemiyor. Yıllarca medyada program yapmış ve toplumun nabzını tutmayı öğrenmiş bir figür olarak Trump, gelişen olaylara sosyal medyada anlık reaksiyon göstererek gündemi belirlemeyi başardı. Trump en sessiz kaldığı zamanlarda bile, Twitter veya Facebook gibi sosyal medya kanalları aracılığı ile gündemi sarstı ve ana medya kanallarına haber olabilmeyi başardı. Rakiplerine ise onun belirlediği gündemi tartışmak kaldı.

Trump belki profesyonel bir siyasetçi sayılamaz ama, profesyonel bir iletişimci ve pazarlamacı disiplinine sahip olduğu kesin. Sadece sosyal medyada değil, TV ve Radyo kanallarında da neredeyse onu 24 saat yayında görmeniz mümkün.

Programlara tepki veriyor, cevap veriyor veya katılıyor. O nedenle de, hem ön seçimler sırasında hem de Hillary Clinton’a karşı halen devam eden mücadelesinde, rakiplerinden çok daha düşük bütçe kullandı, kullanıyor. Çünkü mesajlarını iletmek için parayla yer satın almaya rakipleri kadar ihtiyacı kalmıyor. Trump’ın modern ve sofistike bir pazarlamacı olduğuna şüphe yok. Manşetlere çıkmanın, medyada gündem olmanın sevilmekten daha önemli olduğuna inanıyor. Hillary ille de siyasi çerçevede düşünürken o postmodern pazarlamanın her biçimini kullanıyor.

Şurası kesin ki, Trump ne yaptığını iyi biliyor. Her ne kadar şimşekleri üzerine toplamaya devam etse de, kendisine ön seçimleri kazandıran pozisyonundan vaz geçmiyor. Hala yasa dışı göçmenleri sınır dışı etmekten bahsediyor, hala Meksika sınırına duvar öreceğini tekrar ediyor, hala Müslümanların yasal yollardan bile Amerikanın sınırlarından içeri girmesini karşı çıkıyor…

MediaCat, Ekim 2016 sayısı

Amerika kimi seçecek?

Bu yılın Nisan ayıydı. Seçimler ve siyasi kampanyalar konusunda 36 yıldır yayın yapan Campaigns and Elections dergisinin düzenlediği Reed Ödülleri ve öncesindeki konferanslar için ABD’nin Güney Carolina eyaletine bağlı Charleston kentindeydim. Yarışmada Türkiye’ye 3 ödül birden kazandırmanın yarattığı yoğun ilgiyle çok sayıda Amerikalı meslektaşla tartışma ve adayları analiz etme imkanı bulmuştum. Her iki partide ön seçimler devam ediyordu. Demokrat Parti’de devam eden ön seçimde güçlü bir Bernie Sanders rüzgarı esiyordu.

Yıllardır Demokratlara hizmet eden tecrübeli bir siyasi danışman dostumla sohbet ederken, konu açıldı ve bana o hafta yapılmış önemli bir araştırmayı gösterdi. Araştırmaya göre, Bernie Sanders hangi Cumhuriyetçi aday ile karşılaşırsa karşılaşsın Kasım’daki başkanlık seçimini açık ara kazanıyordu. Sanders, adil paylaşımı vaadeden sosyalist pozisyonuyla sistemi sarsacak gibi görünüyor ve özellikle genç seçmenleri motive edebiliyordu.

Ama Hillary Clinton hangi Cumhuriyetçi adayla eşleşirse eşleşsin, Kasım’daki seçimi kaybediyordu. Tek istisna Trump’tı! Trump’ın dünyayı irite eden çirkin dili ve aşırı sağ pozisyonu Hillary Clinton’un kazanmasına yardım ediyordu. Bütün mesele, Clinton’un bu muazzam fırsatı kullanıp kullanamayacağıydı. Kullanabilirse Demokratlar üç dönem üst üste Beyaz Saray’ı ellerinde tutabileceklerdi.

Yaz başından bu yana

Her iki siyasi parti içindeki ön seçim yarışı yaz aylarına doğru sonuçlandı. Önce Demokrat Parti’de Hillary Clinton ön seçimleri kazandı ve partisinin resmi adayı oldu. Temmuz ortasında ise Trump Cumhuriyetçilerin resmi adayı ilan edildi.

O tarihten itibaren dünya bu yarışı izliyor. ABD’deki Başkanlık seçimleri medyatikliği, renkliliği, bütçesi ve diğer ülkelere ve sektörlere etkileri ile her zaman için ilgi çekici oldu. Bu kez de öyle.

Yanlız bu kez, Amerikalı seçmen şaşkın. Çünkü her iki partinin adayı da partilerin geleneksel tabanını motive etmekten uzak görünüyor. Adaylardan biri aşırılığı, toplumu tehlikeli şekilde kamplaştırması, sivri dili ve entellektüel donanım yetersizliği ile öne çıkarken, diğeri sıkıcılığı, güvenilmezliği ve statükoculuğu ile tanınıyor. Kayıtlı seçmenlerin bir bölümü, son dakika bir şekilde motive edilemezse, sandık başına gitmeyecek gibi görünüyorlar. Önümüzdeki 5 haftada olağanüstü bir durum olmazsa pek çok demokrat seçmen Hillary’e, pek çok Cumhuriyetçi seçmen ise Trump’a oy vermeyecek.

Bir diğer anlatımla Amerikalı seçmen hem adaylardan mutsuz hem de 8 Kasım’da ne olacağını merakla bekliyor.

Trump’ın beklenmeyen performansı

Çok değil, henüz bir yıl önce Donald Trump’ın ABD’ye başkan olması ihtimali ciddiyetle konuşulabilecek bir konu bile değilken, bugün artık kimse bu ihtimale “imkansız” diyemiyor! Son bir kaç haftada anketler, ulusal bazda yarışın kafa kafaya geldiğini gösteriyor. Resmi adaylıkların kesinleştiği yaz ortalarında iki aday arasında net 8 – 10 puanlık bir fark varken, Eylül sonunda bu fark 2 puana kadar gerilemişti. Anketlerin hata marjı dikkate alındığında, belki de böylesi bir fark bile yok.

Bu nasıl olabildi? Tabi ki stratejiyle. Ve konumlandırma becerisiyle.

ABD’deki uzun seçim takvimi, bir iş adamı ve apolitik bir TV showmeni olan Donald Trump’ın görülmemiş bir başarıya imza atmasına imkan sağladı.

Trump, siyasete girmeden önce sahip olduğu özellikleri (işadamlığı, showmenlik, celebrity gücü ve eğlenceli kişiliği gibi) akıllı bir marka yönetimi stratejisiyle bu yarışta kullandı. Pek çok benzeri yarışta görülenin tersine Trump, kendi kişisel marka özelliklerini, yeni mücadele alanının inceliklerine göre değiştirmek gibi bir yola sapmadı. Daha önce neyse öyle davrandı ve öyle kaldı. Samimiyetin en mümtaz örneği sayılmasa da, ön seçimde yarıştığı adayların samimiyetle alakaları olmadığı için kazandı. Ön seçim kampanyası boyunca siyasi danışmanların kendisini yeniden dizayn etmelerine izin vermedi.

Tüm ön seçim sürecinde konumu Trump’un işini nispeten kolaylaştırdı. Çünkü o, sistem dışından geliyor. Amerikan seçmeni ise değişime aç. Hala da öyle… Bugün kendisini destekleyenler, Trump’ı Amerikanın ihtiyacı olan değişimi başarabilecek, ülkeyi yeniden canlandırabilecek ve sistemi kökünden sarsabilecek yaradılışa sahip, güçlü bir lider adayı olarak algılıyorlar. Doğrusu Trump cingöz bir işadamı olarak eline geçen her fırsatı kullanıyor. Seçmene bu konuda güven vermek için elinden geleni yapıyor.

Özetle Donald Trump, 2016 Başkanlık Seçimlerindeki beklenmeyen performansıyla siyaseti ve siyasi seçim kampanyası oyununu belki de etkisi uzun yıllar sürecek şekilde değiştirdi.

MediaCat, Ekim 2016 sayısı